Pazar

 

Taksim’de de Camiye İzin Yok!…

İtalya Roma’da yeni bir cami yapımına izin verilmedi… Bundan beş sene kadar önce Ankara’daki bakanlardan biri, ülkemizde çok kilise yapılmasını tenkit eden Müslümanlara karşı

“Avrupa’da cami yapılırken bizde niçin kilise yapılmayacakmış…”

diye cevap vermişti. O sayın zata sormalı: Şimdi de aynı fikirde misiniz?

Bizde de bazı yerlerde cami yapımına izin verilmiyor. Mesela Taksim’de. Karşı çıkanlar, bu meydanın laik olduğunu iddia ediyorlar.

Meydan nasıl laik oluyormuş?..

Taksim’de cami için ayrılan yere bir müze yapılacakmış…

Müslümanlar çok istiyorlar ama Taksim’e cami yaptıramıyorlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi onların elinde, Beyoğlu Belediyesi de… Niçin yaptıramıyorlar?.. Çünkü ağırlıkları, güçleri, kültürleri yetmiyor.

Taksim camii için birileri alt katında otopark, orta katta oto yedek parçacılar çarşısı, üst katta ibadethane olsun diyorlardı. Bu kafayla elbette yaptıramazlar. Orası Taksim… Sanayi mahallesi değil!

Taksim’e cami yapılacaksa Hindistan’daki

Tac Mahal

gibi olmalı… Benim param ve imkânım olsa, Taksim camii için

uluslararası bir proje yarışması

tertiplerim. Birinciliği kazanacak olana çok yüksek ücret veririm. Cami yapılamasa bile projesi dillere destan olur. Bu proje Türkçe ve İngilizce kitap şeklinde bastırılır. Dost düşman bütün dünya projeye hayran kalır.

Basit bir cami değil, bir anıt… Kültür merkezi…

Öyle 16’ncı asır Mimar Sinan yapılarının kupkuru taklidi de değil… Selçuklu, Beylikler, Osmanlı mimarîsinden ilham alınmış yepyeni bir eser.

Müslümanları,

“En alt katta otopark, onun üstünde yedek parçacılar çarşısı, onun üzerinde de sefertası gibi cami… Avlusunda darphane gibi para basan bir abdesthane…”

İşte Müslümanları bu kafa (yahut kafasızlık) bu hale getirmiştir…

Su Bakanlığı

Türkiye 2040’ta çölleşecekmiş… Medya için bu konu, bir tür

“çocuğun ısırdığı köpek”

haberi… Hem 2040’a daha çok var. Gün ola harman ola…

Uzmanlar, Türkiye’nin tamamı çölleşmez, bir kısmı çöle döner diyor. Rize, Trabzon, Doğu Karadeniz’de yağmurlar, sular bitmeyecekmiş.

Bir

“Su Bakanlığı”

kurulacakmış… Bu ne demektir?

• Bir milletvekiline bakan olma şansı doğacaktır. O makamda iki saat bile kalsa ömrünün sonuna kadar bakan emekli maaşı alacaktır,

• Bakanlık demek, bir yığın yeni memur kadrosu açılması demektir. Müsteşar, özel kalem müdürü, genel müdürler. Doğu Bölgesi Sular Genel Müdürü, Batı Bölgesi, Kuzey Bölgesi… Her vilayette su baş müdürü, her ilçede su müdürü… Binlerce su memuru… Oğullar, damatlar, yeğenler, partililer, hemşehriler ve daha neler neler…

• Bakanlık binası… Taşra şehirlerinde su daireleri… Büro eşyası, kırtasiye malzemesi… Telefonlar, fakslar, bilgisayarlar… Dosyalar dosyalar ve yine dosyalar… Birtakım tanıdık firmalara yüksek ücretle hazırlatılan sudan dosyalar… “Füsun hanım, TRJ16MNS 6789 WX no’lu dosyayı getiriniz!..”

• “Türkiye Birinci Sular Genel Kongresi” toplanacak. Lüks bir otelde. Tartışmalar yapılacak, yemekler yenilecek, raporlar hazırlanacak…

• Devlet Bütçesine yüklü bir Sular fonu konulacak.

• Şu meşhur, şu anlı şanlı, şu dillere destan müteahhidler Sular Bakanlığını pervaneler gibi tavaf etmeye başlayacaklar. Kulaklarımızı açalım ve neler dediklerini duymaya çalışalım. “Sayın Bakanım, sayın müsteşarım… Su gibi aziz olunuz… Aman bana bir ihale…”

İstanbul’un suyu şehre yeterdi ama Türkiye’nin dörtte (veya üçte) birini bu şehre ve civarına çekmeselerdi. İstanbul’u bu kadar büyütenleri bacaklarından asmalı.

Yüz sene önceleri bu şehirde onbinlerce kuyu, pınar, sarnıç vardı, Osmanlılar zamanında çıkmış gazetelerdeki

“Satılık hane”

ilanlarını okursanız onlarda “Sultanahmet’te satılık ahşap hane. Bahçesinde iki masuralık suyu vardır” gibi cümleler okursunuz. Kuyular vardı. Bizanslılar zamanından beri büyük ve küçük sarnıçlar vardı.

Dostlarımdan bir mimar anlattı. Bir tanıdığı Yedikule’de eski tarihî bir ev almış. Mutfağının zemininde kare şeklinde bir taşı kaldırmışlar, altından içinde billur gibi su olan küçük bir sarnıç çıkmış. Yağmur suları orada toplanıyormuş.. Şehirdeki bu pınarların, kuyuların, sarnıçların hepsinin korunması gerekirdi… Biz ise hepsini battal ettik. Büyük şehirlerin milyonlarca halkı susuzluğa bir hafta, iki hafta, bilemediniz üç hafta, dayanabilir. Sonra homurtular yükselir ve birtakım sosyal patlamalar meydana gelebilir. Su meselesinin şakası yoktur.

İstanbul’a filan nehirden veya çaydan su getirilecekmiş… Ya onlar da kurursa?.. Onların suyu ile yaşayan, ziraat yapan halk ne olacak? Susuzluk zenginleri, seçkinleri, kaymak tabakayı vurur mu? Vurmaz vurmaz… Onlar Fransa’dan ithal edilen

Perrier

maden suyu ile yıkansalar bile bütçeleri sarsılmaz. Onlar zengin, onlar seçkin, onlar güçlü ve onlar haklıdır. Çocukluğumda duymuştum,

bazı Mısırlı zenginler, içme sularını bidonlarla Karakulak’tan (Beykoz) getirtirlermiş…

Türkiye su meselesini sadece ve sadece İslâmî hayat tarzına, İslâm’ın yaşayış prensiplerine dönmekle halledebilir. Nasıl? Her şeyde olduğu gibi suda da israf yapılmayacak. Peygamber “Akar sudan abdest alsanız bile israf etmeyiniz” buyurmuştur. İstanbul ve beş altı büyük şehrin nüfusunu “normale” indirmek için çareler ve çözümler aranmalı ve hayata geçirilmelidir. Aksi takdirde susuzluk felaketi bizi feci şekilde vuracaktır.

Okulda ve fakültede iken mimsiz medeniyet taraftarı

Beyazlar

bizlere şöyle derlerdi:

“Bir toplum ne kadar fazla su kullanıyorsa

(yani ne kadar fazla su israf ediyorsa)

o derecede medenîdir…”

Bu dedikleri boş ve fos çıktı! Diğer dedikleri gibi.. 27 Ağustos 2007