Sabataycılık Konusunda Manevralar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Cuma
Sabataycılık konusu artık Türkiye’nin gündemine girmiş bulunmaktadır. Birtakım çevrelerin bundan rahatsız ve tedirgin olmalarını da çok tabiî karşılamak gerekir.
Bu çevrelere mensup bazı kişiler ve kalemler şimdi Sabataycılık meselesini çarpıtmak, dejenere etmek için sinsice faaliyet ve propagandalara başlamışlardır.
“Evet çok eskiden yüz kadar Sabataycı aile vardı. Sonra bunlar büyük kütle içinde eridiler, yok oldular; artık şu anda Sabataycılık Mabataycılık diye bir şey yoktur. Bu yaygara tamamen gericilerin, siyasal İslâmcıların, fanatiklerin işidir…” Bu gibi laflarla gerçekleri örtüp gizlemek mümkün değildir. Ülkemizde, Bay Harry Ojalvo’nun dediği gibi bir buçuk milyon Sabataycı yaşamaktadır. Bunlar ülkeyi kontrolları altına almışlardır. Yalçın Küçük’ün Tekelistan, Sırlar, Şebeke, Tekeliyat 1, Tekeliyat 2 kitaplarını okuyanlar (onlardaki bazı bilgiler tashihe muhtaç da olsa) Türkiye’deki Sabataycı hakimiyet ve saltanatının boyutları hakkında fikir edinebilirler. “Sabataycı kalmamıştır, onlar eriyip bitmiştir” gibi iddialar gülünçtür, tamamen gerçek dışıdır.
Prof. Yalçın Küçük’ün dediği gibi Sabataycılık büyük bir buzdağı gibidir; bunun ancak onda biri, hatta yüzde biri suyun üzerindedir. Geri kalan kısmı sırdır, karanlıktadır. Uzun müddet çalışılmalı, derin araştırmalar yapılmalıdır ki, bu konudaki gerçekler ortaya çıksın. Hal-i hazırda bir takım kimselerin Sabataycılığı henüz iddia safhasındadır. Bu konuda müsbit (isbat edici) deliller bulunmadıkça kesin konuşulamaz. İşte bazı Pembeler bundan istifade ederek zihinleri karıştırmak, bu kadarı da olmaz demek istiyorlar.
Mesela şöyle diyorlar: “Efendim madem ki, bunlar ‘Biz Müslümanız’ diyorlar, o halde hüsn-i zan etmemiz gerekir. Bu konuyu kurcalamak doğru değildir…”
Garip mantık!.. Adamların iki kimlikli olduğu ilmî araştırmalarla kesin şekilde biliniyor. Adamlar, bir yandan biz de Müslümanız diyor, öte yandan İslâm’a ve Müslümanlara veryansın ediyor ve Müslümanların bu konuyu kurculamaması gerekiyor. Aman ne mantık ne mantık. Sabataycılıktan, Avdetîlikten, Dönmelikten İslâm’a gerçekten, sahiden olarak dönmüş olanlar bulunabilir. Bunlara bir şey denilemez. Lakin adam hem Müslümanım diyecek, hem de İslâm’a saldıracak, bu işin içinde bir bit yeniği olduğunu anlamak için kişinin dahi, süper zekâ mı olması gerekir.
İlmî olmaktan kasıtları nedir? Bir konudaki bütün yazıların, iddiaların, bilgilerin mutlaka akademik araştırma seviyesinde, bol dip notlu, bibliyografyalı araştırma şeklinde olması gerekmez ki. İddia iddiadır. Gerçekler bazen halk lisanıyla yazılır. Milyonlarca vatandaşa ilmî araştırma üslubu ile hitap edilemez. Gerçeklerin dip notlu olup olmaması esası değiştirmez. Bir kısım araştırıcılar derin ilmî araştırma yaparlar, başkaları da onların araştırmalarından yararlanarak, anlaşılır ve basit bir üslupla gerçekleri anlatan basit ve popüler yazılar yazarlar.
