Kanal 7’deki Sabataycılık yayını sabah üç buçuğa kadar sürdü. Yorgun argın eve geldim, çantamı hazırladım ve sabah namazından sonra Yunanistan ve Makedonya seyahatine çıktım. Yollar güzel, mesafeler hızla aşılıp geçiliyor. Gümülcine’deki bazı dostlar ve tanıdıklar beni karşılarında görünce âdeta gözlerine inanamadılar, “Sabaha doğru televizyondaydın, ne çabuk geldin?” dediler.

Seyahatimle ilgili tafsilatı daha sonra yazacağım… Şu anda bir husus üzerinde duruyorum, kısaca onu beyan edeyim.

Üsküp’te eski Osmanlı çarşısındaki bir dükkanın önünde yol arkadaşlarımla konuşuyorduk. Dükkancı dışarıya çıktı ve “Yüzünüzü göremedim ama sesinizi tanıdım, hoş geldiniz” dedi. Televizyondaki uzun tartışma veya müzakereyi o da dinlemiş.

Makedonya’nın ta batısındaki Ohri şehrinde bile o program takip edilmişti ve alâka görmüştü.

Edindiğim intibaya göre Türkiye’deki ilgi ve merak çok büyük olmuş. Şimdi herkes Sabataycılıktan bahsediyor. Birkaç sene önce kimsenin bilmediği gizli ve esrarlı bir konu ülke gündemine girmiştir.

Militan Sabataycıların iki prensibi vardır: Biri gizlilik, ikincisi takiyye. Şimdi onlar bu durum karşısında ne yapacaklar?

Asıl tiyatro bundan sonra başlayacaktır.

– Kendilerini acındıracaklar, “Bizim Sabataycı olduğumuzdan haberimiz yoktu, sizden öğrendik” diyeceklerdir.

– Zulme, baskıya, antisemit saldırılara mâruz kaldıklarını söyleyeceklerdir.

– Bazı Müslüman aydınları kendi taraflarına çekeceklerdir.

Zaten gazete okumam, televizyon seyretmem; seyahatte iken hiçbir şeyden haberim olmadı. Döndüğümde Müslüman medyada bir yazarın, “Biz hüsn-i zan ile memuruz. Adamlar ve kadınlar ‘Biz Müslümanız’ diyorlarsa kabul etmeye mecburuz” şeklinde bir müdafaada bulunduğunu söylediler. A mübarek! Peki, bunlar Müslüman da, bazıları niçin İslâm ve Müslümanlar aleyhinde bu kadar faaliyette bulunuyorlar? Böyle bir şey Müslümanlığa yakışır mı?

Militan İslâm ve Müslüman düşmanları yakın tarihimizde dindar çoğunluğu medya terörü ile sindirmişlerdir. Şimdi de aynı metodu uygulamak isteyeceklerdir.

“Kahrolsun Şeriat!” diyen, Tekin Alp takma isimli Moiz Kohen’i tenkit etmek ve lanetlemek antisemitizm yapmak mıdır? Biz bu memleketi seven, Müslüman çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerine saygı gösteren Musevilere bir şey demiyoruz. Onlar vatandaşlarımızdır, Türkiye’nin mozayiğinin bir parçasıdır. Lâkin, Tekin Alp isminin arkasına sığınarak benim dinime, imanıma, mukaddesatıma, din ve vicdan hürriyetime, millî kimlik ve kültürüme saldıran bir Yahudi ile, yasal sınırlar ve medenî kurallar dairesinde mücadele etmeye hakkım yok mudur?

Yahudiler Birinci Dünya Savaşı’nda, “Siyon lejyonları” kurarak iki cephede, Çanakkale ve Filistin’de Türklere karşı savaşmışlar ve Osmanlı devletinin çökmesinde büyük rol oynamışlardır. Bu tarihî gerçeği kim inkâr edebilir? Onları bu konuda tenkit etmek antisetimizm mi olacaktır?

Ben bu ülkede, ezici çoğunluğa mensup bir Müslüman olarak bin türlü ezaya, cefaya, zulme, haksızlığa mâruz kalıyorum. Bu zulümleri yapanlar anti-islâmist olmuyor ama Yahudileri tenkit edenler antisemit oluyor. Bu ne biçim mantıktır?

Bu memlekette hangi Yahudi dininden, inancından, Musevî şeriatına bağlılığından dolayı asılmış, zindanlarda çürütülmüş, olağanüstü mahkemelerde süründürülmüştür? Bir tek örnek verilemez. Müslümanlar ise sürüm sürüm süründürülmüş, binlercesi idam edilmiş, yüzbinlercesi sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, parya muamelesi görmüştür.

