Sabataycılar Arasında Kavga
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Salı
1. Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk öğretmeni olan Selanikli Şemsi efendi yakın tarihimizin çok önemli bir şahsiyetidir. Türkiye’deki bugünkü laik ideoloji ve sistemin mânevî babası ve mimarı, dolaylı olarak bu zattır.
2. Şemsi efendi Sabatay Sevi’nin dinine mensup bir Yahudi hahamı olup asıl ismi Şimon Zwi’dir. Bilindiği gibi Sabataycı Yahudilerin iki kimliği bulunmaktadır. Zâhirde ve görünüşte Türk ve Müslüman isimleri taşırlar, gerçek kimlikleri ise Yahudiliktir. Halen İstanbul’da bir başhahamları (Bir tıp fakültesinde profesörlük yaptığı söyleniyor), hahamları, sinagogları (havraları), kendilerine mahsus mezarlıkları bulunmaktadır.
3. İstanbul’daki Şişli Terakki Lisesi, Sabataycıların eski, büyük, köklü, güçlü eğitim müesseselerindendir. Bu okulun başlangıcı, Selanik’te Şemsi efendinin (nâm-ı diğer: Şimon Zwi’nin) kurmuş olduğu mekteptir. Bu Sabataycı okul, Türkiye’ye laiklik, çağdaşlık, uygarlık ışıkları getiren nice Sabataycı ve Türk gencini yetiştirerek bu ülkenin, bu milletin, bu devletin başına geçirmiştir.
4. Geçen hafta Sabataycıların büyük medya organlarından Sabah gazetesinde, Şişli Terakki Vakfı ile Şişli Terakki Mezunları Derneği arasında, Şişli Terakki Lisesi’nin Teşvikiye Camii yanındaki binası dolayısıyla çıkan büyük kavgaya yer verildi. Şu anda bina boş duruyormuş. Bir müteahhide verilerek buraya büyük bir iş sitesi yaptırılmak isteniyormuş. İddiaya göre “işi alacak müteahhitten bir milyon dolar makbuzsuz para talep edilmiş.” Vakıf ve Dernek idarecileri ve sorumluları arasındaki kavga ve tartışma devam etmektedir. Ilgaz Zorlu bey bu konuda basın bildirileri yayınlamış, suiistimal (yolsuzluk) yapan bazı cemaat mensuplarını ifşa etmiştir. “Ilgaz Zorlu bizden para istedi” şeklinde bir söz sarfedilmişse de, bunun aslı olmadığı, Zorlu’nun “Üsküdar Bülbülderesi Sabataycı mezarlığının temizlenmesi için para değil, yardım istediği” anlaşılmıştır.
Değeri trilyonlar eden Şişli Terakki Okulu binası yıllardır boş tutulmaktadır. Bina, hiçbir ihale açılmadan Sabataycı bir zatın özel şoförüne gayet cüz’i ücretle otopark olarak kiralanmıştır.
Okulla ilgili Sabataycı bir şahsiyetin şahsî servetinin son on yıl içinde akıllara durgunluk verecek bir şekilde çoğaldığı söylenmektedir. Bir memur maaşı ile bunca servete, mülke, kotralara nasıl sahip olabildiği doğrusu meraka değer bir konudur.
Şu anda sistemin kilit noktalarında birçok Sabataycı, yani Yahudi-Türk bulunmaktadır. Büyük bir devlet adamının karısı Yahudidir. Önemli bir bakanlığın bakanı yine Yahudidir ve cumhurbaşkanı yapılmak istenmektedir. Aynı bakanlığın yirmi beş büyük ve üst dereceli bürokratı da Yahudidir. Medyada, üniversitelerde, iş hayatında Sabataycı Türk-Yahudileri suların başlarını tutmuşlardır.
Habeşistan’daki zenci Fallaşaları bile Yahudi olarak kabul eden ve ülkesine getirten İsrail makamları Türkiye’deki Sabataycı Yahudileri Musevî olarak kabul etmemekte ve “Siz sakın İsrail’e gelmeyi düşünmeyin, Türkiye’de kalmalısınız, hizmetiniz oradadır” der gibi hareket etmektedir.
Ilgaz Zorlu İsrail ve Türkiye hahambaşılıklarına müracaat ederek “Sabataycıların Yahudi sayılmalarını” istemişse de müsbet bir cevap alamamıştır.
Antisemitizm yapılmaktan dikkatle kaçınılarak Türkiye’deki Sabataycı cemaat üzerinde ve son çıkan Şişli Terakki Lisesi tartışması hakkında araştırma ve yayın yapılmalıdır. Bir kısım Sabataycıların ülkemizde bir Sabataycı saltanatı kurmak istemeleri, kendi açılarından haklı ve meşru olabilir ama Yahudi kökenli olmayan Türklerin de onları tanımaya, amaçlarını bilmeye, kimler olduklarını öğrenmeye hakları vardır.
