Sabataycılık Konusu Abartılıyor mu?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Pazartesi
Sabataycılık konusunda ifrat ve tefrit (iki zıt aşırılık) var mıdır? Bence vardır.
Bu bir aşırılıktır. Bazıları ise ülkemizde gizli bir Sabataycı saltanatı, hâkimiyeti olmadığını, bu gibi iddiaların hayal, vehim, kuruntu ve paranoyaklık olduğunu söyleyip yazıyor. Bu da tefrittir (aşırılığın öbür ucudur).
Sabataycılık nedir? Sabataycılık her şeyden önce büyük bir realitedir. “Ben böyle bir şey görmüyorum…” A mübarek sen görmüyorsun yani bilmiyorsun diye bu realitenin yokluğuna mı karar vereceğiz? Hava da görülmüyor, ruh da görülmüyor, atomlar da görülmüyor…
(1) Bu iki kimlikli, iki dinli, dıştan Türk ve Müslüman gibi görünen, gerçekte ise Sabatay Sevi dinine (Musevîlikten azma bir sekt) mensup olan cemaat ülkemizde devlet içinde devlet kurmuştur. Ana meselelerde hep onların dedikleri, istedikleri olmaktadır. Sabataycıların iradesi millî iradeden, hukuktan, millî-İslâmî kimlikten, halkın oyları ile seçilmiş siyasî iktidardan daha üstündür.
(2) Sabataycılar homojen yapılı bir zümre değildir. Birtakım âşiretlere, kabilelere, parçalara ayrılmışlardır ve araları açıktır.
(3) Yakın tarihimizdeki ârıza ve kazalarda onların büyük rolü, tuzu-biberi vardır.
(4) Ülkemizdeki
Din ile devletin barışmasını da onlar engellemektedir.
(5) Sabataycılar büyük çoğunluk itibarıyla şehirli, medenî, yüksek tahsil yapmış, iyi okumuş kimselerdir. Köşebaşlarını tutmuşlardır.
Bu iddialar tartışılabilir. Bence Sabataycılık konusunda en büyük aşırılığı
gibi tezler ileri sürenler yapıyor.
Bir soru: Sabataycılar bu kadar güçlü iseler, kendilerine saldıranları niçin ezmiyorlar?..
Cevap basittir: Onların ülkemizdeki diktatörlükleri demokratik bir diktatörlüktür.
Bir diktatörlük rejiminde olduğu gibi karşıtlarını zorbaca, despotça susturup ezemezler. Bu işi nazikçe,
yaparlar. Öyle doğrudan doğruya vurmazlar. Dolaylı şekilde cezalandırırlar. Bu konuda fazla yazsam başım belâya girecek… Firaset sahipleri anlarlar.
Sabataycılar, iddia edildiği kadar güçlü, kadrolaşmış, muktedir değildir diyenler şu sorulara cevap verebilirler mi?
(1) Halk şu veya bu muhafazakâr partiyi iktidara getiriyor ama (bu iktitara gelenler R.E.B) gerçek mânâda iktidar olamıyor? Niçin?..
(2) Başörtüsü konusunda milletin ezici çoğunluğu serbestlik ve hürriyet istiyor. Sabataycılar ise olmaz diyorlar ve onların dediği oluyor. Niçin?
(3) Türkiye’yi dünyada temsil eden önemli bir bakanlığın üst düzey yirmi beş bürokratının yirmisi Sabataycı, bu bir tesadüf müdür?
Evet, Sabataycılık konusunda ifrattan ve tefritten kaçınmalıyız ama bunu yaparken realiteleri inkâr etmemeliyiz. Türkiye’yi ellerine geçirmişlerdir. İnkâr etmekle bu gerçek ortadan kalkmaz.
Bendeniz din hocası değilim, fetva veremem. Zaten, rastgele her hoca ve ilâhiyatçı da fetva veremez. Fetva verebilmek için ehliyetli, liyakatli, icazetli müftü olmak gerekir.
