Çarşamba

 

Devletin önemli bir mevkiine dindar, namaz kılan, oruç tutan, hanımının başı örtülü, içki içmeyen, dans etmeyen sofu bir Müslüman getirilebilir mi? Getirilemez. Bunlar büyük bir bürokrat için sakınca teşkil eder. Sabataycı ve benzetilmiş büyük medya böyle bir tâyini yadırgar, yaygara kopartır, “Aşırı dinciler devlet kadrolarına sızıyor” diye manşetler atar.

Geçenlerde sayın Recep Tayyip Erdoğan bir dış seyahat yaptı. Yanında hayli gazeteci, iş adamı vardı. Zâhirde o ülke resmen ziyaret ediliyordu. Ancak o seyahatin asıl gayesi, Başbakanın orada vazife gören yüksek seviyede bir diplomatımızla özel bir görüşme yapması idi.

Bu diplomatımız ülkemizin çok önemli, çok hayatî, çok hassas bir istihbarat teşkilatının başına geçirilmek isteniyordu.

Bu Türk tiplomatının özellikleri nelerdi?

1. Annesi Sabataycı idi,

2. Babası Sabataycı idi,

3. Eşinin annesi Sabataycı idi.

4. Kendisi İsrail’de yetişmiş, yetiştirilmişti. İyi derecede İbranice biliyordu.

Müslüman bir vatandaşın namaz kılması, dindar ve sofu olması, içki içip dans etmemesi sakınca teşkil ediyor da; Sabataycı bir vatandaşın iki kimlikli olması, iki din taşıması, zahirde Müslüman gibi görünüp gizlice Yahudiliğin bir tarikatına bağlı bulunması, İsrail’de yetişmiş olması niçin sakınca teşkil etmiyor, niçin devletimiz için bir tehdit ve tehlike oluşturmuyor?

Türkiye’de öyle makam mevkiler vardır ki, onlara etnik köken ve kimlik olarak Sabataycı olmayıp da, Sabataycılar tarafından kendilerine benzetilmiş Müslümanlar ve Türkler bile getirilmez. İlle de Sabataycı olması gerekir. Böyle bir ayırım, anayasamızın eşitlik ilkesine ters düşmüyor mu?

Çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği bir ülkede birtakım önemli, hayatî, stratejik makam, mevki ve köşebaşları dindar Müslümanlara verilmiyor, Sabataycılara veriliyor. Bu durum normal midir?

Bazı makam ve mevkiler var ki, oraya geçecek kimsenin ve eşinin Sabataycı olması gerekir.

İstisnâî zaruret hallerinde, kendisi Sabataycı değilse, eşinin mutlaka Sabataycı olması icap eder.

Türkiye bağımsız bir devlettir. Bazı önemli, hayatî, stratejik mevkilere getirilecek, geçirilecek bürokratların ülkenin ve devletin bağımsızlığına gölge düşürecek yapıda olmamaları üzerinde dikkatle durulmalıdır.

Beş altı seneden beri İsrail’in ülkemiz, devletimiz üzerinde büyük tesiri görülmektedir. Önemli bir istihbarat kuruluşunun başına İsrail’de yetişmiş, iyi İbranice bilen, etnik köken ve kimlik olarak Sabataycı olan, açık konuşalım “Gizli Yahudi” olan bir bürokrat getirilirse, böyle bir tayin devletimiz, Cumhuriyetimiz, ülkemiz, bağımsızlığımız için birtakım sakıncalar meydana getirmez mi?

Madem ki, bazı önemli mevkilere, makamlara, köşebaşlarına dindar Müslümanlar getirilmiyor, o halde o makamlara Sabataycılar da getirilmemelidir.