Bizdeki siyasî ve idarî sistemin kilit noktalarındaki Sabataycılar kimlerdir? Bunların gizli Yahudi adları var mıdır? Hangi siyasî parti Sabataycı Türk-Yahudilerinin kontrolu altındadır? Sabataycıların ülkemizde kurmuş oldukları oligarşik yapı hukuka, demokrasiye, insan haklarına uygun mudur? Bu gibi soruların cevaplarını aramak, bunları tartışmak zararlı değil, aksine çok yararlıdır.
Pazar günü yabancı dergiler, kitaplar ve bir de cep telefonu almak için Beyazıt meydanına gittim. Polisler seyyar satıcılara, isportacılara nefes aldırmıyordu. Nice işsiz ve perişan vatandaş orada birkaç kuruşluk ticaret yaparak evlerine ekmek götürüyorlardı. Lakin devlet artık izin vermiyor. Aynı devlet, Adapazarı’nda Aziz Mahmud Hüdaî Vakfı’nın zelzelezedelere çıkarttığı günde on bin tabaklık yemek yardımına da mâni oldu. Vakıf idarecileri valiye gitmişler, vali iki kolunu açarak, “Mesele beni aşıyor, emir yukarıdan geliyor, yemek yardımı yapamazsınız” demiş.
Zavallı bir kadın bir köşede yere serdiği gazetenin üzerindeki el örgüsü eski bir kazağı satmaya çalışıyordu. Dönüşte şunu alayım da başka bir fakire vereyim, kadıncağıza yardım olsun diye düşündüm, unutmuşum, vicdanım rahatsız oldu.
Çınaraltında tesbih satan emekli bir imamdan yüssürü üzerine fildişi ve gümüş kakmalı bir tesbih aldım, damla kehribarlı bir de gümüş püskül eklettim. Ucuz kitaplar sergisinden bir milyon liraya on kitap satın aldım, satıcı üç de kitap hediye etti. Onüç kitap bir milyona. Ne ucuz. İki adet Fransızca Geo dergisiyle, bir güzel sanatlar dergisi alarak eve döndüm. Tabiî bir de cep telefonu. Meretin nasıl çalıştığını bile bilmiyorum. Bilen birine sorup öğreneceğim. Köyde lazım olmasaydı, kesinlikle almazdım.
Memleketin durumu hiç de iç açıcı değil. Pislik, kokuşma, rezalet gırtlağa kadar. Ne sanayide, ne edebiyatta, ne sanatta, ne devlet idaresinde bir gelişme ve salâh var. Türkiyeliler ne kendi yüzde yüz millî ve yerli otomobillerini yapabiliyorlar, ne de bir Nobel ödülü kazanabiliyorlar. Yalan, hıyanet, bayağılık, vasıfsızlık, hırsızlık, alçaklık kol geziyor. Milyonlarca insanın dini imanı para olmuş. İslamcı geçinen bazı sürüngenlere bakıyorum, onların da aklı fikri, dini imanı para.
Bazı ahmaklar, “Bugünkü sıkıntılar bitecek, memleket güllük gülistanlık olacak, iyi günler gelecek” diye bekliyor. Hangi kafayla, hangi cehdü gayretle, hangi irade ile olacak bu güzel şeyler? Zelzele riski devam ediyor. Adamın biri beni neredeyse boğacak, “Çocuğum okula gidiyor, benim işim var. Felaket dellallığı yapmaktan utanmıyor musun?” diye serzenişte bulunuyor. A zavallı, ben “Bayram haftası” diyorum, sen “Sandal tahtası” diyorsun. Benim seni uyarmam, sana lâf anlatmam mümkün mü?
Boğaz’da petrol yüklü iki büyük gemi çarpışsa ve denize dökülen neft ateş alsa, İstanbul’un hali ne olur? İlgililer tedbir alıyor mu?
Milyonlarca vatandaş sefalet içinde çile dolduruyor. Tarhana çorbası pişirip de içine ekmek doğrayıp karnını doyurmak imkanından mahrum aileler varmış. Şu yetmiş milyonluk kocaman ülke beş bin ailenin daha zengin, daha güçlü, daha keyifli olması için çalışıyor. Böyle bir ülke batmaz da ne olur.
Cumhurbaşkanı “Devlet cinayet işlemez” demiş. Devlet cinayet işledi diyen mi var? Cinayeti devlet değil sistemin çeteleri ve gizli güçleri işliyor, işletiyor.
Geçen gün bir toplantıda ilkokul mezunu dindar bir vatandaş konuşuyordu. İnşaallah biz İslam’ı, Asr-ı saadeti geri getireceğiz diye boyundan büyük laflar ediyordu.
Şehrin boğucu bir havası var. Köye gitmek istiyorum, yollarda kar varmış, dağ başında kalırım da kurda kuşa yem olurum diye korkuyorum. Tek çare eve kapanmak, kitap okumak, ağır saz eserleri dinlemek ve üzülmek. 26 Ocak 2000