Ricâl
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Perşembe
İnsanın kalitesi, fazileti, üstünlüğü, gücü iki kaynaktan gelir. Birincisi: Biojenetiktir; tabiatında, yaratılışında, cibilliyetinde vasıf vardır. İkincisi: Eğitimle, talim ve terbiye ile, rehberlik ile gelen vasıf, üstünlük, güçtür.
Biojenetiğinde, cibilliyetinde, yaratılışında vasıf olmayan kimse tahsil, talim ve terbiye görerek biraz vasıf kazanabilir ama kesinlikle çok olgun, kaliteli, kâmil bir insan olamaz. Binaenaleyh bir toplumun idarecileri ülkeye, millete, devlete, insanlığa, gerçeğe hizmet edecek vasıflı, üstün insanlar yetiştirmek istiyorlarsa adayları seçmek, arayıp bulmakla mükelleftirler. Fırsat eşitliği ile, rastgele eğitip okutmakla vasıflı, üstün, olgun insan yetiştirmek muhaldir (mümkün bir iş değildir).
Cibilliyetsizleri, tabiatının ana faktörü şakavet ve şer olan adayları okutmak; eşkıyaya silah temin etmek gibidir. Böyle kimseleri okutup yetiştiren bir toplum başını belaya sokmuş, kendi mezarını kendi elleriyle kazmış olur.
Bütün insanlar, insan olmak bakımından hukuk önünde eşittirler. Hepsinin evrensel hakları, hürriyetleri, haysiyetleri vardır. Ancak zekâ, akıl, ahlâk, fazilet, hikmet, cibilliyet bakımından insanlar eşit değildir. Genel ve mutlak eşitlik Rousseau’nun ortaya attığı bir kuruntu-teoriden ibarettir.
Çocukları ve gençleri seçip yetiştirmek için sadece zekâ testleri yapılması yeterli olmaz. Zekâsı çok yüksek olabilir de, karakteri bozuktur. Zekâ testinin yanında karakterini de öğrenmek gerekir. Sekiz ana karakter tipi vardır. Bunların bazılarını ne kadar okutsanız, eğitseniz başarılı olamazlar, yükselemezler.
Çocuklarda, gençlerde gizli yetenekler vardır. Bunların keşfedilmesi çok zordur. Napolyon Fransa Harpokulunda öğrenci iken çelimsiz, içine kapanık, suskun bir öğrenciydi. Lâkin onda öyle bir cevher gizliydi ki, daha sonra Büyük İskender, Sezar gibi bir cihangir, bir kanun koyucu, devlet teşkilatçısı olmuştur.
Ülkeye, millete, devlete, insanlığa, hakikate hizmet edecek gençlerin seçimi rasyonalist, pozitivist zihniyetle yapılamaz. Bu gibi adaylar, Tibet Budistlerinin Dalay Lama olacak çocuğu henüz küçükken bulmalarına benzeyen bir metodla bulunabilir.
Türkiye’deki Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na bağımlı millî eğitim sistemi ile resmî ideolojiye hâdim üniversite sistemi genç nesilleri iyi yetiştirememekte; onların arasından üstün, güçlü, vasıflı, faziletli, seçkin kimselerin çıkmasını temin edecek bir eğitim verememektedir.
Tarihte insan yetiştirmek bakımından en başarılı sistem, 1300 ile 1600 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Bu sistemde, Müslüman olmak şartıyla bir savaş esiri bile zekâsına, yeteneklerine, ahlâk ve karakteri derecesinde yükselebiliyor ve icabında imparatorluğun, devlet-i ebed-müddetin ikinci adamı (veziriazam) olabiliyordu. Osmanlı devleti, kuruluş ve yükseliş devirlerinde düzinelerce ırkın ve kavmin, eline geçirdiği seçkin çocuklarını yetiştirmiş ve din ü devlet hizmetlerinde başarı ile kullanmıştır. Tarihte kaliteli insanları böylesine başarılı bir şekilde değerlendiren ikinci bir örnek yoktur.
Dönmeler, iki kimlikli oldukları için Müslüman Türkiyelilerin, onların çocuk ve gençlerinin iyi ve güçlü şekilde yetiştirilmesini istemezler, onların içinden istidatlı bir kısmının özel eğitimle süper Türkiyeliler olarak hayata atılıp hizmet etmelerini kesinlikle arzu etmezler. “Benzeme benzet” ilkesi uyarınca kendilerine benzetip Dönmeleştirdikleri kimseler de aynı zihniyettedir. Onlar için Türkiye bir Tekelistan’dır, “yerli halkın” dizginleri ele geçirmesine fırsat verilmemelidir.
Tasavvufta kutub, gavs, nüceba, nükeba, ebdallar gibi yüksek şahsiyetler olduğu gibi; sosyal ve kültürel hayatta da toplumun bazı konu ve sahalarda bir, bazı sahalarda birkaç üstün, vasıflı, olgun, mümtaz büyük insana ihtiyacı bulunmaktadır. İslâm tarihinden ve kültüründen birkaç örnek vereyim: Selahaddin Eyyubî, İmam Şâmil, Emir Abdülkadir… İmamı Gazalî, İmamı Rabbanî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Hasan Şazelî… Bediüzzaman, Şeyh Sünusî… Gaspırali İsmail bey, Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Düzceli Zahid el-Kevserî… Türkiye’nin bu asırda böyle ricale (büyük adama) ihtiyacı bulunmaktadır.
İslâm’ın dışındaki medeniyetlerde ve alanlarda da birtakım güçlü adamlar yetişmiştir. Gandhi gibi.
Vasıflı, güçlü, olgun, örnek büyük adam dinini, inancını, idealini, dâvasını şahsî çıkarlarına âlet etmez. Zühdü ve fakrı seçer. Her hâlukârda ortahalli ve mütevazı bir hayat seviyesini aşmaz; altın gümüş, dolar euro biriktirmez, nefsanî ihtiraslarının mağlubu, mahkumu ve esiri olmaz.
İslâm’a ve Ümmet’e hizmet eden mâneviyat büyükleri çilelerle yetişir. Çilesiz mâneviyat sultanlığı mümkün bir iş değildir. Bu çileler iki türlüdür: Biri ihtiyarî, gönüllü olarak çile çıkarmak; ikincisi “Eşeddü’l-belâ ‘ale’l-enbiya, sümme’l-emselü…” (Belanın en şiddetlisi Allah’ın veli kullarınadır, sonra derece derece…) hadîsinde haber verildiği gibi ilahî hikmet, imtihan ve kader icabı gelen çilelerdir.
Tarihte iki türlü yüksek şahsiyet görülür. Birinciler gerçek yükseklerdir. İkinciler dejenere yükseklerdir. Bu ikinciler negatif büyük insandır. Onlardan ne ülkelerine, ne halklarına, ne devletlerine, ne insanlığa, ne de dinlerine bir hayır gelir. 25 Ekim 2002