Ancak bazı kesin dinî meseleler vardır ki, onları beyan etmek, Müslümanlara hatırlatmak,
için müftü olmak gerekmez. 2 kere 2’nin dört ettiğini, parçanın bütünden büyük olamayacağını, bir çocuğun yaşça babasından daha yaşlı olamayacağını söylemek için matematikçi, mantıkçı, biyoloji âlimi olmak gerekmediği gibi.
Bu açıklamadan sonra bazı kesin din hükümlerini sevgili Müslüman kardeşlerime hatırlatmakta yarar görmekteyim. Bunlar tartışılmaz gerçeklerdir.
(1) İslâm, usûl yani inanç ve temel hükümler bakımından Hazret-i Âdem’den Hazret-i Muhammed aleyhisselama kadar vahy edilmiş ve Kıyamet’e kadar geçerli olan hak dindir. Değişiklik füruatta, şeriatlarda olmuştur. Binaenaleyh Allah katında hak ve geçerli olan tek din İslâm’dır. Bu husus Kur’ân ayetleriyle sabittir.
(Peder, Oğul, Ruhü’l-Kuds inancı)
Museviliği, Nasranîliği ve İslâm’ı hak dinler olarak kabul eden
Bu cereyan kesinlikle İslâm’la bağdaşmaz.
(2) Tesettür Kur’ân ile, Sünnet ile, 1400 yıllık icmâ-i ümmet ile sabit bir farz-ı ‘ayndır. Bu farza aykırı içtihad yapılamaz, fetva verilemez.
(3) Kalbinde imanı olan bir kimse Resûl-i Kibriya Efendimiz için “o bir postacı idi, öldü ve işi bitti…” gibi lâflar edemez.
(4)
Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da İslâm dinine bağlıydı. Kur’ân, Hazret-i İbrahim için “O Yahudi ve Nasranî değildi, hanif bir müslimdi” buyurmaktadır.
(5)
Binaenaleyh dindar Müslüman hanımlarla, dindar Müslüman erkeklerin, nâmahremlerle tokalaşmamasını tenkit etmek din ve inanç hürriyetini ihlâl olur.
(6)
gibi sözler hezeyandan ibarettir.
(7)
Müslümanların vazifesi dâvet ve tebliğdir. Tevhid akidesinden sapmış, Hazret-i Muhammed’in risaletini inkâr eden kimseleri ehl-i necat ve ehl-i cennet olarak göstermek itikadla ilgili dehşetli bir bid’attir.
(8) Kendilerini uyaran mü’min ve müslim kardeşlerine düşman olan, gayr-i müslimleri dost ve veli edinen kimseler kesinlikle doğru yolda değildir.
(9) Hiçbir
kendisini Kur’ân’ın, Sünnet’in, icma-i ümmetin üzerinde görmeye yeltenmesin. Böyle
kişiyi, içi ateş dolu bir uçuruma düşürür.
Sevgili Müslüman kardeşlerim.
Birtakım meşakkatler çekilse de Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan kıl kadar ayrılmamak gerekir. Bu yol Peygamberin, Ashabının, Tabiînin, Selef-i Sâlihîn’in, Eimme-i müctehidîn’in, mücedditlerin, fukahanın, âmil âlimlerin, kâmil mürşidlerin, Allah dostlarının yoludur. Ehl-i Sünnet yolunda çekilen çileler mü’min kul için en büyük kazançtır. Zaman zaman ağızlarından dinimize ve ümmetimize kin, husumet, adavet kusan; içlerindeki kin ve düşmanlık ise büsbütün ve kat kat fazla olan İslâm düşmanlarıyla işbirliği yapanlar ne büyük bir zarar içindedir.
Bundan önceki asırlarda gelip geçmiş ulema, fukaha, müctehidler usûl (temel hükümler ve bilgiler) hususunda bize ne bıraktılarsa onlara sımsıkı uyalım. Reformcuların, bid’atçilerin, diyalogçuların bozuk fikirlerine ve propagandalarına kulak asmayalım. 09 Ocak 2007