Aynı sakıncalar Masonlar için de geçerlidir. Masonluk uluslararası, kökü dışarıda, gizli, esrarlı, elitist, kozmopolit bir teşekküldür. Masonlar rant, makam, mevki, menfaat temini gibi hususlarda kendi “kardeşlerini” korurlar. İlerici, çağdaş, laik gruplar Nakşîlerin veya Kadirîlerin devlet içinde kadrolaşmasını nasıl istemiyorsa, Masonların ve Sabataycıların da kadrolaşmasını istememelidir.

Müslümana kırmızı ışık, Masona veya Sabataycıya yeşil ışık… Böyle bir standart elbette insan haklarına, hukuka, eşitlik ilkesine; ülke, halk ve devlet olarak Türkiye’nin âlî menfaatlerine ters düşer.

Bazı önemli devlet toplantılarına birtakım gazeteler ve televizyonlar çağırılmıyor, onlar takip etmek isteseler de içeriye alınmıyor. Gerçi onların dindar girişimciler tarafından kurulmuş ve idare edilir olması bu da yanlış bir ayırımcılıktır. Amerika’nın önemli günlük gazetelerinden biri, Boston’da yayınlanan “The Christian Science Monitor” gazetesidir. Bu çok güçlü, tesirli, vasıflı, ciddî gazete “The Christian Science Church” dini veya tarikatı tarafından kurulmuştur, işletilmektedir. Amerika devlet ve hükümet makamları bu gazeteyi, dinî bağları dolayısıyla dışlamaya kalkışsalar orada kıyametler kopar, büyük protestolar olur, şiddetli tepkiler meydana gelir. Devlet, hükümet, büyük bürokrasi, birtakım güçlü resmî özerk kuruluşlar Müslümanlar, Masonlar, Sabataycılar arasında ayırım yapmamalıdır.

Devlet içinde devlet gibi olan önemli istihbarat kuruluşunun başına İsrail’de yetişmiş, iyi İbranice bilen, anne baba ve eş tarafından Sabataycı olan bir vatandaş geçirilirse, zaten bozuk olan dengeler büsbütün bozulacaktır. Bizde maalesef dindarlık, sofu Müslümanlık bir suç, tehlike, tehdit gibi görülmektedir. Müslümanları kontrol altında tutmak, bölmek, parçalamak, provoke etmek, manipüle etmek için büyük gayret gösteriliyor. Aslında laik bir sistemin dine karşı cephe alması çok yanlış bir iştir. Ne oluyor, ne bitiyor; haber toplamak olabilir ama Müslümanları bölmek, manipüle etmek, islâmî hareketi, siyasal İslâm’ı kontrol altında tutmak; Müslümanların arasına casus, ajan, provokatör, manipülatör sokmak gibi aşırılıklar devletin işlerinden değildir.

Önemli istihbarat teşkilatımızın başına Sabataycılıkla, Masonlukla ilgisi olmayan ılımlı, kokmaz buluşmaz, dinî ve sosyal kimlik bakımından Müslüman, mazisi temiz, vatansever, şimdiye kadar hiçbir kirli işe bulaşmamış, kursağından haram lokma geçmemiş temiz bir bürokrat getirilmelidir.

Bir bürokratın islâmî bir tarikat üyesi olması mademki, bir sakınca teşkil ediyor; onun Mason veya Sabataycı olması da aynı şekilde sakınca teşkil etmelidir.

Dışişleri bakanlığımızın durumunu biliyoruz.

YÖK’te, üniversitelerimizin su başlarında kimler olduğunu biliyoruz.

Büyük medyayı kimlerin kontrol ettiğini biliyoruz.

Büyük finansın, büyük iş hayatının iplerini kimlerin oynattığını biliyoruz.

Türkiye’de aşırı bir Sabataycı ve Mason kadrolaşması mevcuttur.

Böyle bir kadrolaşma ile sağlıklı, dengeli bir devlet ve toplum yapısı kurulamaz.

Sabataycılık ve Masonluk bir suç, tehdit ve tehlike değilse, Müslümanlık da değildir.

Efendiler! Eşitlik ilkesine dikkat edelim, riayet edelim. 31 Temmuz 2003