Safer Efendi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Tevhid erlerinden, Ümmet-i Muhammed hizmetkârlarından, rical-i sofiyeden Cerrahiye yolunun büyüğü Safer Efendi Hazretleri “irciî” emrine lebbeyk diyerek her fâninin mutlaka tadacağı ölüm şerbetini içmiş ve şu geçici âlemden ebedî âleme yürümüştür. Hak Teâlâ rahmet eylesin, son durağı Cennet-i âlâ olsun.
Safer Efendi Hazretlerinin vefatı bu mülk ve bu millet için gerçekten büyük bir kayıp olmuştur. Bu çirkin gidişat, bunca kötülük ve fesat, etrafı saran nice kirlilik içinde Safer Efendi gibiler bize ve bu memlekete, âlem-i insaniyete ümid ve mânevî neş’e veriyordu.
Merhum, ucu Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme uzanan mânevî ve nuranî bir silsilenin son halkasıydı. İnsanlara Hakk’ı, Tevhid’i, imanı, İslâm’ı, iyiyi, güzeli, doğruyu tebliğ ederdi. Merhum Muzaffer Ozak Efendi’nin ardından sadece Türkiye’de değil, nice yabancı ülkede dinsiz veya başka dinlere mensup kimselerin hidayetine vesile olmuştu. Resûl-i Kibriya Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Allah’ın bir kulunu senin vasıtanla hidayete kavuşturması, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı bütün şeylere sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurmuştur. İşte merhum Safer Efendi böyle bir bahtiyarlığa ermiş kişidir.
Safer Efendi Şeriat-ı Garra-i Ahmediyeye uyardı. Zaten Şeriatsız ne Tarikat olur, ne de Hakikat. Peygamber-i zişan Efendimizin mübarek Sünnetini de yaşardı. Kur’an ve Sünnet yolunda kibar, nezih, afif, güleryüzlü, sabırlı, alçakgönüllü bir zat-ı âli-kadr idi. Allah kabrini Cennet bahçelerinden biri yapsın.
Safer Efendinin parayla işi yoktu. Taraftar peşinde de koşmazdı. Kısmeti ve nasibi olanlar gelirdi, durumları araştırılır, ondan sonra kabul edilirlerdi.
Safer Efendi zevk sahibiydi. Zengin bir hat koleksiyonu vardı. Tekke ve tasavvuf musikisi kültürüne sahipti. Onda kibir ve gurur görülmezdi.
Cenazesi bugün öğleyin Fatih cami-i şerifinde kılınacak namazdan sonra toprağa verilecektir. Gelmeye imkânı olan herkesin bu muhterem zatın cenazesinde bulunmasını temenni ederim. Hem bu mübarek zatı uğurlamış, hem de İslâm tesânüdünü göstermiş olurlar.
Düşmanlar tarafından çepeçevre kuşatılmış olduğunuzun farkında değil misiniz? Sizden olmayan herkes düşmanlık ediyor size. Riyâkâr tebessümlere, sahte gülücüklere aldanmayın sakın.
Dışınızdaki düşmanlara ilâveten içinizde de büyük bir düşman var. O sizin nefsinizdir. Hırslarınız, şehvetleriniz, mal ve cah emelleriniz, şöhret düşkünlüğünüz, lüks ve konfora olan merakınız… Hiç düşmanınız olmasa size düşman olarak kendiniz yeter de artar.
Şu dünya hayatı kinlerle, düşmanlıklarla, zulümle, kötülükle doludur. İslâm tarihine bakınız. Bin dört yüz yıllık maceranın fitnesiz, fesatsız, nifaksız, şikaksız, fâciasız geçen bir anı var mı? Dış düşmanların saldırıları, harpler darpler, içteki isyanlar, iğtişaşlar, ihtilaller… Seller gibi akan kan, gözyaşları, feryatlar, eninler…
Şimdiki durumunuza bakınız. Sanki iyi bir haliniz mi var?
Kurtulmak, necat ve felah bulmak, yücelmek, izzete kavuşmak için ne yapıyorsunuz? Zillet, zebunluk, esaret içindesiniz ve siz hâlâ para, mal, lüks, konfor, tüketim hırsları içinde nur topu günlerin kanına giriyorsunuz.
İçimizdeki bazı beyinsizlerin hayır ve hasenat namına şu yaptıklarına bakınız: Her camiye bir hela… Bir sürü meşruta… Kutsal mâbetlere ışıldak, fırıldak, zırıldak, kalorifer, makina halısı, klima cihazı doldurmak… Bunlarla islâmî kalkınma ve kurtuluş olur mu?
Berbat makina halılarından geçtim, camilere en nefis kıymetli ipek halılar koysak ne olacak. O mâbetler ki, boş; mihrap boş, minber boş, her kürsi-i nasihat boş. Ne mümkün bunca boşlukla felah bulmak.
İslâm’ın bir kalite dini olduğunu ne zaman anlayacağız? Kaliteli bir Müslüman kalitesiz bir milyon Müslümandan daha üstündür, daha fazla işe yarar, daha çok hizmet eder. Biz niçin yarım asırdan beri sanki kalitesizlik için çalışmaya yemin etmişiz.
