Sabiha Sultan
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazartesi
Engin Ardıç, Atatürk hakkında nefis bir yazı kaleme aldı.
Önemli bir hususu orada zikretmeyi unutmuş. O da, Mustafa Kemâl Paşa’nın, Sultan Vahidüddin Han’ın kızı
ile evlenmek istemesi, bu talebinin kabul edilmemesidir. Bu izdivac (evlenme) gerçekleşmiş olsaydı, Paşa
ünvanını alacaktı.
Tarihimiz tabularla dolu. Resmî tarihçiler her nedense bazı hâdiselerden hiç bahsetmezler, onlarla hiç ilgilenmezler.
Gerek İsrail, gerekse dünya Yahudiliği Türkiye’deki İslâmî hareketlerle, siyasal İslâm’la, İslâmî cemaatlerle yakından ilgileniyor, istihbarat yapıyor, ilişki kurmaya çalışıyor. Siyasal İslâm’daki Yenilikçi kanatla temas sağlamışlar, Amerika ve Türkiye’de onların temsilcileriyle görüşmüşlerdir. Yahudiler Türk Âlemi ile de alakadar oluyor. Kırım’da Mustafa Cemiloğlu’nun yanına bile Yahudi asıllı bir Amerikalı kadın koymuşlardır. Azerbaycan’da Müslüman Azerî gibi görünen hayli Yahudi vardır. İsrail’in Kürdistan Yahudileri ile ilgilenmesi elli sene ötelere dayanır. Kürt Yahudilerinden seçtikleri adamları yetiştirmişler, onlara kültür ve uzmanlık kazandırmışlar, askerî eğitim yaptırtmışlardır. PKK hareketi içinde kaç Yahudi var, bilmiyoruz.
Gazeteci ve araştırmacı
adlı kitabında
ADL
ve JDL
adlı Yahudi kuruluşlarının Türkiye’deki bazı
görüşmelerinden bahsetmektedir.
JDL fanatik Haham Meir Kehane tarafından kurulmuş olup, sloganı “En iyi Arap ölü bir Araptır” cümlesidir. Kanlı eylemleri ile tanınan JDL 1994’te Filistin’in El-Halil şehrindeki kutsal camiyi taramış ve hayli mâsum Müslümanı şehid etmişti.
Peki, Müslümanlara bu kadar düşman olan birtakım Yahudi teşekkülleri Türkiye’deki bazı Müslüman siyasilere niçin kanca atıyorlar? Politikada başarılı olmak için her vasıta mübah mıdır? Yükselmek, kazanmak, iktidar olmak için en aşırı İslâm düşmanı Yahudilerle bile işbirliği yapmak caiz midir? Baş ağrıtan sorular…
İktidar ortaklarından bir “GenelBaşkan”, Beykoz Konakları adındaki seçkin ve pahalı bir yerde bir milyon dolara şahane bir konak satın almış. Cumhurbaşkanının hesabını verdiği villası için büyük gürültü kopartan bazı gazeteciler, Genel Başkan’ın aldığı konağı hiç gündeme getirmediler. Devlet, iktidar, politika, bürokrasi büyüklerinin satın aldığı pahalı mülkler elbette, usûl ve edeb dahilinde sorgulanabilir. Sorgulanmalıdır da, bu konuda eşitlik olmalıdır. Birine soruyorlar, ötekine sormuyorlar. Demek ki Türkiye’de eşitlik var, ama “Bazıları daha eşittir”.
Bir müddet sonra “Nereden Buldun?” kanunu yürürlüğe konacak diye bazıları son derece tedirgin vaziyette. Niçin tedirgin oluyorlar? Efendi, sen malının mülkünün, tapularının hesabını yüz akıyla, alın açıklığı ile verebileceksen, niçin tedirgin oluyorsun?
Şu şu şu gayr-i menkuller (taşınmazlar) babadan, aileden kaldı… Şunları vergilendirilmiş, helâl kazancımla aldım… İşte hesapların dökümü, işte belgeler, işte ödediğim vergilerin makbuzları… Böyle konuşabilecek insanların “Nereden Buldun?” sorusu karşısında tedirgin ve huzursuz olmaları yersizdir.
