Sahneler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Pazartesi
Birinci sahne: On kadar derviş, bir araya gelmiş, halka olmuş, zikr ediyorlar. Mekândaki ışık loş, gözler kısık, başlarını bir sağa bir sola çevirerek çeşitli esma okuyorlar. Hû… Hayyün, Kayyumün… Tevhid… Salavat… Bir ihbar üzerine basılıp yakalanıyorlar. Sorgu sual, mahkeme… Mâlum, tarikat faaliyetleri yasak. Bir sürü başağrısı, eziyet, sıkıntı… Öyle ya çağdaş uygarlık var.Bizim dervişlerin imdadına ABuyum yasaları yetişmiyor. Öyle şeyler Müslümanlar için değil. Avrupa yasalarından faydalanmak için Avrupa kafasına, Avrupa inancına, Avrupa zihniyetine, Avrupa medeniyetine sahip olacaksın. Bırak Müslümanlığı, ol Hıristiyan, bak nasıl yararlanırsın fikir, inanç, görüş hürriyetinden. Aç bir kilise, çal çanları, avaz avaz Aleluya diye haykır. Pavlos de, Peter de, Aziz Nikola de. İlâhiler oku avaz avaz. Sana kimse dokunamaz.
İkinci sahne: Beyoğlu’nda nuruziya Sokağı Aydınlanma Derneği mâbedinde bir âyin. Biraderler huzur, sükûn, rahat içinde toplanmışlar. Üstadları başlarında. Ustalar, çıraklar tam kadro. Hiram Usta’yı kim öldürdü? Akasya ağacını kim kesti? Hangi vâdideyiz? Büyük Atatürk, locaları nasıl ve ne zaman kapattı… Süreyya yıldızını gökten yere kim indirdi?.. Hürriyet, eşitlik, kardeşlik, adalet…Önce bize, sonra bize… âyinden sonra kardeşlerden biri bir konuşma yapar. Konu: Yakın tehlike İslâm Şeriatı. Türkiye’yi ne kurtarır? Uygarlık kurtarır, çağdaşlık kurtarır, Aydınlık kurtarır. Âyin ve toplantı gece yarısı sona erer. Atatürkçü Biraderler güvenlik ve esenlik içinde evlerine dönerler.
Üçüncü sahne: Ortaanadolu’nun büyük şehirlerinden birinde yeni açılmış bir kilisedeyiz. Bu şehirde hiçbir yerli Hıristiyan olmadığı halde bu kilise niçin açılmış, nasıl açılmış. Bir ayin yapılıyor. İçeride o şehirden olup da İslâm’dan dönmüş tek kimse yok. Birkaç Türkiyeli var. Onlar da Yezidî, Ateşperest, ateist iken Hıristiyan olmuşlar. Papaz efendi bir konuşma yapıyor. Hıristiyanlığın esaslarını anlatıyor. Allah hem bir, hem üç. Hazret-i İsa Tanrının Oğlu. Bir de üçüncü tanrı olarak Kutsal Ruh var. Cemaat dinliyor. Onların dertleri başka. Kimisinin oğlunun kızının Amerika’da okuması önemli. Kimisi bol para kazanıp zengin olmak istiyor. Bazısı İngilizce öğrenecek. Evangelistlerde bol para var.Papaz vaaz ederken heyecanlı Müslümanın biri kilise bahçesine giriyor, kendini kaybediyor ve “Olamaz böyle bir şey!.. Anadolu’yu tekrar bir Hıristiyan ülkesi haline getirmek istiyorlar… Müslüman Türk milleti buna izin vermez… Hâinler… Satılmışlar… İmdat!.. Din elden gidiyor, memleket elden gidiyor….” Kilisenin gorilleri, korumaları hemen adamı derdest ederler, resmî kolluk kuvvetlerine verirler. Tahkikat yıldırım hızıyla başlar. Telefonlar çalar, Amerikan elçisi birileriyle görüşür. Yes mister Ambassador, all right mister… Okey sir… Very well… Yes mes kes…” Zavallı Müslüman AB standartları dahilinde bir güzel sorgulanır. Evangelistlere karşı koymak ne demekmiş. Yeni TCK’ya karşı gelmek ne demekmiş. Evangelistlerin âyin ve ibadetlerini engellemeye kalkışmak ne demekmiş… Yaşasın adalet, yaşasın eşitlik, yaşasın uygarlık!.. Yaşasın, 12 yaşından küçük Müslüman çocuklarına din ve Kur’ân dersi verme yasağı…
Dördüncü sahne: Büyük Rant Yeme Kulübünde geniş bir ofis. Pahalı ve zevksiz mobilyalar. Duvarda büyük bir “Altın Buzağı” resmi asılı. Buzağının başında ışıklı bir aura görülüyor. Kuyruğundan asılmış birkaç kodaman. Buzağıdan tezek yerine altın, gümüş, dolar, euro dökülüyor kucak kucak. Bu, rantçıların kutsal putudur. Duvarlarda başka resimler de var. Krezüs’ü yakılırken tasvir eden bir tablo. Malum, Krezüs yakılırken “Ah Solon, ah Solon!” diye bağırmış. Altın Buzağılı ofiste yedi kişi konuşuyor. Suratsız herifler bunlar. Üzerlerinden nursuzluk akıyor. Bugünkü gündemin en önemli konusu Kocaeli yarımadasının İstanbul’a yakın kısmının Şile’ye kadar yapılaşmaya ve yerleşime açılması. Bu işte 100 milyarlarca dolar var. Ormanlar, çalılıklar, tarlalar, dağlar, vadiler açılacak, Altın Buzağı Teşkilatının üyeleri bir voli vuracaklar, bir voli vuracaklar