Ayda beş, yedi veya on milyonluk yüz binlerce burs dağıtıyoruz gençlere. Bu sadakalarla adam mı yetişir sanıyoruz?
İstidadı, liyakati olan yüksek zekalı ve yüksek ahlâklı bir gence ayda bir milyar liralık masraf ederek onu hem İslâm, hem de çağ bakımından kaliteli, güçlü, üstün bir şekilde yetiştirsek olmaz mı? Para gence verilmeyecek, onun için bir plan ve program dairesinde harcanacak. On senelik gayret sonunda en az beş yabancı dil bilen, hem İslâm’ı, hem de çağ kültürünü anlamış; bilgi, aksiyon ve estetik boyutları çok gelişmiş bir Müslüman yetişir. Böyle on Müslüman Türkiye’nin çehresini değiştirir. Niçin böyle adamlar yetişmiyor bizde? Bunları kim yetiştirebilir?
Baronlar böyle adam yetişmesini ister mi? Elbette istemezler. Çünkü böyle adamlar baronlara itaat etmez, baronluğa taraftar olmaz. Baronların menfaati robot, zombi, uyurgezer yetiştirmektir.
Adam ilimle, irfanla, ahlâkla, faziletle, hikmetle, sanatla, güzellikle olur. Nefs-i emmâresini ezememiş, hırslarını kontrol altına alamamış kişi adam değil adam müsveddesidir.
Müslüman rüşvet almaz, haraç yemez, gayr-i meşru kazançlar peşinde koşmaz, haramdan kaçınır. Büyük adam olmanın birinci şartı nefsini yenmiş olmaktır. Bu savaşı kazanamayan kimseler büyük değil küçük adamlardır.
1967 savaşında İsrail ordusunun Suriye’den aldığı bir şehrin ana caddesine, Kur’an-ı Kerim’deki “Nice küçük topluluklar, Allah’ın izniyle büyük toplulukları yenmiştir” âyetini bir bez üzerine yazarak asmış olduklarını duymuştum. İslâm ve Arap dünyası uyandı mı? Ne gezer.
Cami helâları, takunyalar, meşrutalar, elektrikli yel makinaları, kaloriferler, ışıldaklar, hoparlörler, çirkin beton binalar, uzun mu uzun ve şerefesi bol minareler, her cuma cami kapılarında bir bacağı kırık çürük masalarda toplanan yardım paraları, bir sürü baron ve onların etbaı, rekabet ve düşmanlık; sürü sepet arivist, demagog, şarlatan, soytarı, hokkabaz, hâin; “Benim şeyhim uçuyor, senin şeyhin sürünüyor” diyen bir takım geri zekâlılar; uyanık Müslüman geçindiği halde en azılı zındıkları baş tacı etmeler; iliklerine kadar gecekondu ve varoş zihniyetine ve kültürüne batmış ufuksuz kurtarıcılar… Öf, bu ne korkunç manzara!
Yahu bu din ilim, irfan, kültür, sanat, insanlık dinidir. Bunca hokkabazlığın ve şarlatanlığın benim yüce dinimle ne alakası var.
Bu ülkenin yüzde doksan dokuzu Müslümanmış… Bırakın bu safsataları. Kemmiyetle, kelle sayısıyla bir şey olmaz. Keyfiyetin, vasfın, kaliten ne kadar, bana onu söylesene.
Kaç gerçek ve icazetli din alimin var? Kaç icazetli gerçek şeyhin var? Dünya çapında kaç ilim adamın, kaç profesörün, kaç edebiyatçın, kaç mimarın, kaç fikir adamın var? Albert Schweitzer, Rahibe Tereza gibi kaç adamın, kaç kadının var? Nobel kazanmış kaç ricalin var, hikmetli fikirleriyle insanlığın ufuklarını aydınlatan kaç bilgen var?
Dağılma, çökme, yıkılma safhasına gelmiş bozuk bir sistemin rantlarını yemek, haram kazançlarını elde etmek için koşuşan, tepişen solucanların İslâm’a ve Müslümanlara bir yararı mı olur?
Din rantı yiyen, Müslümanları kaz gibi yolan, inek gibi sağan kişiler mi bu dini ve bu ümmeti yücelteceklerdir?
Müslümanlık Müslümanlık diyoruz. Lafla olmaz Müslümanlık. Müslümansan Kitabullah’a, Peygamber’e onun sünnetine, Sâlih Seleflerin isrine uyacaksın. Ashab’ın, Tabiîn’in, eimmenin, meşayihin, zâhidlerin, sâlihlerin, mücâhidlerin yolundan yürüyeceksin.
Nefislerini put edinenler, kendi şahsî menfaatleri, nüfuzları, şöhretleri uğrunda bu dini ve ümmeti satanlar Müslümanlara hizmet mi ediyor, yoksa ihânet mi?
Ne zaman kendimizi ıslah edeceğiz? 24 Şubat 1999