Resmî İdeoloji
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Şubat 2019
Perşembe
Beş sene kadar önce Galatasaray Lisesi’nde bir açık oturuma konuşmacı olarak davet edilmiştim. “İmâlât hatâsı” bir gerici olarak tepki görür müyüm acaba diye düşünüyordum. Çok iyi karşılandım, o zamanki müdür ErdoğanTeziç beyefendi centilmence hareket etti. Yaptığım konuşmada “Resmî ideolojinin özelleştirilmesini; devletin bir ideolojiyi bütün vatandaşlara empoze etmemesini, arzu edenlerin tutmasını, arzu etmeyenlerin de uzak kalabilmesini” söylediğim zaman üstad Prof. Toktamış Ateş beyefendi, bu teklifimi biraz garipsemişti.
Türkiye’de demokrasinin, hukukun üstünlüğü prensibinin, gerçek laikliğin (Stalin, Mao, Enver Hoca laiklikleri gerçek laiklik değildir), tarihî devamlılığın, millî kimliğin önündeki en büyük engel ideolojidir.
Bilindiği gibi ideolojiler, dinler gibi evrensel değerlerden değildir. Evrensel ve temel insan hakları, hürriyetleri ve haysiyetleri ile ilgili hiçbir eski veya yeni metinde ideoloji diye bir değerden bahsedilmemektedir. Açınız Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ni, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve onlara benzer metinleri; hiçbirinde ideoloji diye bir değer olmadığını göreceksiniz.
Hiçbir vatandaş şu veya bu ideolojiye inanmakla, ona bağlanmakla mükellef ve mecbur tutulamaz. Böyle bir şey inanç, din, vicdan, fikir hürriyetine, demokrasiye aykırıdır.
Demokratik bir hukuk devleti, vatandaşlarını şu veya bu dine inancaksın, bağlanacaksın diye zorlayamayacağı gibi; şu veya bu ideolojiye inanmaya ve bağlanmaya da zorlayamaz. Böyle bir şey insan haklarına, demokrasiye, hukuka, adalete, bilgeliğe, akla, vicdana aykırı düşer. Bizde maalesef ideoloji devletle, cumhuriyetle, ülkeyle, milletle özdeşleştirilmiştir.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği’nde askerî ateşe olarak hizmet gören Armstrong adlı zat, 1936’da Mustafa Kemal Paşa’yı anlatan “Grey Wolf” (Bozkurt) adında bir kitap yazmıştı. Bu kitabın Türkiye’ye sokulması, tercüme edilmesi bir ara yasaklanmıştı. Daha sonra tercüme edildi ama bazı yerleri çıkartılarak. Adı geçen eserin en son cümlesi çok önemlidir ve bunu kimse tercüme etmeye cesaret edememektedir. 1936’dan bu yana altmış yedi sene geçti. Yakın tarihimizle ilgili kaynaklar, bilgiler, belgeler üzerindeki yasaklar, tabular, sansürler artık kaldırılmalıdır.Tarihçilerimiz, aydınlarımız bazı meseleleri serbestçe tartışabilmelidir.
Birincisi: Birtakım kendini bilmez kişiler tarihî şahsiyetlere hakaret etmekte, küfürler savurmakta, sövüp saymaktadır. Böyle bir tutum medeniyete, ciddiyete, haysiyete, terbiyeye aykırıdır. Bu gibi davranışlar birer ifrattır. İkincisi: Tarih üzerine, tarihî şahsiyetler üzerine yasaklar, tabular konulmaktadır. Yakın tarihimizle ilgili onbinlerce kitap, risale, makale, dergi, gazete, belge hakkında Türkiye’ye sokulmaması yasağı konulmuştur. İzmir’de Devlet Demiryolları Matbaası’nda basılmış bir, yurda sokulması yasak yayınlar kitabı varmış, büyük bir telefon rehberi hacmindeymiş. Yıllardır ondan bir nüsha elde etmeye çalışıyorum, bulamadım.
Ankara’da önemli resmî bir daire yakın tarihimiz hakkındaki Elence birçok kitabı Türkçeye çevirtmiş fakat bu tercümeleri gizli mahzenlerde saklıyor, kimseye göstermiyormuş. Peki bu kitaplar, bunlardaki belgeler, iddialar incelenmeden yakın tarihimiz nasıl yazılacaktır?
İngiltere’de bizdeki gibi laiklik yoktur. Orada yazılı bir Anayasa bile yoktur. İngiliz kraliçesi hem devletin, hem de millî Anglikan kilisesinin başıdır. İngiltere’de tam bir demokrasi vardır; tam bir din, fikir, inanç hürriyeti vardır. Ülkenin rejimi meşrutî krallıktır ama orada cumhuriyetçi olmak bir suç değildir. Kraliçe resmî alayla geçerken bir İngiliz vatandaşı “Yaşasın Cumhuriyet! Alaşağı olsun krallık!..” diye bağırsa ona kimse bir şey demez, bir şey yapmaz.
Fransa bir Cumhuriyettir ama orada da kralcı olmak yasak değildir. Kralcı parti kurulabilir, krallık rejiminin propagandası yapılabilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ideolojik rejimler ortaya çıkmıştı. Portekiz’de Salazar, İspanya’da kanlı iç savaştan sonra Franco, Almanya’da Nasyonal Sosyalizm (Nazizm), İtalya’da Faşizm, Rusya’da Bolşevizm… Bu rejimlerde resmî ideoloji devletle, ülkeyle, milletle özdeşleşmiş vaziyetteydi. Resmî ideolojiyi tenkit edenlere hayat hakkı tanınmıyordu. Muhalifler zindanlara atılıyor, işkenceye mâruz bırakılıyor, sürüm sürüm süründürülüyordu.
Avrupa devletleri artık bu “ideoloji devrini” geride bırakmıştır. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra uydu Doğu Avrupa Devletleri de gerçek demokrasiye, çoğulculuk sistemine geçmiş bulunuyor.
Marksist sistem yıkıldıktan sonra Rusya Federasyonu’nda devlet ile din barışmıştır. Moskova’da Kızıl Meydan’da Stalin’in yıktırtmış olduğu Kilise yeniden yaptırılmıştır. Tataristan’da, Çar Korkunç İvan’ın yıktırttığı tarihî cami de yeniden yaptırılmış bulunuyor. Bizde ise birtakım militan İslâm düşmanları Taksim’de bir cami yapılmasına karşı çıkıyorlar ve hattâ bunlardan bazıları “Taksim Laik bir meydandır, oraya cami yapılamaz, yaptırtmayız…” gibi paranoyakça laflar etmişlerdir.
Sevgili Türkiye’mizde gerçek bir demokrasi, gerçek bir laiklik olması için; ülkemizde evrensel insan haklarının halkımıza sağlanması için bütün ideolojilerin özelleştirilmesi gerekmektedir.
İnananlar inansınlar, inanmayanlara baskı yapılmasın. Devlet madem ki, laiktir, onun bir din gibi algılanan bir ideolojisi olmasın. Müslümanlar, Masonlar, Sabataycılar eşit muamele görmelidir. Bir mevkiye ve makama bir Müslüman tayin edilince gürültü kopartılıyor, fakat bir Sabataycı veya Mason tayin edilince bu normal karşılanıyor. Böyle ikili standartlar demokrasiye, insan haklarına, eşitliğe hukuka aykırıdır. Resmî ideoloji taraftarları kendi partilerini kursunlar, seçimlere girsinler, kazanırlarsa ülkeyi onlar idare etsin… Buna da eyvallah diyoruz… 23 Mayıs 2003