Pazar

 

Ilgaz Zorlu beyin “Evet Ben Selânikliyim” (Belge Yayıncılık, İstanbul, 0212/517 44 53) kitabı günümüzün ve yakın tarihimizin çok önemli bir meselesine, Sabataycılara, yâni zahiren Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Sabatay Sevi’nin dinine ve tarikatına mensup bulunan Yahudi-Türklerin konusuna ışık tutuyor. 174 sayfalık bu kitapta öyle bir cümle var ki, bunu okuyan kişi çok hayatî, çok önemli, çok esaslı bir sırrı çözmüş olur. Hemen soracaksınız, “Bu cümle hangisidir?” Sorunuza maalesef bu sütunlarda açık cevap veremeyeceğim. Çünkü kitabın içinde gizlenmiş olan bu cümleyi açıkladığım takdirde, bu yaştan sonra mahkemelerde sürünmem, hattâ zindanlara atılmam bile mevzuubahis olabilir. Buna katlanamam. Merak edenler adıgeçen kitabı alır, dikkatle okur ve o cümleyi bulur.

Sabatay Sevi kimdir? Her Türkiyeli bu zatı iyi bilmekle, yakından tanımakla mükelleftir. Her iş bitti de, İzmir’de zuhur etmiş, Yahudilerin beklediği mesih-i mev’ud (Vaad edilmiş mesih) olduğunu iddia etmiş, çağının (1626-1676) Yahudileri arasında heyecan fırtınaları meydana getirmiş, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının bir kısmını kardeşlerine ve yakınlara peşkeş çekmiş, bugünün lâik Türkiye’sine damgasını vurmuş bir adamı elbette tanımak mı gerekiyor? Evet, gerekiyor.

Sabatay Sevi, kardeşlerine ve yakınlarına krallıklar vermiştir. Onun bu hareketi, Osmanlı Devleti tarafından idam edilmesini gerektirecek bir teşebbüstü. Buna rağmen idam edilmemişse, Müslüman olmak suretiyle hayatını kurtarabilmişse, bunda Osmanlı’nın engin müsamahası ve geniş din hürriyeti anlayışının rolü büyüktür.

Devletlerin ve ülkelerin idaresinde kelle sayısının önemi yoktur. Önemli olan keyfiyettir, kalitedir. Kelle sayılarını, kesin olarak bilmediğim Sabataycılar eğitim, kültür, vasıf, güç bakımından ülkemizin ezici çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlardan çok kuvvetli ve üstündür. Birkaç yabancı dili çok iyi bilen, ABD ve Avrupa üniversitelerinde tahsil görmüş; medya, iktisat, diplomasi gibi dallarda uzmanlığı ve birikimi olan Sabatycılar Türkiye’de hayata hakim olmuşlar, köşebaşlarını ele geçirmişlerdir.

Müslümanlara yıllardan beri bir “Türkiye Yahudileri ve Sabataycılarını Araştırma Enstitüsü” kurmalarını, ilmî araştırmalar yapmalarını ve yatırmalarını, bu konuda kitaplar ve dergiler yayınlamalarını defalarca tavsiye ettim. Tekliflerim bir ilgi görmedi. Zaten bu gibi şeyler kırsal kesim, gecekondu, taşra, varoş kültürü, marjinal zihniyet ile gerçekleştirilemez.

Din baronlarının aklı fikri para toplamaktır. Onların ana prensib “Biz kendi hizmetlerimize bakarız, başka konularla ilgilenmeyiz, dünya yıkılsa, memleket batsa bizi alâkadar etmez” ilkesidir.

Yahudilerin, Sabataycıların aleyhinde bulunulsun, antisetimizm yapılsın demiyorum. Bilinsin, tanınsın, ilmî araştırma yapılsın, bilgi ve vesika toplansın, konu aydınlansın istiyorum. Bu bir suç mudur?

