Reformcuların Bâtıl İctihadları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Şubat 2019
Çarşamba
Birtakım reformcu, yenilikçi, Fazlurrahmancı, şucu bucu ilahiyatçılar ve sözde müctehidler ortaya saçma sapan görüşler atmaya devam ediyor. Bunlardan bazısını dikkatlerinize sunmak istiyorum.
Abdest alırken ayakları yıkamaya lüzum yokmuş, çorap üzerine mesh yapılarak abdest olurmuş. Bu adamlar, ya fıkıh dilinde çorabın manasını bilmiyorlar veya bildikleri halde gerçekleri çarpıtıyorlar. Bugün giydiğiniz çorapların üzerine kesinlikle mesh edilemez. Üzerine mesh edilebilecek çorabın birtakım şartları, özellikleri vardır. Yere konduğunda dik duracak kadar kalın ve sert olacak. Onunla (ayakkabısız) birkaç kilometre yüründüğünde delinip yırtılmayacak. Mesh edilirken eldeki ıslaklık altına geçmeyecek… Bundan anlaşılıyor ki, fıkıhtaki çorap bugün kullanılan meste benzeyen kalın, sağlam, altına su geçirmez bir ayak giyimidir. Yoksa, naylon, yün veya pamuktan yapılmış ince çorapların üzerine yapılan mesh ile abdest tamamlanmış olmaz. Hiçbir Müslüman, reformcu ve bozguncu ilahiyatçılara (hepsini kasdetmiyorum) kanıp da taharet ve ibadetini sakatlamasın.
Yine bu adamların bazısı namaz beş vakit değil, üç vakittir diyorlar. Bu da yanlıştır.Kur’ân’da namaz teferruatı ile (bütün ayrıntıları ile) anlatılmaz. Namazı Müslümanlara Resulullah öğretmiştir. Onun öğrettiği namaz günde beş vakittir. Bu hadislerle sabittir. Beş vakit olduğunda sarsılmaz bir icmâ-i ümmet vardır. Reformcular namazı büsbütün kaldırmak isterler ama, bu işi bir defada yapamayacakları için kademeli yapmaya çalışırlar. Önce üçe, sonra bire, en sonunda da salat zikir demektir, kalbini temiz tut, Allah’ı gönlünden çıkarma, başka namaza lüzum yoktur diyeceklerdir. Kur’ân’da “Namazları ve orta namazını kılınız” mealinde âyet vardır. Arapça’da iki şey için ayrı bir çoğul bulunmaktadır. Kur’ân’da bu ayette geçen namazlar ikiden fazla namazdır. Bir de “orta namaz” olduğuna göre, nazm-ı ilahîdeki namazların en az dört olması lazımdır; orta namazla birlikte beş olur.
Bazı reformcular erkeklerin altın ziynet eşyası kullanabileceklerine fetva ve ruhsat vermektedir. Bu da batıldır. Şeriat erkeklerin altın ziynet eşyası kullanmalarına izin vermemektedir.
Evvelki Ramazanda bir ilahiyâtçı baldır bacak resimleri yayınlayan gayr-i ciddî bir günlük gazetede “Canı isteyen oruç tutar, istemeyen tutmaz, yerine fidye verir…” şeklinde bir görüş yazmıştı. Bu da bâtıldır. Sağlığı müsait olan her mukim Müslüman oruç tutmakla mükelleftir.
Birtakım reformistler de fıkıh mezheplerine saldırıp duruyor. Mezhep yıkılırsa fıkıh yıkılır, fıkıh yıkılırsa şeriat hükümleri ortadan kalkar; dinî sahada anarşi ve kaos başlar. Abdest alıp iki rekat namaz kılmak için bile fıkıh ve mezhep lazımdır. Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür. İslâm dinini ve şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’at mezhepsizliktir.
Reformcular, yenilikçiler Müslümanların kafalarını karıştırıyor, Ümmet-i Muhammed’i bin türlü fırkaya ve hizbe ayırıyor. Onların şerlerinden kurtulmanın tek yolu vardır: Sımsıkı ehl-i sünnet ve cemaat İslâmlığına bağlı kalmak, din hakkında indî fikir ve görüşleri kabul etmemek, büyük âlimlerin yazmış oldukları muteber ve güvenilir itikad, fıkıh ve ilmihal kitaplarını okumak.
Reformcu bir ilahiyatçı bundan birkaç yıl önce hacca gitmiş ve şeytan taşlamamış. Bu zat kendini ne zannediyor? Peygamber taşlamış, ashabı taşlamış, büyük müctehidler taşlamış, ondört asırdır hacda şeytan taşlama icma ile sâbit olmuş ve bakıyorsunuz sıradan bir ilahiyatçı “Ben taşlamam…” diye diretiyor. Gülmek mi, ağlamak mı lazım…
Reformcuların büyük eksiklikleri vardır:
– Zeki olsalar bile akıl bakımından durumları pek parlak değildir.