Satanizm ilkokullara kadar girmiş. Hukuken reşid (ergin) olmamış vatan yavruları gizli mahallerde garip âyinler yapıyormuş.Satan Frenkçe şeytan demek. Antalya’da ıssız bir yerdeki mağarada çocuklar kanları ile taşların üzerine şekiller çizmişler. Satanizmde hurafeler var, sapıklık var, ahlâksızlık var. Satanist telkinlerin tesiriyle intihar eden delikanlılar ve kızlar var. Başörtüsü ile mücadele edenler, Satanizmi önlemek için dinden Diyanet’ten medet umuyor. Sen önce din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetini yüzde yüz sağla, ondan sonra yardım iste. Hem, camilerde “Satanizm kötüdür, aman Satanist olmayınız” mealinde hutbeler okunmakla bu şeytanî cereyan önlenmez. Satancılar camiye gelmez ki.
Star televizyonunun Kırmızı Koltuk programına Muhsin Yazıcıoğlu çağırılmış, o da katılmayı kabul etmiş, hazırlanmaya başlamış, lakin program iptal edilmiş. Çünkü araya giren bir Devletli, kendisine rakip durumda bulunan birinin ekrana çıkıp da sempati toplaması ihtimalinden son derece rahatsız olmuş, mâlum medya patronuna “rica” ederek programı değiştirmiş…Bizans oyunları… Ayak kaydırmalar…
Türk Edebiyatı Vakfı (Kurucusu: Merhum Ahmet Kabaklı), Birlik Vakfı gibi millî kimliğe ve kültüre bağlı birtakım teşekküllere devlet tarafından, yasal prosedüre uyularak verilmiş olan vakıf binaları (Medreseler ve saire) geri alınmak isteniyor. Üç yüz kadar vakıf aleyhine davalar açıldı. Birtakım gizli güçlerin vakıf binalarının milliyetçi, vatansever, dine saygılı kuruluşların elinde olmasından rahatsızlık duymuş olduğu anlaşılıyor.
“Biz irtica ile savaşıyoruz” diyorlar ama yaptıklarına baktığımızda dinle, dindarlarla, dinî kültür ve kimlikle savaştıkları görülüyor. Bağlı olduğu dinin ilkelerini hayatına uygulamak, ibadet etmek suç mudur, gericilik midir? Elbette değildir. İslâm dini kadınlara ve kızlara “Başınızı örtün” diyor. Bu emre uyanlar gerici midir, suçlu mudur? Elbette değildir. Sakal bırakmak sünnettir. Sakal bırakan devlet ve belediye memurlarına baskı yapılıyor. Bu baskılar ve zorlamalar hukuka, temel insan haklarına, akl-ı selime (sağduyuya) uygun mudur? Kesinlikle uygun değildir.Bazı medenî ülkelerde sakallı cumhurbaşkanı, sakallı başbakan, sakallı bakanlar, sakallı generaller ve erler vardır. Kimse onların sakallarından rahatsız olmuyor. Peki bizdeki bazı aşırı laikçiler, militan Sabataycılar niçin rahatsız oluyor? Laikliği din karşıtı yeni bir din gibi anlayanlar halkın cami yapmasından da rahatsız. Dindar halk, kendi parasıyla seve seve yaptırıyorsa bu bir suç mudur? Niçin cami kadar okul yokmuş? Okul yaptırmak devletin işidir. Gerekiyorsa cami sayısından çok okul yaptırır. Cami ile okulu birbirine zıt ve düşman gibi göstermek bir sapıklık değil midir?.. Bu ülkenin, bu halkın, bu devletin en büyük talihsizliği, güçlü bir zihniyetin din ile irticayı özdeşleştirmiş olmasıdır.Bu kafa veya kafasızlık yüzünden ülke battı, hâlâ akıllanmıyorlar. 02 Nisan 2002