Son bir asırlık tarihimizde kimler Sabataycıdır? Şu anda medyada, Dışişleri Bakanlığı’nda, üniversitelerde, kültür müesseselerinde, iktisadî ve sınaî hayatta belli başlı Sabataycılar kimlerdir? Türkiye Hahambaşılığı onların Yahudi olduklarını pekalâ bildiği halde niçin bu iki kimlikli cemaati dışlıyor, tanımazlıktan geliyor? Selânik’te okul açmış olan Sabataycı Şemsi efendi, niçin çok önemli bir kişidir? Amerika’da, yayınlanan bir Yahudi gazetesinde yakın tarihimizin çok önemli bir şahsiyeti hakkında yapılan akıllara durgunluk verecek ifşaat doğru mudur?

Maalesef Müslümanların üzerine sanki ölü toprağı serpilmiştir. Şimdiye kadar Sabataycılık hakkında yüzlerce kitap ve uzun ilmî araştırma makalesi hazırlanıp yayınlanmış olmalıydı. Cami helâları, cami hoparlörleri, imamevleri (meşruta), kurban etlerini bir yıl saklamak için soğuk hava depoları gibi konularda kırk yıldan beri milyarlarca dolar harcayan islâmî kesim, ülkenin en önemli meselesi hakkında ilmî ve ciddî araştırma ve neşriyat yapmak için bir kuruş bile harcamıyor.

Bu konu din baronlarını hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Onlar, kendilerine para getirecek, taraftar temin edecek, şan ve şeref kazandıracak, benliklerini tatmin edecek konulara bayılırlar. Sabataycılıkta para olsa ona sarılmazlar mıydı?

En az yirmibeş zeki ve ahlâklı Müslüman Türk çocuğuna imkan temin ederek İbranice öğrenmeleri sağlanmalıdır. Bu iş, çocukların eline burs vererek olmaz. Hoca bulacaksınız, gerekirse yurt dışına göndereceksiniz, sıkı bir çalışma sonunda birkaç yıl içinde İbranice öğrenecekler. Hem İbranice de yetişmez. Ladino ve Yidiş dilleri de öğrenilmelidir.

Birkaç tarihçimiz arşivlerimizi didikleyerek Sabataycılar hakkında belge ve bilgi toplamalıdır. Gerçi, İsrailli tarihçi Scholem’in iddiasına göre bizim devlet arşivlerimizdeki Sabayatcılarla ilgili dosyalar ve belgeler yok edilmiştir ama emin olmak için bizim de büyük bir dikkatle bir kere daha incelememiz gerekir.

Türkiye Yahudilerini ve Sabataycılarını incelerken kesinlikle antisemitizm tuzağına düşmemeliyiz. Son derece ağırbaşlı, soğukkanlı, bîtaraf hareket etmeliyiz. Duygusallıktan kaçınmalıyız, garazkâr olmamalıyız, kıymet hükmü vermemeliyiz.

Atalarımız Osmanlılar 1492’de İspanya’dan koğulan Yahudileri ülkemize kabul ederek büyük bir insanlık, medeniyet, hürriyet, tolerans sergilemişlerdi. Biz onların torunlarıyız. O yolda devam etmeliyiz.

İsrail makamlarına ve buradaki Başhahamlığa baskı yapılarak (hukuk ve insan hakları dairesinde) Sabataycıların Yahudi olduklarını kabul ettirmeliyiz.

Bazı Sabataycılar ihtida edebilir, gerçekten samimî Müslüman olabilirler mi? Onlar zaten “Dönme”dir. Bir kere daha döndüklerinden nasıl emin olacağız, nasıl güveneceğiz?

Sabataycı cemaat asırlardan beri ikili oynamıştır.

Kendi halinde yaşayan, etliye sütlüye karışmayan Sabataycı vatandaşlara birşey dediğim yoktur. Lâkin bazı Sabataycıların İslâm ve Müslümanlar aleyhinde çalışmalarından elbette memnun değilim.

Sabataycıların artık iki kimlikli olmaktan vaz geçmeleri gerektiğine inanıyorum. Açıkca Yahudi olduklarını haykırmalıdırlar. Ahlâk bunu gerektiriyor. 17 Ocak 2000