Salı

Avrupa Birliği Romanya’ya güzel bir yılbaşı hediyesi verdi. Bundan böyle Romanya vatandaşları Schengen alanı ülkelerine vizesiz seyahat edebilecekler. Schengen ülkeleri şunlar: Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, Yunanistan, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İspanya, Portekiz, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Norveç, İzlanda.

Vizesiz seyahat üç ayla sınırlı, gittiği ülkede çalışamaz, 500 Euro göstermek mecburiyeti var.

Romanya, Avrupa Birliği üyeliğine aday on iki ülke listesinin en sonundaydı; diğer on bir ülke vatandaşlarına Schengen alanı ülkelerine vizesiz seyahat hakkı daha önce tanınmıştı. En son Romanya’ya tanındı.

Gelelim bize. 60’lı, 70’li yıllarda Türkiye vatandaşları vizesiz on dört Avrupa ülkesine seyahat edebiliyorlardı. Ben Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İsviçre, Avusturya’da sadece pasaportumu göstererek gezmiştim. Neydi o günler…

Şimdi Türk vatandaşları sanki vebalı insanlardır. Vize alabilmek için konsoloshanelerde çekilen eziyetler yüz kızartıcıdır.

– Tapu senetlerini getir, bir görelim!

– Banka cüzdanlarını getir, bir bakalım!

Herifler neredeyse “Karını getir…” diyecekler.

Türkiye o kadar kötü idare edildi ki, bütün itibarını yitirdi. Şu anda bize Schengen alanında serbest seyahat imkânı tanınsa milyonlarca perişan vatandaşımız yollara düşer ve bir iki sene içinde Avrupa’yı batırır.

Bizi bu halimizle Avrupa Birliği’ne asla almazlar. Ümitlendirmelerine bakmayınız. Alsalar bir türlü, almasalar bir türlü, adamlar iki arada bir derede kalmışlar. Onlar şu iki şeyi istemiyor:

– Türkiye’nin İslâm dünyasına kaymasını ve güçlü bir devlet ve ülke olmasını,

– Avrupa Birliği’ne girip huzur ve düzenlerini bozmasını.

Yukarıya tükürsen bıyık, aşağıya tükürsen sakal…

Şöyle bir Türkiye istiyorlar: Ne çok yükselsin, güçlensin; ne de büsbütün batsın, iflâs etsin. Bu işin ortası şudur: Çökmemesi için biraz elinden tutulur, az buçuk yardımcı olunur. Tam iflas edeceği, Arjantinleşeceği zaman beş on milyar dolar verilir, biraz nefes alır…

Avrupalılar bu Türklerin ataları olan Osmanlı’dan az mı çekmişlerdi. On altıncı asırda Akdeniz bir Türk gölü haline gelmişti. Osmanlılar Viyana’yı iki kere kuşatmışlardı. 1683’te az daha alıyorlardı da Kırım Hanı’nın vazifesini yapmaması yüzünden bozguna uğramışlardı.

Türkler tekrar kendi kimliklerine dönsünler, tekrar güçlensinler, tekrar üstün olsunlar… Böyle bir şey Avrupalılar için en büyük kâbustur.

Türkiye büsbütün çökerse olmaz, büsbütün güçlenirse o hiç olmaz. En iyisi koltuk değneğiyle yürüsün.

Avrupalılar kendi ülkelerinde “Hıristiyan Demokrat Parti”leri olmasını gayet tabiî karşılıyor. Lakin Türkiye’de bir İslâm Demokrat Partisi olmasını kesinlikle istemezler, böyle bir şeye izin vermezler.

Avrupalılar, kendi ülkelerindeki Müslüman kızların başörtüsü ile üniversitelerde okumalarına itiraz etmezler. Fakat Türkiye’de böyle bir şeye asla izin vermezler. Onlarda laikliğe aykırı olmaz, Türkiye’de fena halde aykırı olur.