Bunca gerçek karşısında “Sabataycıları incelemek, bu konuda yayın yapmak ahlâka aykırıdır. Bir nevi antisemitizm yapmaktır…” gibi fikirler ileri sürenlere ne demeli? Onlardan bazıları benim dinime saldırırken anti-islâmizm yapmış olmuyorlar, ben onları incelerken antisemitizm yapmış oluyorum…
Antisemitizm yapmak elbette doğru değildir. Ancak, antisemitizm başka şeydir, Sabataycıları incelemek, merak edip araştırmak, ne olduklarını anlamaya çalışmak başka şeydir.
Profesör Yalçın Küçük, Sabataycılıkla ilgili birinci eserine Tekelistan adını koymuştur. Niçin? Çünkü bu ülkede birtakım gizli, esrarlı, güçlü lobiler yaman bir tekel kurmuşlardır.
Türkiye’de birtakım güçler demokrasiyi de, laikliği de, cumhuriyeti de kendi işlerine, kendi menfaatlerine uygun bir şekilde yorumlamaktadır. Bu gizli ve esrarlı güçler ülkemizin, devletimizin, toplumumuzun tarihî devamlılık çizgisine ve mecrasına oturmasını istemiyor.
Onlar millî kimliği erozyona uğratıyor.
Onlar Türkiye’deki topyekûn, genel, total buhranın sorumlusudur.
– Sabataycılar niçin hukuk fakültelerinin ceza hukuku kürsüleriyle bu kadar yakından ilgileniyorlar, buralarda kadrolaşılıyorlar? Ceza hukukunu niçin bu kadar çok seviyorlar?
1950’li, 60’lı yıllar… Ceza Kanunumuzdaki 163. madde ile dindarlar üzerinde ağır baskılar yapılıyor. Risale-i Nur okuyan, dinî faaliyette bulunan, dinî yazı yazan nice vatandaş ağır ceza mahkemelerine veriliyor. Mahkeme yazının, konunun bilirkişiye havalesini uygun görüyor. Bilirkişiler mâlum… Rapor geliyor. “Yapılan tedkik sonunda yazının veya fiilin 163’üncü maddeyi ihlal ettiği ve suç işlendiği kanaatine varılmıştır…”
Karar: “Sanığın şu kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis yattıktan sonra da şu şehirde şu kadar yıl sürgüne gönderilmesine…”
Bendeniz 60’lı yıllarda 163’üncü maddeyi ihlal suçuyla ağır ceza mahkemelerinde çok süründüm. Yazdığım yazıların nicesi yüzünden mahkemeye verildim. Dosyalarda hep Pembe bilirkişilerin raporları vardı. Nihayet bir gün tepem attı. Bir yazımın altına şu mealde bir not koydum: “Bu yazıyı hiçbir Mason, Dönme, dinsiz, vicdansız bilirkişi inceleyemez…”
Bu yazıdan da mahkemeye verildim. Savcı ifademi almak için çağırdı. Baktım dosyada şöyle bir bilirkişi yazısı yer alıyor:
Şimdiye kadar defalarca yazdım, tekrar ediyorum:
Tezelden çok ciddî, çok ilmî bir “Türkiye Sabataycılarını İnceleme Dergisi” çıkartılmalıdır. İlmî olacağı için senede iki veya dört defa çıksa yeter. Geniş hacimli olmalı, her sayısında on kadar konu çok derin, çok ciddî, çok seviyeli bir şekilde, kaynaklar, belgeler bildirilmek şartıyla incelenmelidir.
Bunun yanında, halkı aydınlatmak için konuyla ilgili popüler kitaplar, broşürler, makaleler de yayınlanmalıdır. Bilgi ışıktır, bilgi güçtür. Yeter ki, gerçeğe hizmet edilsin. 24 Temmuz 2004