– İlimleri ve irfanları da pek zayıftır. Tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan “Ashab-ı fetvâ” sınıfına bile dahil olmadıkları halde kendilerini mutlak müctehid görmektedirler.
Bir kısım reformcularda şeytanî bir zekâ olduğu görülüyor. Bunlardan biri reformculuk yaparak doların mülti- milyonları ile Karun kadar zengin olmuştur.Zekası var ama aklı yoktur. Yarın Mahkeme-i Kübra’da nasıl hesap verecektir?
Bir kısım reformucular da insî şeytanlar tarafından vazifelendirilmiştir.
Reform ve yenilik taraftarı olmanın mânası nedir? Bu din bu zamana uymuyor, onu çağımıza uyduralım demek değil midir? Kur’ân onlara cevap veriyor. Allah bir ayetinde “Bugün dininizi tamamladım” buyuruyor.
Hazret-i Muhammed Mustafa aleyhisselamdan sonra Kıyamet’e kadar başka Peygamber ve başka din gelmeyecektir. Allah katında hak, geçerli, kabul edilen din İslâm’dır. Onun müttefakun aleyh olan hiçbir kesin hükmü değiştirilemez, tartışılamaz.
Teferruata ait bazı amelî hükümlerde çeşitlilik (ihtilaf) olmuştur. Bunlara muhtelefün fih hükümler denir. Hanifilerde kanın abdesti bozması, Şafiilerde bozmaması gibi. Peygamberimizin “Ümmetimizin ihtilafı (çeşitliliği) geniş bir rahmettir” buyurması, teferruata ait bu çeşitlilikle ilgilidir. Mezheplerdeki kolaylıklar birleştirilerek telfik yapılamaz, zorluklarını birleştirmek ise (gücü yeterse) takvadır. Mezheplerin kolaylıklarını bir araya getirerek amel etmek İslâm Şeriatını ve fıkhını oyuncak etmektir.
Biz Müslümanlar bin türlü dert, sıkıntı, esaret içinde sürünüp duruyoruz. Bunlar yetişmiyormuş gibi son yıllarda başımıza bir de reform ve yenilik belâsı çıktı. Haysiyetli, hür, bağımsız, şerefli bir hayat sürmek istiyorsak, geleneksel Ehl-i Sünnet ve Cemaat çizgisinden ve dairesinden ayrılmamamız gerekir.
Yirminci asırda Arap aleminde çok güçlü İslâmî cereyanlar ortaya çıktı, bunların hiçbiri başarılı olamadı. Çünkü reform, yenilik, bid’at tuzaklarına ve vartalarına düştüler. Biz Türkler bu coğrafyada bin yıldan beri İslâm’a, Şeriata, Ehl-i Sünnete, geleneksel yola, anacaddeye, Sevad-ı Azam’a bağlı kaldığımız için var olmuşuzdur.
Cezayir’deki o güçlü İslâmî hareket niçin başarısızlığa uğradı? Çünkü içine bid’atçiler sızdı, birtakım azgınlar oradaki evliya kabirlerini ve türbelerini tahrip edip yıktılar; İlahî tevfik kendilerine rehber olmadı.
Osmanlıya bakınız. Bid’atlere, dinde reforma, dinde yenilik ve değişiklik yapmaya hiç izin ve ruhsat vermiş mi? Vermemiş ve bu yüzden başarılı olmuş, üç kıt’ada İslâm’ın bayrağını asırlarca şanla şerefle dalgalandırmış.
Bazı Müslümanlar kırsal kesim, köy, gecekondu, varoş kültür ve zihniyetiyle İslâm’ı yorumluyorlar. Bize daha ince, daha yüksek, daha şehirli ve medenî bir İslâm lazım diyorlar… Bu sözde doğruluk vardır ama açıklık getirmek gerekir. İslâm hadd-ı zatında zaten bir şehir ve medeniyet dinidir. Gerçek, ince, yüksek din tefekkürüne ve uygulamasına ulaşmak için dinde reform ve yenilik gerekmez; aksine esasları ve temelleri koruyarak yüksek, vasıflı, güçlü, üstün, medenî sünnî Müslümanlar yetiştirmek gerekir.
Kabahat İslâm’da değil, Müslümanlardadır.
Reformcular, yenilikçiler dinde reform safsatalarını bıraksınlar da kendilerinde reform yapsınlar.
Öteki dinlerde, başka sistemlerde reform ve yenilik yapılabilir de İslâm’da asla yapılamaz. Yenilenmesi gereken din değil, Müslümanlardır. 20 Şubat 2003