Avrupa ülkelerinde gerçek demokrasi, ya hukuk devleti yahut hukukun üstünlüğü prensibi, din ve vicdan hürriyeti, bağımsız yargı vardır. Ama Türkiye’de böyle şeylerin kendilerindeki kadar olmasını istemezler. İster gibi görünmelerine bakmayın.

Onlar Türkiyelileri şu yalanlarla uyutuyor:

– Maşaallah, İslâm dünyası içinde en örnek, en model ülke sizsiniz. Aman bu yoldan ayrılmayınız… Bizdeki bazı safdiller de ağızları kulaklarında biz neymişiz be diyorlar.

Avrupa düvel-i muazzaması Lozan’da bize kerhen bağımsızlık vermiştir. Henüz mahiyeti ve maddeleri açıklanmamış dehşetli tâvizler karşılığında.

Avrupalılar Türkiye’nin sınır komşularıyla, yakınındaki İslâm devletleriyle iyi münasebetler içinde olmasını istemezler. Onların bu siyasetleri yüzünden, dört yüz sene birlikte yaşadığımız Suriye ile münasebetlerimiz, Moğolistan ile Venezuela ilişkileri kadar eften püftendir. O komşumuzla uzun bir sınırımız var. Niçin çok sıkı ticarî, turistik ilişkilerimiz yok?

Türkiye Müslüman bir ülkedir, Avrupa ise bir Hıristiyan Birliği’dir. Dinimizi bırakmadıkça bizi aralarına almayacaklardır.

İspanya’da yapılan bir toplantıda iki Türk delegesi “Biz Türkler tarih boyunca birkaç defa din değiştirdik, Avrupa Birliği’ne girmek için gerekirse İslâm’ı bırakabiliriz…” mealinde laflar etmişler. Onlar böyle diyor ama gel gelelim Türk milleti İslâm’ı bırakmaya niyetli değil. Ne yapsalar acaba?

Bu TürklerHıristiyan olmaz. İyisi mi onları İslâm’dan uzaklaştırmak en akıllı yoldur. Bir yandan çarpıtılan laikliği destekler, öte yandan dinle hayatı ayırmak demek olan sekülerleşme cereyanını körüklerler. Musalli Müslüman olmasınlar da musallâ Müslümanları olsunlar, o zaman bir sakınca ve beis yoktur.

Hangi Avrupa ülkesinde devlet din işlerine karışıyor? Hangi Avrupa ülkesinde yüksek rütbeli papazlar, piskoposlar, kilise reisleri, hahambaşıları devletin baskısı altındadır? Avrupa’da dinî hizmet ve faaliyetler yüzde yüz serbesttir. Buna benzer bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetinin Türkiye’de Müslümanlara tanınmasını isterler mi?

Avrupa’da dindar bir Müslüman kadın parlamento üyesi seçilse, Meclis kapısından kovulur, vatandaşlıktan atılır mı?

İngiltere’de, başka Avrupa ülkelerinde, arzu eden Müslümanlar sarık sarıyor, şalvar giyiyor, sakal bırakıyor, onlara bir karışan var mı? Orada bir Müslüman kadın çarşafla gezmek isterse kim ne diyebilir? 70’li yıllarda, dostlarımdan iki Alman Müslüman, Muhammed Sıddîq ile Hamîs Malezyalı iki hanımla evlenmişlerdi. Kadınlar başlarını örtüyorlar ama yüzlerini kapatmıyorlardı. Müstakbel eşleri, “Yüzünüzü de kapatırsanız sizinle evleniriz” şartını koymuşlar, kızlar da kabul etmiş, peçe takmaya başlamışlardı. Bir gün otoyol üzerinde polis kontrolü vardı. Polisler peçeli hanımların yüzlerini açmasını istemişler ve onların kadın olduklarından emin olunca çok özür dilemişlerdi. Almanya’da bu kadar geniş bir din hürriyeti vardır. Türkiye’de böyle bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetine razı olurlar mı?

Velhasıl, sırada bekleyen on iki aday ülke Avrupa Birliği’ne üye olur ama Müslüman Türkiye’nin kabul edilmesi çıkmaz ayın son çarşambasınadır. 09 Ocak 2002