Risale-i Nur Ümmet-i İslâmiyenin ortak malıdır. Binaenaleyh Nurcu olsunlar veya olmasınlar,

bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları Risale-i Nur hizmetlerini bilmeli, takip etmeli ve desteklemelidir.

Risale-i Nur imana, İslâma, Kur’ân’a, Sünnete, Şeriata, ümmete, İslâm ahlâkına hizmet etmiştir ve etmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin vefatına kadar Risale-i Nur camiası birlik, ittihad, vifak, tesanüd içindeydi.

Üstad hazretlerinin vefatından sonra maalesef parçalanmalar oldu…

Sanırım şu anda yirmi küsur bağımsız cemaat ve grup var.

Kimseyi üzmek, sinirlendirmek, öfkelendirmek istemem.

Ehl-i Tevhid, Ehl-i Kıble ve Ehl-i Sünnet olan bütün mü’minler kardeşlerimdir.

Meşrep farklılıkları önemli değildir. Kimseyi üzmek istemiyorum.

Risale-i Nur’un temel prensiplerinden biri de Huruf-ı Kur’âniyeyi yani İslâm ve Kur’ân yazısını muhafaza etmektir.

Kur’ân’ın Arapça orijinal metni ve nazmı nasıl Latin harfleriyle yazılamazsa,

bir tür Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur da İslam ve Kur’an yazısıyla yazılmalı ve yayınlanmalıdır.

Üstad hazretlerinin görüşü ve talimatı budur.

Gerçi Risale-i Nur’ların bizzarure, bilmecburiye Latin harfleriyle yazılmasına izin, ruhsat, fetva vermiştir ama bu ruhsat geçicidir.

Anadili Türkçe olan Müslümanların başlarına gelen büyük felaketlerden biri de

1928’de harf inkılabının yapılmış olması, bin yıldan fazla kullanılmış olan İslam harflerinin yasaklanıp Latin harflerine geçilmesidir.

Bu inkılap yüzünden Türkiyeli Müslümanların kültür, lisan, edebiyat, tefekkür hayatında korkunç ve vahim bir kopukluk olmuştur. Üstad hazretleri buna razı olamazdı.

Üstad, Latin harflerine

Ládinî Hurufat

diyor. Risale-i Nur’dan bu konuyla ilgili birkaç cümle ve paragrafı aşağıda okuyacaksınız.

“Risale-i Nur’un bir vazifesi…


Huruf-ı Kur’âniyeyi muhafaza olduğundan, yeni hurufa zaruret derecesinde İnşallah müsaade olur.”

(Kastamonu Lahikası, s. 444)

“Hatt-ı Kur’ân’ın refine çalışanları susturmalıyız. Ve Kur’ân’ı unutturmaya niyet edenlerin niyetlerini onlara unutturmalıyız.”

(Rumuzat-ı Semaniye, s. 20)

“Risale-i Nur’un bir vazifesi de bid’ate

(yeni harflere)

karşı Kur’ân yazısı ve harflerini muhafaza etmektir.”

(Kastamonu Lahikası, s. 77)

“Ecnebi hurufatını ehl-i İslâmın en mühim hükümeti resmî bir surette kabul ve neşir ve cebrettiği halde

Risale-i Nur şakirdleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’âniyi harika bir surette neşir ve tamim ile muhafazasına çalıştıkları bir zamanda…”

(Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, s. 138)

“…lâdinî hurufunun


resmen kabulü tarihine bir tek fark…”

(Rumuzat-ı Semaniye)


Zamanımızda Risale-i Nur cemaatleri içinde, üstadın yazı ve alfabe konusundaki istek ve talimatına en fazla riayet eden “Yazıcı Nurcular” denilen ve merkezi Isparta’da bulunan, Türkiye’nin her yerinde ve dünyanın bazı yerlerinde şubeleri bulunan muhlis, mübarek bir cemaattir.

Bu hayırlı cemaat bütün Risale-i Nur’ları Osmanlıca olarak yani İslâm ve Kur’ân yazısıyla yayınlamaktadırlar. İki seneden beri yaz aylarında Milli Eğitim Bakanlığı’yla işbirliği yaparak

Osmanlıca kursları açmışlar

ve

yüz elli bin kişiye, bin yıllık millî ve dini yazımızı öğretmişlerdir.

İnşallah birkaç yıl içinde bu rakam milyonları bulur.

Risale-i Nur’un bir özelliği de çok zengin, çok engin Osmanlı Türkçesiyle yazılmış olmasıdır.

Üstad hazretleri Risale-i Nur’ların sadeleştirilmesine,

bugünkü ahenksiz arı, duru öz Türkçeye tercüme edilmesine izin vermemiştir.

Lisan, kültür ve din faaliyetlerinin temel âletidir.

Lisan yozlaşırsa kültür de, dini tefekkür de yozlaşır.

1928’de alfabe devrimi yapıldıktan sonra, Bulgaristan’dan getirilip Dil Kurumunun başına geçirilen

Agop Martayan adlı Ermeni filolog

vasıtasıyla

zengin Türkçe tahrip edilmiş

, ortaya sade suya tirit ahenksiz ve derinliksiz uydurma bir dil çıkartılmıştır.

