Reformcu Diyanet Başkanı Olamaz!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 08 Şubat 2019
Cuma/Cumartesi
Yeni iktidarın Diyanet Reisini değiştireceğine dair gazete haberleri ve söylentiler var. Halen reis olan zata istifa etmesi teklif edilmiş, kabul etmemiş. Kabinede Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı bir ilahiyat profesörünü o resmî din dairesine başkan yapmak istiyormuş.
Resmi Diyanet İşleri Başkanlığı bizdeki nev’i şahsına mahsus laikliğin garabetlerindendir. Siyasî rejim hem laik olduğunu iddia ediyor, hem de Müslümanlara dinî cemaat olmak hakkını, kendi dinî teşkilatlarını hür ve bağımsız iradeleriyle kurmak hakkını vermiyor.
Hüsn-i zan esastır. İnşaallah Diyanet’in başına getirilecek yeni başkan dinî salabeti olan, ilmî ehliyete sahip, sahih itikadlı sünnî bir zat olur.
Atatürk ilk Diyanet Başkanı olarak Osmanlı devrinde Ankara Müftüsü olan Rıfat Börekçi Hoca’yı seçmişti. Bu hoca ilmî ehliyete ve liyakata sahipti; Ehl-i sünnet inancına bağlı sahih itikadlı bir âlimdi; ârif ve kâmil bir zattı.
Diyanet’in başına reformcu, yenilikçi, başında kavak yelleri esen bir ilahiyatçı geçirilirse büyük bir yıkım ve kargaşa olacağından kimse şüphe etmesin. Türkiye’nin Diyanet işleri sünnîlik temeli üzerine kuruludur, reformculuk, yenilikçilik, Afganîcilik, Abduhculuk, Fazlurrahmancılık gibi yeni moda cereyanlarla uyuşmaz ve bağdaşmaz.
Atatürk’ün elinde fırsat vardı, istediği devrimleri yapmıştır. Lakin Diyanet’in sünnîliğine dokunmamıştır. İsteseydi bu daireye, bir de Aleviler için bir bölüm koyamaz mıydı? Koyabilirdi ama koymamıştır.
Zamanımızda sünnî geçinen bazı ilahiyatçılar çizmeden yukarı çıkıyor, mutlak müctehidlerin bile yapmadıkları, yapamayacakları cür’etkâr ve cesaretli içtihadlar yapıyor, görüşler ileri sürüyorlar.
Hepsini itham etmiyorum ama bir kısım ilahiyatçıların görüş, teklif ve meyillerinden son derece rahatsız ve tedirgin olan bir ehl-i sünnet Müslümanıyım. Kalem sahibiyim, edeb dairesinde endişelerimi yazıyorum.
O bazı ilahiyatçılar, bir kere samimî değiller. Müslümanlık samimiyet gerektirir. Efendi, Ehl-i Sünnet’i beğenmiyorsan bunu mertçe, açıkça, cesur bir şekilde söyleyeceksin. Biz de karşımızdakinin fikir ve görüşlerine muttali olacağız. Lakin reformcu, yenilikçi, havalı birtakım ilahiyatçılar taqiyye yapıyor, asıl fikir ve görüşlerini erkekçe, açıkça ortaya koymuyor. Adam özel sohbetlerde, kendi yâranı ile başbaşa iken sünnîliği tenkit ediyor, mutezile mezhebinin sünnîlikten üstün ve haklı olduğunu iddia ediyor; buna benzer bir sürü bozuk, sınır dışı inanca, görüşe sahip. Lakin millet karşısında yuvarlak laflar ediyor, kem küm ediyor, samimî konuşmuyor. Böyle bir şey fikir namusuna, mertliğe sığmaz.
Ülkemizde şu anda Fazlurrahmancı ilahiyatçıların sayısı az değildir. Bunlar bir ekol meydana getirmişler ve Türkiye’yi sünnîlikten çıkartıp Fazlurrahman mezhebine sokmak istiyorlar. Onların bu istekleri de Masonların, dış güçlerin, dinlerarası diyalog ve hoşgörü cereyanı öncülerinin hoşuna gidiyor, işlerine geliyor. Fazlurrahman mezhebi ne diyor? Kur’ân’daki nice ayet ve hüküm, hadîslerdeki nice ahkam bundan bin dört yüz yıl öncesine aittir, o günün şartları içinde inzal edilmiş, söylenmiştir; bugün geçerli değildir. Onların bu tarihsellik safsatalarını sünnî Müslümanların, sünnî İslâmlığın kabul etmesi elbette mümkün değildir. Çünkü böyle bir kapıyı araladınız mı, bir müddet sonra inkâr edilmedik, dışlanmadık, tarihsel ilan edilmedik şeriat ve fıkıh hükmü kalmaz. Zaman geçer ve Fazlurrahmancı ilahiyatçının biri “Günde beş vakit namaz da tarihseldir. Bugünkü ilerilik, hız, terakki, telâş devrinde günde beş kez namaz kılınır mı?” derse ne olacak?
