Cuma

 

Birtakım büyük gazete, dergi ve televizyonlarda o kadar cahil, o kadar kültürsüz ve ufuksuz kişiler var ki, Türkiye’de Sabataycılık meselesinin benim

“Sabataycılar yahut Yahudi Türkler”

isimli kitabımla ortaya çıktığını sanıyorlar.

Neymiş efendim ben o kitabı yazmışım, televizyonda Abdi İpekçi’nin kızı ile program yapmışım ve ortaya bu fitne çıkmış…

Mâzisi daha eskidir ama

Sabataycılık meselesi asıl 1924’te Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşmüştür.

Karakaşzâde Rüştü adında bir Dönme Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bu konuda dehşetli açıklamalar ihtiva eden (içeren) bir dilekçe vermiş, o tarihte hür olan basın (daha sonra dizginlenmiştir) konuyu sütunlarına taşımış ve ülke uzun bir müddet bu meseleyle çalkalanıp durmuştur.

Meraklılar, 1928’den önceki Türkçeyi okumayı ve mânasını anlamayı biliyorlarsa kütüphanelere giderek eski gazete ve dergi koleksiyonlarını inceleyebilir.

Sabataycılık meselesi 1950’li yıllarda da tartışılmıştır.

Hâfıza-i beşer nisyan ile mâlüldür (İnsan hâfızası unutmak hastalığı ile illetlidir), sonra bu mesele unutulmuş veya daha doğrusu unutturulmuştur. Neden? Çünkü bazıları asıl kimliklerinin ortaya çıkmasından hoşlanmazlar.

Büyük bir gazetenin yazarlarından biri

Sabataycılık konusunda altı ilmî araştırma kitabı yazan bir profesör için

“Kaçık profesör”

demiş. Doğrusu yakışıksız bir tâbir. Fikirlerini, görüşlerini beğenmiyorsan, araştırmalarında yanlış varsa, bunları ciddî, seviyeli, edebli bir şekilde dile getirirsin. Kaçık profesör demekle ne kazanacaksın? Hiçbir şey kazanmaz, sadece zarar edersin.

Türkiye Sabataycıları ile (Başka ülkelerde de Sabataycı vardır, ülkenin dominant dinî kimliği neyse o renge bürünürler, taqiyye yaparlar…) ilgili bir takım iddia ve ithamlar bulunmaktadır. Tarihçiler, ilim adamları, araştırıcılar, üniversite profesörleri elbette bunları inceleyeceklerdir. Yeter ki, seviyeli şekilde incelesinler.

Bu iddiaların bazısını sayıyorum:

(1) İki kimliklidirler. Dıştan Müslüman ve Türk gibi görünürler, asıl kimlikleri ise Sabataycılık dini ve sektidir.

(2) Kendilerini gizleyerek Türkiye’de güçlü bir hakimiyet ve saltanat kurmuşlardır.

(3) Prof. Yalçın Küçük onların üç özelliğini şöyle sayıyor:

(a) Ülkenin rantlarının arslan payını yerler. (b) Ehil ve lâyık olmadıkları halde köşebaşlarına, önemli mevkilere hep kendilerinden olanları getirirler. (c) Kendilerine mahsus isimleri, soyadları vardır.

(4) Ülkemizde kaç Sabataycı bulunmaktadır? Bu rakamı kestirmek çok zordur. Ben başlangıçta hayli az olduklarını düşünüyordum. Şu anda iki milyonluk bir kütle oluşturduklarına inanıyorum.

(5) Sabataycılar bilhassa

ceza hukuku

sahasında ağırlığa sahiptirler. Niçin? Bunu siz düşünün.

(6) Bir kısım Sabataycılar, zâhiren Müslüman görünmelerine rağmen agresif (saldırgan) şekilde İslâm dinine ve dindar Müslümanlara düşmanlık etmektedir.

(7) Laikliği çığırından çıkartmış ve koyu, fanatik, ödünsüz sert bir laikçilik ideolojisi üretmişlerdir.

(8) Atatürk’ü kullanmaktadırlar. Yaptıkları her şeyi meşru ve haklı göstermek için dogmatik bir zihniyetle Atatürk’ü kalkan yapmaktadırlar.

(9) Türkiye Sabataycıları mono-blok, homojen bir yapıya sahip değildirler.

Karakaşlar, Kapanîler, Yakubîler diye üç büyük aileye veya kabileye ayrılmışlardır.

Aralarında geçimsizlikler vardır. Bazen birbirine hiç acımazlar. Adnan Menderes’in asılmasında çok tuzları biberleri bulunduğu iddia ediliyor.

(10) Adnan Menderes niçin asıldı veya astırıldı? Bu konuda henüz isbat edilmemiş rivayetler vardır. Gerçekten Müslüman olduğu, Meclis’te Demokrat Partili milletvekillerine

“Arkadaşlar, Millet size vekalet vermiştir, siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz”

dediği, Antalya ve İzmir’de

“Bu memleket Müslümandır, Müslüman kalacaktır, İslâmiyetin bütün icapları yerine getirilecektir”

dediği için…

(11) Sabataycıların Müslüman Türklere

“Acı Soğan”

dediği söylenmektedir.

(12) Devlet arşivlerindeki Sabataycılarla ilgili belge ve dosyaların sinsice imha ve yok edildiği rivayet ediliyor.