Militan Sabataycılar kendilerini Türkiye’nin efendileri, sahipleri gibi görüyor. Zorba, baskıcı, dayatıcı, tâvizsiz bir tutumları var. “Bu ülkede İngiltere’deki, İsviçre’deki gibi bir demokrasi yürümez. Çünkü Müslümanlara güvenilmez. Onlara serbestlik verilirse hakimiyeti ele alabilirler” diyenleri var.

Türkiye’deki din-devlet (daha doğrusu din-rejim) kavgası ve zıtlığı Sabataycı zihniyetin eseridir.

İslâm bu ülke, bu halk, bu devlet için en büyük güç kaynağı, en büyük destek, en nurlu rehberdir. Müslümanlar bu memlektin çoğunluğudur. İslâm’a ve Müslümanlara zıt gidilerek Türkiye’ye hizmet edilebilir mi?

Bütün vaktimiz, bütün enerjimiz, bütün fırsat ve imkanlarımız bu din-devlet kavgasında ziyan olup gidiyor. Bu kavgayı kaldırsak, din ile devleti barıştırsak, medenî ve ileri ülkelerde olduğu gibi din-devlet işbirliğini sağlasak iyi olmaz mı? İyi olur ama militan ve radikal Sabataycılar böyle bir şey istemezler. Çünkü onların gizli bir saltanatı vardır. Önemli ve hayatî olan o saltanatın sarsılmamasıdır.

Bu memlekette İslâm’a karşı olan iki zümre vardır. Birincisi açıktan açığa din ve dindar düşmanlığı yapan, çoğunluğun temel hak ve hürriyetlerini tanımayan militan, radikal, aşırı ve azgın dinsizlerdir. İkinciler ise, dine ve dindarlara hizmet iddiasıyla faaliyet gösteren birtakım din sömürücüleri, mukaddesat bezirganlarıdır. Birinci zümre, bu ikincileri el altından desteklemekte, teşvik etmektedir. Hattâ, bazılarıyla gizli anlaşmaları, protokolları olduğu söyleniyor.

Militan ve radikal Sabataycılar İslâm’a ve Müslümanlara karşı açmış oldukları savaşa son vermedikçe mücadelemiz devam edecektir. Güçlerine fazla güvenmesinler. Haklılar sonunda galip gelir.

Bir takım dolaplar döndüğüne, gizli toplantılar yapıldığına dair haberler alıyorum. Danışıklı dövüşler, acındırmalar, bilmezlikten gelmeler, bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktur numaraları…

İslâmcı kesimde, İslâm düşmanı militan marksistlerle, radikal ateistlerle, Ebû Cehil’lerle son derece sıkı fıkı dost olan adamlar vardır. Onlar kalplerindeki yamukluk sebebiyle, yahut bazı çıkarlar uğrunda Sabataycıların avukatlığını yapmaya soyunacaklardır.

50’li yıllarda Sabataycı bir gazeteci, İslâm ve Müslüman aleyhtarlığının öncüsü olmuştu. Bu zat son padişah Sultan Vahdettin’in nefretini kazanmış, Atatürk tarafından gazetecilikten ve yazmaktan menedilmiş, Adnan Menderes ise hakkında ‘Onun dostluğundan da, düşmanlığından da Allah’ı sığınmak gerek’ demişti. Başta merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek olmak üzere bütün Müslüman yazarlar, fikir adamları, politikacılar o militan Dönme’nin karşısındaydılar. Hepsi rahmet-i Rahman’a kavuştu. Şimdi mezarlarından kalkıp da bazı Müslüman kalemlerin Sabataycı militanların avukatlığına soyunduklarını görseler ne kadar kederlenirlerdi.

Türkiye’de gizli devlet heyûlasını yıkmak, din-devlet kavgasını kaldırmak, temel insan hak ve hürriyetlerine saygılı bir rejim kurmak, hukukun üstünlüğünü sağlamak, çoğunluğa sömürge yerlisi muamelesi yapılmasına son vermek, korkunç boyutlardaki kirliliği ve kokuşmayı önlemek velhasıl kurtulmak ve yücelmek istiyorsak millî irade üzerindeki gayr-i meşru vesâyetleri kaldırmak zorundayız.

İslâm’a ve Müslümanlara saldıran militan Sabataycılarla mücadelemiz daha yeni başlamıştır. Ya saldırılarına son verir, çoğunlukla yâni Müslümanlarla barışırlar yahut da bütün meşru vasıtalarla ve metodlarla kendilerini uyarmaya devam deceğiz. 01 Ekim 2000