Risale-i Nur’ların orijinal metni muhafaza edilirse lisandaki yozlaşmalar ve tahribat bir dereceye kadar önlenebilir.

Üstadın vârisi ve vekili durumunda bulunan muhlis, has hizmetkârların muhalefetine rağmen

Risale-i Nur’ların, Üstadın lisan ve üslûbundan bugünkü yozlaşmış arı, duru, sade Türkçeye tercümesinin yapılmasını bendeniz bir Müslüman olarak doğru bulmuyorum.

Risale-i Nur’un has bir hizmetkarı olmadığım için bu konu da hod be hod kendi fikirlerimi ve tenkitlerimi ileriye sürmektense

Üstadın ve Risale-i Nur’ların has hizmetkarı merhum Mustafa Sungur

‘un, vefatından kısa bir müddet önce

hasta döşeğinde bu konu ile ilgili söylediklerini

internetteki görüntülü beyanından aşağıya naklediyorum.

Bakınız Risale-i Nurlara ve Üstada ihlasla, feragatle, fedakarlıkla, can ve başla hizmet eden bu muhterem zat, bu örnek Müslüman ne diyor?

“Bazı dergilerde ‘

bu işin üzerine fazla gitmeyin’

vesaire söylenmiş gibi ifade ediliyor.

Ben katiyen böyle bir şey söylemedim.

Çünkü Üstadımızın beyanı harici, sadeleştirme yazısı üzerine şey mi olur? Hayır ben öyle bir şey söylemedim… Söylemem de. Çünkü cevaz vermek gibidir… Neuzubillah bizim şeyimizin fevkinde bir şeydir.

Biz Üstadımızdan nasıl duyduksa, nasıl te’lif edilmişse, şimdiye kadar nasıl gelmişse öyle onun revacını istiyoruz.

Şimdi bu meseleyi şey edenler büyük hata ediyorlar yani.

Risale-i Nur’a büyük bir iftira ediyorlar, sadakatsizlik gösteriyorlar.

Bu Risale-i Nur’a tecavüzdür. Şimdiye kadar ….. bir asra yakın neşrolmuş da, bir şey olmamış da, şimdiden beri de sadeleştirmeye uğraması

doğrudan doğruya Risale-i Nur’a tecavüzdür…

Bütün onların hukuklarına, ağabeylerin hukuklarına tecavüzdür.

Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi baştan başa ihanettir Risale-i Nur’a…


Üstad’ın hukukuna tecavüzdür. Hiçbir şekilde cevaz verilemez. Üstad’ı beğenmemek gibidir. Üstad’ın sözleri yerine başkalarının sözlerini şey etmektir. Buna karşıyız.

Risale-i Nur’dan başka, Risale-i Nur’un esasından başka, şimdiye kadar te’lif olunduğu üzere, şimdiye kadar geldiği gibi onun hilafında sadeleştirmek neticesi altında yapılanlar tecavüzdür Risale-i Nur’a.

Biz böyle itikad ediyoruz ve böyledir de. Şimdiye kadar hiç değiştirilmedi de, neden

(şimdi)

bu iş böyle oldu?

Demek ki bazı muarızlar var, Risale-i Nur’u çekemiyorlar yani. Kendi ifadelerini Risale-i Nur’un yerinde, kendi ifadelerini, beyanlarını sokmak istiyorlar.

Bu bir aşırı davranıştır, bunun şiddetle önlenmesi lazımdır. Biz elimizden gelse her tarafa çıkarak bu ihaneti, bu tecavüzü lâ’net liyeceğiz. Lâ’net olsun yani.

Bunu kim yaptıysa elleri bacakları kırılsın bunların. Ne tecavüz yahu? Utanmadan…”

Bugünkü Türkçe ile Risale-i Nur’ların incelikleri, zenginliği, ufuk genişliği, davamızı ifade edilebilir mi? Maalesef edilemez.

Fuzulînin Hadikatü’s-Süeda

‘sı sadeleştirilince ne olur? Berbat olur… Kuşa döner… Bir nev’i tahrife uğramış olur.

Abdülhak Hâmid’in Makber

‘i sadeleştirilebilir mi?… O harika ve mükemmel Osmanlıca metin hiç uyduruk Türkçe ile ifade edilebilir mi?

İşte Risale-i Nur da sadeleştirilemez,

Üstadın zengin ve engin Türkçesinden uyduruk, fakir, derinliksiz, ahenksiz, dar öz Türkçeye tercüme edilirken nice dakikalarını, latifelerini, inceliklerini kayb eder.

Bütün samimi, muhlis, firasetli Risale-i Nur talebesi kardeşlerimin ellerinden öperek İslam ve Kur’an yazısını ve

Nurların asli=orijinal metnini korumalarını,

İslami yazımızı ve zengin kültür dilimizi Nurcu olmayan Müslümanlara da öğretmelerini naçizane ümit ve temenni ederim. Risale-i Nurların, Üstad hazretlerine ve has talebelere rağmen sadeleştirilmesi büyük bir vebáldir. Bunu yapanların birtakım

“tokatlardan”

korkmaları gerekir.

Bu yazımda sürç-i lisan ettimse affola. 07.09.2013