(Gershom Scholem Sabatay Sevi ile ilgili önemli ve temel kitabında böyle yazıyor.)

(13) Türkiye’deki müzmin din-devlet çekişmesinin Sabataycıların eseri olduğu da bu rivayetler içindedir.

(14) Önemli bir rivayet daha: 1915’te Ermenilerin başlarına gelenlerin Sabataycılar tarafından planlandığı iddia ediliyor.

(Geçenlerde bu konu ile ilgili bir internet referansı yayınlamıştım.)

(15) Türkiye devletinin yayınladığı İslam Ansiklopedisi’nde ve Türk Ansiklopedisi’nde Sabataycılık ile ilgili maddeler bulunmaktadır.

(16) Meşhur

Varlık Vergisi hâdisesinde,

mükellefler listesindeki

Sabataycıların hizasına “D”

harfinin konduğu bilinen bir şeydir.

(17) Türkiye’de vatandaşlar arasında eşitlik olduğu, lakin Sabataycıların

“Daha eşit”

statüsünde bulunduğu iddia edilmektedir.

(18) Sabataycıların büyük medyada tekel ve kartel kurdukları da iddia edilmektedir.

(19) Sabataycıların Müslümanların dinî yapı ve teşkilatına sızdıkları rivayeti vardır.

Melâmiliğin üçüncü derecesine sızmışlardır. Bir kısmı Mevlevî görünmektedir.

(20) Türk halkını Türk Kürt, Sünnî Alevî, Dinci Laik, Sağcı Solcu, Şucu Bucu diye birbirine düşman, birbiriyle çatışan gruplara ayırdıkları iddia edilmektedir.

Daha çok rivayetler var. Bu kadar yeter. Bütün Sabataycıları mı suçluyorum? Hayır, onların içinde kendi halinde, yukarıda sayılan rivayetlerle ilgili olmayan vatandaşlar da vardır. Kendilerini aşan, ellerinde olmayan bir şekilde iki kimlikle doğmuşlardır. Zaten bir çoğuna Sabataycı olduğu, evlenme yaşına geldiği zaman söylenmektedir ve bunu öğrenince şok geçirenler de vardır. Yukarıdaki maddeler arasında zikr etmedim, sırası gelmişken kayd edeyim: Sabataycılar Müslüman Türklerle evlenmezler. Genel kural budur. İstisnâlar bu kuralı bozmaz.

Türkiye’de Sabataycılık konusu mutlaka seviyeli ve ciddî şekilde araştırılmalı ve incelenmelidir. Kimler yapmalıdır bu işi?

– Ciddî, güçlü, seviyeli tarihçiler,

– Sosyologlar ve antropologlar,

– Büyük fikir adamları,

– Haysiyetli büyük medyacılar.

– Üniversite mensupları.

Sabataycılar böyle araştırmalar yapılmasını istemiyor. Çünkü onların birinci temel ilkesi gizliliktir. Açığa çıkmak istemezler. Haklarındaki iddialar vahimdir. Türkiye’deki birçok olumsuzluk onların üzerine yıkılmak isteniyor. Temiz çıkmak istiyorlarsa araştırmalara taraftar olmaları gerekir.

Ben Müslüman bir Türkiyeli olarak bir kısım Sabataycıların (Hepsi değil) dinime, mukaddesatıma, temel haklarıma saldırmalarından son derece rahatsızım. Onlar dindar Müslümanları bu devlet, bu ülke, Cumhuriyet için bir tehlike ve tehdit olarak görüyorlar. Böyle bir iddia kesinlikle yalandır, iftiradır.

Her kesimde olduğu gibi dinî kesimde de birtakım sömürücüler, sahtekârlar, münâfıklar, arivistler bulunabilir. Ben bir Müslüman olarak, dinî kesimdeki böylelerini şiddetli bir şekilde tenkit edip lânetliyorum. Ancak din sömürücülerini tenkit ve takbih etmek (kötülemek) başka, bütün Müslümanları potansiyel bir tehdit ve tehlike olarak görmek başkadır.

Sabataycıların bir mârifeti de kendilerinden biri malı götürürse ses çıkartmamaları, kendilerinden olmayan biri yolsuzluk yapınca ortalığı velveleye vermeleridir. Benim hırsızım iyidir, onların hırsızı kötüdür… Bu ne biçim kafadır? Militan ve fanatik Sabataycıların bu ülkeye, bu devlete, bu halka yaptıkları kötülüklerden biri de devletle sistemi, devletle bir ideolojiyi özdeşleştirmiş olmalarıdır. Onların, böyle bir yanlışa düşmeyecek kadar kültürleri vardır ama işlerine geldiği için bu konuda ısrar edip duruyorlar.

Kuruntuları,

“Kaçık Profesör…”

suçlamalarını, paranoyaklığı, ilkelliği, peşin fikirleri bıraksınlar ve cesaretleri varsa televizyonlarda ciddî açık oturumlara çıkıp tezlerini savunsunlar. Ciddî açık oturumlar dedim. Sabataycının biri sunucu olacak ve muhaliflerini konuşturmayacak… Yağma yok! Benim teklifim şudur: Böyle açık oturumları Sabataycı olmayan bir noter idare etsin. Var mı cesaretleri? 21 Ocak 2006