Birtakım ilahiyatçılar harıl harıl Fazlurrahman’ın eserlerini dilimize çevirip yayınlıyorlar. Büyük kütlenin olup bitenlerden haberi yoktur. Eminim ki, Fazlurrahman ismini hiç duymamış Müslümanların sayısı hiç de az değildir. Peki bu Fazlurrahmancı ilahiyatçılar ne yapmak istiyor? Onu da pek iyi bilmiyoruz. Lakin ortada ehl-i sünnet dışı ve son derece tehlikeli bir cereyan olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü İslâm ilahî bir dindir. Allah tarafından gönderildiği, zaman içinde tahrife uğramadığı için mükemmeldir, kemalini korumaktadır. Böyle bir din-i mübinde reform veya yenilik yapmaya kalkışmak cinnettir, büyük cür’ettir, çılgınca bir cesarettir. Reformcu, yenilikçi, Fazlurrahmancı, Mason ve rafızî Afganici ilahiyatçılar aynaya baksalar, eksikliğin yüce dinimizde değil, kendilerinde olduğunu görürler.
Reformcu ilahiyatçıları tenkit ettiğiniz vakit öfkeyle parlayıp patlamaktadırlar. Onlarda hiç kusur, eksiklik, hatâ yok… Değişmesi gereken geleneksel sünnî İslâm anlayışı ve zihniyetidir. Bundan büyük hezeyan olur mu?
Dinde reform ve yenilik İslâm ve Müslümanlar için en büyük tehlike ve tehdittir. Bu tuzağın ardında uluslararası İslâm düşmanı güçler ve mihraklar bulunmaktadır. Onlar sulandırılmış, ılımlı bir hale getirilmiş, şeriat ve fıkıh hükümlerinden arındırılmış, kuşa çevrilmiş bir ideoloji ve hümanizmayı vaz-ı ilahî olan hakikî İslâm’ın yerine geçirmek istiyor. Hiçbir şuurlu ve vicdanlı Müslüman en ufak, en cüz-î, en önemsiz gibi görünen bir reform, değişiklik, yenilik teklifini bile kabul etmemelidir. Böyle bir şey İslâm’a ihanet olur, din nimetine küfran olur. Yüce İslâm dini tartışılamaz. Allah’ın kesin ve muhkem ayetleri, Peygamberin sahih ve muhkem hadisleri ne diyorsa; eski müctehid imamlar onlardan içtihad yoluyla ne gibi hükümler çıkarmışlarsa hepsi de bütünüyle muhafaza edilmelidir. Aksi taktirde dinsizlerin tuzağına düşmüş, oyununa gelmiş oluruz.
Dinî konularda ehliyeti olan büyük ulema ve fukaha bazı fer’î meseleleri müzakere edemez mi? Edebilir ama bu devirde böyle ulema ve fukaha yoktur. Bu gibi işler, bugünkü ilahiyatçılarla olmaz. Ehliyetli ve icazetli sünnî ulemanın olması gerekir. Bu devir içtihad devri değil, mevcudu muhafaza etme devridir. İleride parlak ve altın bir çağ gelirse o zaman ne müzakere edilecekse edilir. Ancak her hal ü kârda cühela ve nâ-ehiller din meselelerini asla mıncıklayamazlar, ayağa düşüremezler.
Öyle reformcu ilahiyatçılar var ki, kendisini peygamber ilan eden, “Namazda salavat okuyan kâfirdir” diyen, uyduruk İngilizce Kur’ân tecrümesinde, Hazret-i Peygamber ile ilgili zamirlerin ardına parantez içinde kendi ismini yazan, Tevbe suresinin son iki ayeti Kur’ân’dan değildir, sonradan ilâve edilmiştir iddiasında bulunan kâfir, hattâ ekfer Reşad Halife’ye merhum demekte, onu bir İslâm büyüğü gibi göstermektedir. Sapık bir din kurmuş olan, Amerikan gazetelerine çarşaf gibi ilanlar vererek “Toplantıya Hazret-i İsa ve Hazret-i Muhammed geldiler.Hazret-i İsa beni Mesih ilan etti. Meclise Allah gelmedi, mektup gönderdi…” diyen sapık ve şaşkın Dr.Moon dininin “Kutsal metinler yayın kurulunda” üye olan, vazife gören reformcu ilahiyatçılarımız bile mevcuttur.
Dinde reform, yenilik, Fazlurrahmancılık gibi akımların Rabbanî, Rahmanî değil, tam tersine şeytanî olduğunu anlamak için çok zeki ve çok akıllı olmak gerekmez. Biraz akl-ı selim bu işe yeter.
Diyanet’in başına reformcu, yenilikçi, Fazlurrahmancı bir reis getirmekle, Türkiye halkını sünnîlikten reformculuğa döndüreceklerini sananlar boş kuruntulara, şeytanî vesveselere kapılmış kimselerdir. 26 Ocak 2003