Çarşamba

Sadece aydınların, idarecilerin, seçkinlerin değil, halkın da bir kısmı bozulmuş ve kötüleşmiştir. Benim kimseden, hiçbir zümreden bir menfaat beklediğim yoktur; üzücü de olsa, gerçekleri açıkça yazabilirim.

Zaten halk, idare edilenler bu kadar bozulmuş olmasaydı, idare edenler böylesine bozulmuş olmazdı. Bir ülkede idare edenlerle, idare edilenler tencere ile kapak gibidir. Birbirlerini bulurlar.

Hazret-i Muhammed’in (Salat ve selam olsun O’na) “Siz ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz” sözü, siyaset ve idare ilim ve kültürünün en temel prensibidir.

“Biz bu idareye, bu sisteme, bu yönetim tarzına layık değiliz. ..” diyenler büyük yanılgı içindedir.

Halkın büyük çoğunluğunun iyi, vasıflı, güçlü, üstün olduğu bir yerde politikacılar popülizm, demagoji yapamazlar. İsveç’te, Norveç’te, İsviçre’de bizdeki gibi popülizm, demagoji, kokuşma var mı?

Akıllı, olgun, ülkesinin ve kendisinin menfaatlerini bilen bir halk şarlatan, popülist, demagog, arivist, eyyamcı (oportünist) politikacıları seçmez, onların peşinden gitmez, dediklerine inanmaz.

Japonya’da çok uzun yıllar boyunca otomotiv sanayiinde işçiler ve sendikalar greve gitmemişlerdir. Çünkü ülke sanayiinin belkemiğini teşkil eden bu sektörde zırt vırt grev yapılması Japonya’nın ülke, millet, devlet olarak aleyhineydi, işçilerin de aleyhine olacaktı.

Fransa’da, kriz dolayısıyla fabrikalardan topluca işçi çıkartılması zarureti ortaya çıkınca, sendikalar bu çıkartmaları önlemek için işçilerin ücretlerinde indirim yapılmasını kabul etmişlerdi.

Türkiye’nin başına gelen kriz ve felaketlerin birinci sorumluları politikacılar ve idarecilerdir. Onlar uzun yıllar boyunca devlet ve ülke imkanlarını arpalık gibi kullandılar. Seçim kampanyalarında bol keseden vaadlerde bulundular, “Seçimi kazanırsak şu kadar daha memur ve işçi alacağız” dediler, kazandılar ve sözlerini tuttular. Sonunda ihtiyacın birkaç misli devlet memuru ve işçisi oldu, bütçe bunların maaşlarını ödeyemez hale geldi; Emekli Sandığı ve Sosyal Sigortalar iflas etti. Politikacılar kaliteli, gerçekten vatansever, kendilerinden önce milleti, halkı ve devleti düşünen vasıflı ve faziletli kimseler olsaydılar böyle ucuz bir yolu seçmezlerdi.

Halk iktidarlardan şikayet edip duruyor, “Yandık!..” diye feryad ediyor. Hakkı var mı şikayete, ağlamaya? Bu iktidarlar gökten zembille inmemiştir. Bunları halk seçmiştir. Kendi düşen ağlamazmış. Niçin ağlıyorlar?

Yakın tarihimizdeki bir seçimden önce, daha sonra çok yüksek bir makama çıkacak olan bir politikacı, Zonguldak’ta seçimleri kazanırsak on beş bin kişiyi kömür işletmesine alacağız vaadinde bulunmuştu. Halk bu vaad karşısında ona oy verdi, orada ve ülke genelinde seçimi kazandı, iktidar oldu, adıgeçen işletmeye on üç bin beş yüz yeni memur ve işçi aldı. Kısa zamanda işletme battı, iflas etti; devletin, milletin, ülkenin sırtına ağır bir yük bindi. Böyle politikacıların yeri Yüce Divan’dır.

Türkiye son bin yıllık tarihinin en ağır, en vahim, en şiddetli buhranını yaşarken politikacılarımız, iktidar partileri neler yaptılar? Kendi taraftarlarını, partizanlarını kadrolaştırdılar. Yeni memur alınmayacak diye karar çıkartılmıştı ama yüz binlerce memur tayin ettiler. Devletin, ülkenin bunlara ihtiyacı var mıydı? Yoktu. Bunlar gerçekten ehliyetli, liyakatli, işe yarar elemanlar mıydı? Hayır.

Şimdi herkes yeni bir seçime ümit bağlamış vaziyette. Ben bu konuda iyimser değilim. Halk yığınları şaşırmış vaziyettedir. Büyük medya yıllardan beri on milyonları aldatıyor, afyonluyor, sersemletiyor, şaşırtıyor. Durum çok vahim. .. Peki politikacılarımızın, idarecilerimizin büyük kısmı ne yapıyor? Kulis yapıyor, manevra yapıyor, taktik arıyor. Önemli olan onların kendileridir, şahsî menfaatleri ve nüfuzlarıdır, ikballeridir.

Bazıları birtakım makam ve mevkilere kene gibi yapışmıştır. Ölürüz de bırakmayız dercesine israr ediyorlar.

Senelerce bozuk idare içinde yer alan birtakım açıkgözler şimdi kendilerini taze ümit, yeni kurtarıcı olarak takdim ediyor. Bin kocadan arta kalmış bive-i bâkireler!..

Kaht-ı rical (adam kıtlığı) neymiş, görmek isteyenler bize baksınlar.

Millî iradeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi’nde niçin fırtınalı müzakereler cereyan etmiyor? Birtakım milletvekillerinin kürsüye çıkmaları, “Bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti bu hale nasıl getirdiniz?” diye haykırmaları gerekmez mi?

Nicelerinin kafalarında bir sürü tilki, bir yığın küçük hesapla meşguller. Genel Başkan’ın gözüne nasıl girerim?.. Gelecek seçimlerde tekrar nasıl seçilirim?.. Menfaatlerimi nasıl muhafaza ederim?..

Yahu, gemilerini yakacak birkaç Tarık bin Ziyad yok mu bunca muhterem ve mübarek zevat içinde?..

Trabzon meb’usu Ali Şükrü bey gibi milletvekilleri tarihte kaldı. .. Merhum Adnan Kahveci’nin sağ olmasını ve şu anda Meclis’te bulunmasını ne kadar isterdim.

Türkiye’nin 215 milyar dolara yükselen iç ve dış borçları bile bu ülkenin batmasına yetecek bir felakettir. Sadece borç olsa. .. Onun yanında daha düzenilerce kötülük ve felaket var. Nerede bu ülkenin seçkin, asil, faziletli, vatansever, cesur, şecaatli seçkinleri?

Şu memleketin, şu milletin haline acımayanlar taş yürekli, vicdansız, iz’ansız kimselerdir. Kâfir bile bizim hâl-i perişanımıza ağlarken bizdeki seçkinlerin, seçilmişlerin vurdumduymazlığı insana dehşet veriyor.

Bazı düzen partileri cart curt edip durdu yıllar boyunca. Şimdi barajın altına düşme tehlikesi belirdi ve gece gündüz, günde yirmi dört saat kulis yapıyor ve taktik arıyorlar. Herkese iş, herkese aş. .. Be adamlar, gelecek için vaad ettiğiniz bu şeyi şimdi, elinizdeki imkanları kullanarak gerçekleştirsenize. ..

Mutlu yarınlar, pembe ufuklar, güçlü bir Türkiye. .. İnsan hiçbir şeye yanmasa da birtakım batırıcıların şu edebiyatı karşısında çatlamaması mümkün mü? 12 Eylül 2002