Sabataycı Üstad-ı Âzam
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Perşembe
En yukarıda Atatürk’ün portresi asılı, altında pergelli gönyeli mason amblemi var. Gazete haberinin başlığı, “Masonlar şeffaflaştı”. “Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası” kapılarını medyaya açmış, kendini tanıtmış. Türkiye’de bir tek mason teşkilatı yoktur. Yukarıda adı geçen locadan başka üç ayrı mason teşkilatı daha bulunmaktadır. Bir kısım mason teşkilatlarında kainatın Yüce Yaratan’ına inanmak şartı vardır. Ateistleri ve agnostikleri aralarına almazlar. Bir kısım localar ise ateist ve agnostik felsefeye bağlıdır ve şiddetli din düşmanıdır. Kapılarını medyaya açan mason teşkilatının başkanı “Büyük Üstad” Sahir Talat Akev aynı zamanda Sabataycıdır. Akev’ler Selanik kökenli zengin bir tütüncü ailesidir.
Madem ki, masonların bir kısmı kapılarını açtı; aynı şeffaflık Selanik Dönmeliği, Sabataycılık konusunda da yapılmalıdır. Artık Sabataycılar da gizlilik prensibini bırakmalı, kendi gerçek kimliklerini ortaya koymalıdır.
Sabataycılık yavaş yavaş ülke gündemine girmektedir. Bundan birkaç yıl önce büyük kalabalıklar, bu gizli azınlığın adını bile bilmezlerdi. Artık Selanik Dönmesi, Sabataycı, Avdetî gibi kelimeler kullanılmaya başlandı. Zamanla bu konuda ciddî, objektif, ilmî, tarafsız yayınlar yapılacak, esrar perdeleri aralanacak, karanlıklar giderilecektir. Ben şahsen masonların şeffaflaşmasının ciddî bir teşebbüs olduğuna inanmam. Bir kere, kapılarını medyaya açan loca bütün masonları temsil etmemektedir. İkincisi, gizlilik masonluğun temel prensiplerindendir.
Garibime giden bir husus da, mason localarında Atatürk’ün resminin asılı olmasıdır. Malum olduğu üzere Atatürk Mason localarını kapatmıştır. Localar ancak onun ölümünden sonra, İsmet Paşa’nın Millî Şeflik devrinde tekrar açılabilmiştir. Peki, masonlar kendi localarını kapatan bir zatın resimlerini hangi maksatla localarının baş köşesine asmaktadır? Madem şeffaflaşıyorlar, bu konuya da açıklık getirebilirler mi?
Atatürk inkılaplarının bir maddesi de beynelmilel, kökü dışarıda, esrarlı Mason tarikatlarının kapatılmasıdır.
Türkiye’de Masonluk bir yandan ilerliyor, güçleniyor; öte yandan geriliyor ve gücünü yitiriyor. Son otuz yıl içinde Mason teşkilatına bir sürü arivist, şâibeli, hedonist, kapkaççı adam girmiştir. Ben Masonluğa karşı olmakla birlikte, onun da kendine mahsus ilkeleri, kuralları olduğunu bilen bir kimseyim. Masonluktaki insan kalitesi her geçen gün düşmektedir. İdeallerin, prensiplerin yerini hedonizm, kazanç hırsı, zenginleşme hırsı almıştır. Her sahada olduğu gibi masonlar arasında da para en büyük, belki de tek değer haline gelmiştir. Bu yazdıklarımı masonlar da pek âlâ bilmektedirler. Lakin dışarıya fazla açılmazlar. Şeffaflığın da bir derecesi ve sınırı vardır…
Türkiye uluslararası çapta fikir adamı, filozof, hukukçu, edebiyatçı, romancı, şair, mimar, sanatkâr yetiştiremiyor. Soruyorum size: Ülkemizde bir Türk fikir adamı tarafından Türkçe olarak yazılmış bir düşünce, fikir, felsefe kitabının İngilizce, Fransızca, Almanca gibi büyük dünya dillerinden birine tercüme edildiğini duydunuz mu? Maalesef hiç yoktur.
Küçük Finlandiya’nın yakın tarihte uluslararası çapta iki büyük sanat adamı olmuştur. Biri Jean Sibelius, diğeri Alvar Aalto’dur. Birincisi müzik sahasında ülkesine büyük şeref temin etmiş, diğeri mimarlık konusunda dünya çapında ün kazanmıştır. Fince küçük bir dildir, başka milletler ona rağbet etmezler, öğrenmezler. Bu lisan ile yazılmış düşünce, sanat, edebiyat, felsefe eserleri pek tanınmaz. Lakin müzik ve mimarlık, tercüme edilmeye ihtiyaç göstermeyen iki dildir ki, Finlandiya Sibelius ve Aalto ile bunlarla kendini dünyaya tanıtmıştır.
Türkiye Finlandiya gibi küçük bir ülke değildir. Bir kere bizim çok büyük bir tarihimiz vardır. Üç kıt’ada bir cihan barışı kurmuş olan Osmanlı devlet-i ebed-müddetinin mirasçısıyız. Bizim Mimar Sinan’larımız, Barbaros Hayreddin’lerimiz, Fatih’lerimiz, Kanuni’lerimiz, Sokollu’larımız olmuştur.
Peki yakın tarihteki sönüklük, donukluk, çapsızlık sebepleri nelerdir?
Bizi birtakım yanlış ilkeler, ideolojiler, felsefeler bugünkü hale getirmiştir. Mazi ile aramızdaki bağlar kopartılmış, lisanımız bozulmuş, uydurma bir tarih çıkartılmış, millî kimlik erozyona uğratılmıştır.
Yüzölçümü küçük, nüfusu az medenî ülkelerde çok güçlü eğitim vardır. Mesela altı yüz küsur kilometre karelik Singapur mini-devletinin okulları, liseleri, üniversiteleri en büyük ve ileri ülkelerinkilerle yarışacak, boy ölçüşecek vasıfta ve güçtedir. Bizde ise okullar, liseler çökertilmiş, üniversiteler orta okul seviyesine düşürülmüştür. İşleri güçleri başörtülü avı olan adamlardan ne hayır gelir?
Aydınlarımıza, okur-yazarlarımıza zengin, öğrenilmesi zor gerçek Türkçeyi öğretmedikçe kültür ve medeniyet yarışında derece almamız mümkün olmayacaktır. Üç beş yüz kelimelik uydurukça Türkçe, arıdil ile demagoji yapılır ama ilim, irfan, tefekkür yapılamaz.
Aydın ve okumuş geçinen tabaka 1928’den önce yazılmış ve basılmış milyonlarca kitabı, belgeyi, kitabeyi okuyamazsa elbette uluslararası çapta düşünce, sanat, edebiyat, felsefe kitabı üretemez. Nobel konusunda yıllardan beri biz de bir rekor kırmış bulunuyoruz. Solcu bir romancımız bilmem kaçıncı defa Nobel’e aday oluyor ve yine kazanamıyor. Bu da bir rekordur ve bir teselli mükafatıdır. 30 Nisan 1999