Cuma

 

Cumartesi saat 09.30’da el çantamı aldım, Yeşilköy havaalanına yollandım. Uçak seyahatleri ne kadar zorlaştı! Bir yığın arama tarama, iki kere X cihazlarından geçme (acaba sağlığa zararlı mı?)… Neyse uçağa bindik.

Dalaman’a

gideceğiz. Bir saatlik bir uçuştan sonra selametle indik.

Oradan otobüsle Marmaris’e gittik.
Bizi Rodos’a götürecek geminin kalkmasına daha birkaç saat var.

Öğle namazını bir camide kıldık. Çarşı pazar epey dolaştık. Hatıra olarak kalacak bir elsanatı eseri aradım, bulamadım, Kütahya çinileri her yerde var. Kapalıçarşı gibi bir yerde birkaç antikacı dükkânı vardı. Onlardan birine girdim. Enteresan parçalar vardı. Fiyatları çok yüksekti. İstanbul’da 1’e alınabilecek şey Marmaris’te 3-5’e satılıyor.

Marmaris’te bizi karşılayan turist rehberi hanım oradaki turizm sektörünün çan çekiştiğini söyledi. Biz ise turizmde patlama var sanıyorduk. Hatta “Öldü dememek için can çekişiyor diyorum…” şeklinde bir laf sarfetti. Rodos’u gezdikten sonra Marmaris’teki durgunluğun ve çöküntünün sebebini anladım. Aşağıda yazacağım…

Yunan bandıralı Catamaran gemisine bindik, bir saat sonra Rodos’ta olacağız, oruçluyuz inşaallah iftarı orada yapacağız. Geminin büfecisi Rodos Türklerinden… Yarenlik ettik, epey bilgi aldık. Ona şöyle bir soru yönelttim:

– Rodos Türklerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

– Parlak değil, dedi.

Rodos göründü.

Minaresi çifte şerefeli Sultan Süleyman Camii

ve birkaç cami daha.

Rodos’ta Türk-İslâm silüeti devam ediyor…

Otobüse bindik. Hilton otelinde yer ayırtmışlar oraya gidiyoruz. Güneş de ufka yaklaşıyor. Çantalarımızı odalarımıza koyduk, yemek salonuna indik. Hıristiyan bir ülkede yemek yemek bizim için o kadar kolay değil. Onlar domuzla haşir neşir olmuşlar. Etlerinin yenmesi helâl olan hayvanları da uygun şekilde boğazlamıyorlar. Her neyse ben çorba ve et yemeği almadım; balık, zeytinyağlı yemekler, meyveler, tatlılar… Açık büfe vardı. Müslüman müşteriler için bazı yemeklerin önüne tabelalar koymuşlardı,

“Dikkat domuz…”

Yatsı namazını adanın tek açık camii olan

İbrahim Paşa Camii’nde

kılacağız. Oraya gittik.

Rodos müftüsü İsmail Çakıroğlu Hoca vaaz ediyor.

Fazla cemaat yok. Ben duymadım yol arkadaşlarım anlattı. Hoca dehşetli Atatürkçüymüş. Sakalı ve bıyığı yok.

Teravih namazını

Ramazan münasebetiyle

Gümülcine’den gelmiş, Medine-i Münevvere İslâm Üniversitesi mezunu

sakallı bir hocaefendi kıldırdı. İbrahim Paşa Camii’nde hoparlör yok. Yıllardan beri hoparlörsüz namaz kılmamışım. Meğerse ne kadar güzel oluyormuş.

Namazdan sonra çarşıları, pazarları dolaştık. Cumartesi akşamı olduğu için her yer ışıl ışıl, içkili lokantalar (orada içkisiz lokanta yok), kafeler lebâleb İnsan dolu. Rodos, sanki bir açık hava müzesi. Her yer tarih, her yer kültür, her yer medeniyet.

Orada gecekondu, kırsal kesim kültürü yok.

Yarın gündüz gözüyle iyice gezip, birkaç hatıra eşyası almayı düşünüyorum.

Pazar günü…

Saat 10.00’da İbrahim Bey’le birlikte otelden taksiyle eski şehre gittik. Taksi şoförleri çok ciddî ve kibar insanlar. Sanırım orada turist kazıklama yoktur. Ada büyük değil ama büyük büyük oteller var. Tarihî limanda beş altı tane dev yolcu gemisi, çarşılarda, pazarlarda bin çeşit el sanatı ürünü, zeytinyağı, sabun, hakikî bal ve daha neler neler satılıyor. Hele el yapımı renkli cam tabaklar son derece göz alıcı. Venedik-Murano camlarına benziyor. Müzelerdeki iki-üç bin yıllık çömleklerin, heykelciklerin yüzde yüz benzerlerini yapmışlar. Kurşun mühürlerle mühürlemişler. sertifikaları ile birlikte satıyorlar.

Bir kavanoz

Girit kekik balı,

iki seramik tabak, biraz baharat aldım. Tabakların birinde bir Girit camii ve yanındaki eski evler canlandırılmış, diğerinde Girit’te yetişen parlak kırmızı bir çiçek resmi var. Elle boyanmışlar.

Cumartesi gecesi namazdan sonra yol arkadaşlarımdan birkaçı çok eski, çok antika bir kahvede oturup dinlenmişler. Yaşlı bir Türk karı-koca çalıştırıyormuş. Sohbet etmişler, nefis kahveler içmişler. Yüzelli yıllık bir kahvehane imiş.

1948’de Rodos, Yunanistan’a verildiği zaman adada yirmibeş bin Türk, yirmibeş bin Rum varmış,
şimdi beş bin Türk kalmış.

Sekiz camiden yedisi kapalı. Sultan Süleyman Camii yeni restore edilmiş, törenle açılacakmış.

Rodos müftüsü diğer camilerin de açılması için resmî makamlara müracaat etmiş.

Yunanlar “Siz bir camiye cemaat bulamıyorsunuz, yedi camiyi ne yapacaksınız?” demişler.

Rodos Müslümanları maalesef dinî bakımdan güçlü değiller. Vakit namazlarında, tek açık camiye bazen bir cemaat bile gelmiyormuş. Adadaki tek Türk okulu kapatılmış, binasını gördüm, mimarisi fevkalade idi. Türk çocukları artık

doğru dürüst Türkçe konuşamıyorlarmış.

Babası “Günaydın oğlum” dediğinde, evlat

“Kalimera”

cevabını veriyormuş.

Osmanlılar zamanından çok Türk-İslâm vakfı kalmış. Yunanlar onları da çeşitli yollarla ele geçiriyormuş. Rodos’ta tesettürlü bir Türk hanımı görmedim. Yok demiyorum. Görmedim diyorum… 06 Ekim 2007