Sabataycı Kadrolaşma
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Çarşamba
Bakanlar feryat ediyor; “Davul bizde, tokmak başkasının elinde…” diyor. Hükümet, vilayetlerdeki müdürleri bile tayin edemiyormuş. Soyadı “Kuran” olan bir bürokratın, sırf bu soyadı yüzünden tayini yapılmamış. Öte yandan Sabataycı basın da feryat ediyor: “Hükümet imamları önemli mevkilere geçiriyor…” şeklinde başlıklar atıyor. İddiaları inceliyorsunuz ki, adamcağızın tek suçu bundan yirmi sene önce İmam-Hatip mektebinde okumuş olması. Bu bir suç mudur? Bu okullar devlet okulları değil midir?
Dindar vatandaşların yüksek mevkilere tayin edilmesini hoş görmüyorlar. Dindar olmak suç mudur? Anayasa’ya, temel insan hakları ilkelerine göre suç değildir ama bir zihniyet bunu Cumhuriyet için tehlike ve tehdit olarak görüyor.
Peki, kadrolaşma konusunda dindarlar ile Sabataycılar arasında eşitlik var mıdır? Maalesef yoktur. Bir makama, mevkiye bir Sabataycı getirildiği vakit protesto edilmiyor, feryad ü figan kopartılmıyor.
Masonlar için de durum aynıdır. Masonlar birbirlerini koruyor, kolluyor ve devlet içinde kadrolaşıyor.
Bu memleketin büyük çoğunluğu Müslüman değil midir? O halde niçin dindar Müslümanlardan korkuyorlar? Bu memleket, öncelikle onların vatanı değil midir?
Büyük bir hastahanemizde ihtisas yapan Kosovalı bir doktorun başına gelenleri anlattılar: Adamcağızın büyük bir suçu meydana çıkmış. Meğerse karısının başı örtülüymüş. İhtisas yaptığı kliniğe hakim Sabataycı ve çok ilerici kişiler adamı afaroz etmişler, “Sen burada ihtisas yapamazsın, kaydını sildir, başka yere git…” demişler. Böyle bir davranış hukuka, temel insan haklarına, insafa, vicdana, iz’ana uygun mudur? Dindar olup olmamak, karısının başı örtülü olup olmamak vatandaşın kendi bileceği bir iş değil midir? Ne karışıyorlar?
Muhteris, militan Sabataycılara karşı bir beyanname yayınlayan “Sabetaycı Yapılanmaya Karşı Bilinç ve Tercihli Alışveriş İnsiyatifi Başkanı Mehmet Emre Güreli” (Kendisi de insaflı ve ılımlı bir Yahudidir) beyannamesinde Üniversitelerimizdeki Sabataycı yapılanmayı cesaretle dile getiriyor, isimler veriyor.
Devletin, üniversitelerin, ülke çapında çok önemli ve hayatî kuruluşların başına Sabataycı elemanlar getiriliyor; bu kadrolaşma Cumhuriyet için bir tehdit ve tehlike teşkil etmiyor da, birtakım dindar bürokratlar bazı makamlara tayin edilmek istenince niçin tehlike ve tehdit oluşuyor. Bunun açık ve samimî bir şekilde kamuoyuna anlatılması gerekir.
Militan, fanatik, ültra, muhteris Sabataycıların veya Yahudi asıllıların bu davranışından bazı insaflı Sabataycılar bile şikayetçi ve tedirgin olmaktadır.
Türkiye, çeşitlilikler içinde bir bütündür. Bu bütünün içinde Sabataycıların hakları olduğu gibi Müslümanların da hakları vardır. Bu memleket Sabataycılara, ataları Sabatay Sevi’den kalma bir çiftlik veya mandıra değildir. Bu vatan hepimizindir. Makamlara, mevkilere, emanetlere sadece ve sadece ehliyet ve liyakate göre tayin yapılmalıdır. Devlet için en büyük tehlike ve tehdit Sabataycı kadrolaşma ve yapılanmadır.
Bu ülkede, sayıları kesin olarak bilinmemekle beraber, dört ayrı Farmason teşkilatının da tahminen on bin kadar üçyıldızlı kardeş üyesi bulunmaktadır. Sayıları bu kadar az olmasına rağmen hemen hemen bütün su başlarını onlar tutmuştur. Devlet içinde gizli bir Bahaî kadrolaşması ve yapılanması vardır. Gerçekten lâik bir sistemde din ve inanç ayırımı yapılmaz. Makam, mevki ve memuriyetlere kim ehil ve layık ise o geçirilir.
Mü’min olmak, namaz kılmak, oruç tutmak, karısının ve kızının başları örtülü olmak, içki içmemek, dans etmemek, içkili toplantılara katılmamak hiçbir zaman bir suç ve ayıp teşkil etmez.
Dinî inançlar ve ibadetler tartışma konusu yapılamaz. Bu memlekette Sabataycılar ne kadar hürse, Mülümanların da o kadar hür olması gerekir.
Türban, siyasal İslâmın simgesi değildir. Tesettür İslâmî bir farzdır. Kur’ân’la, Sünnetle, icma-i ümmet ile sabittir. Biz Müslümanlar tesettürü asla tartışmayız. Bu konuda ondört asırlık çok kesin, çok muhkem bir icmâ bulunmaktadır. Kenar mahalledeki ev kadını, köydeki hanım başını örtebilir ama üniversiteli kız, baroya kayıtlı hanım avukat, memure örtemez… Böyle bir ayırım temel insan haklarına, eşitlik ilkesine, din ve vicdan hürriyetine aykırıdır.
Dindar olmayan, hattâ bazısı ateist olan nice insaflı ve vicdanlı yazar, fikir adamı, aydın vatandaş başörtüsü konusundaki tabuları, yasakları şiddetle tenkit ediyor. Bu konudaki yazılar bir araya getirilse kocaman bir kitap olur. Gülay Göktürk ateist olduğunu cesaretle itiraf eden bir yazardır. O, medenî ve insaflı bir aydın olduğu için başörtüsü kavgasında Müslümanları savunmakta ve desteklemektedir. Artık bu iş kabak tadı vermiştir.
Yakın tarihte devletin çok önemli bir finans kurumunun başına getirilen ve geçirilen bir kişi bu ülkeye tam kırk milyar dolara mal olmuştur. Dindar bürokratlarla, başörtüsüyle uğraşanlar onunla niçin uğraşmıyorlar?
Müslüman bir ülkede dindar Müslümanlarla uğraşmak, çok büyük bir talihsizliktir. Türkiye’de İslâm’ı kösteklemek, durdurmaya çalışmak iklimleri, güneşin doğuşunu ve batışını, takvimi durdurmaya yeltenmek kadar saçmadır, abestir. Ne günlere kaldık! 26 Haziran 2003