ki, sormayın. Anlatırken gözlerinde şeytanî ışıltılar zuhur ediyor, yüz hatları gerginleşiyor. Yâranlar şimdiden o bölgede ucuz arazi kapmaya başlamışlar. Şakası yok bu işin, büyük kalkınma olacak. Türkiye’nin yarı nüfusu buraya taşınacak. Doğu ve Güneydoğu Anadolu büsbütün boşalacak. Peki bu boşalan bölgeler ne olacak? Oraya yerleşecek elbette bir nüfus bulunur. Zaten Ermeniler, “Doğu Anadolu ve Trabzon’dan Kilikya’ya (Adana) olan bölge bizimdir” demiyorlar mı?.. Altın Buzağı Teşkilatı kodamanları, ağızlarından vurgun iştihasının akıttığı salyalarla konuşurken, herbirinin omuzlarındaki Kirâmen Kâtibîn melekleri yazıyor. Hayır defterlerine mi yazıyor, şer defterlerine mi? Evet beyler yazılıyor, yazılıyor. Toplantınız gizli sanmayın sakın. Konuştuklarınızı yazan kâtipler var. Kilise açtırıyorsunuz, onlar yazıyor. Voli vuruyorsunuz onlar yazıyor, ihalelere fesat karıştırıyorsunuz onlar yazıyor. Malı götürüyorsunuz onlar yazıyor. Velhasıl bütün hıyanet ve habasetlerinizi yazıyor. Yazılmadık hiçbir şey bırakmıyorlar. İleride sol tarafınızdan verilecek defterleriniz dolmuş vaziyette. Yediğiniz bütün haramlar yazılıyor. Saçı bitmedik yetimlerin ağzı var dili yok değil mi? Siz öyle sanın. Gözü yaşlı, cahil, hakkını savunamaz fakir kadının hakkını yiyorsunuz ve cezasız kalacağınızı sanıyorsunuz. Ne korkunç bir gaflet içindesiniz. Yaptıklarınız, hıyanet ve habasetleriniz, bu ülkeye bu halka bu devlete verdiğiniz zararlar bir bir yazılıyor, hep yazılıyor. Hiçbir şey unutulmuyor. Ey habîsler, ey uğursuzlar, ey şerirler, ey şakiler siz yarın nasıl hesap vereceksiniz?
Beşinci sahne: Doğuda bir üniversitenin kampüsü. Bugün mezuniyet töreni yapılacak. Batıdaki bir şehirden yaşlı ve yüreği yanık bir anne bin zahmetle törene gelmiş. Evlâdının diploma alışını iftiharla, mutlulukla seyr etmek için. Annenin yüreği yanık. Çünkü birkaç yıl önce delikanlı bir oğlunu teroristlerle yapılan savaşta şehid vermiş. Yirmi yaşında ölmüş oğulcağızı, onu unutamıyor bir türlü. Tek tesellisi geride kalan çocukları. İşte bu kadın, üniversitenin kapısından içeri girerken sert bir ses ona “Hey kadın, dur bakalım! Başındaki eşarpla giremezsin buraya. Burası kutsal bilim, milim, uygarlık, aydınlanma, çağdaşlık ocağıdır. Başörtülü gericiler geçemez bu kapıdan. Kadıncağız şaşırıyor. Yavrumun diploma törenine gelmiştim… diye kekeliyor. Görevli “İlle de girmek istiyorsan, bu bilim, milim ve uygarlık tapınağına başını açarak gireceksin.” Kadın büsbütün şaşırıyor. “Ben başımı dinî inançlarım dolayısıyla örtüyorum. Nasıl olur da beni içeriye sokmazsınız? Buraya bin küsur kilometre uzaktan geldim… Bilim, milim ve uygarlık tapınağının sorumluları ve görevlilerinde merhamet yok. Kadını bütün yalvarmalarına rağmen içeriye almıyorlar. Kadın bir duvara yaslanıyor, ağlıyor… Bilimde uygarlıkta, çağdaşlıkta, Pembelikte acıma yoktur. Asla yumuşamıyorlar. Kadın bir kez daha yıkılıyor. Delikanlı oğulcağızının şehitlik haberini aldığında da böyle olmuştu. Kadın güçsüz, kadın âciz, kadın haklarını arayacak ve koruyacak imkânlara sahip değil. Kadın hem ağlıyor, hem ellerini açmış sessiz dua ediyor. Biz onun dualarını duymuyoruz ama bir Duyan var. O, dualara icabet eder. Mazlumların (zulme uğramışların) duaları ile O’nun arasında bir perde ve engel yoktur…Kadın ağlıyor, kadın dua ediyor, kadının “Kıblegâh-ı Kibriya” olan yüreği çok yanık. Ne demişler: “Kıblegâh-ı Kibriyadır / Yıkma kalbin kimsenin…” Kadın sarsılıyor hıçkırıklarla. Bu kadın yabancı değil. Onun da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğunu gösteren bir kartı var. Lâkin zâlimler ona acımıyorlar. Bilmiyorlar ki, acımayana acınmaz… Kadın ağlıyor. Gayb âleminde, kader oklarının yayları gerilmiş, vazifeliler o vaziyette bekliyor. Emir gelince oklar yaylarından boşalacak, kaza-yı mübrem yerine gelecek. Kaza-yı mübremi kimse durduramaz. Zalimler bunu bilmiyorlar. Onlar ne kadere inanır, ne kazaya. İnsanın maymundan türediğine, maddenin kadim olduğuna, varlıkların ve hayatın zarurî bir tesadüften doğduğuna inanırlar. Öldükten sonra mahşerde toplanmak yok, hesap yok kitap yok, ilâhî mahkeme yok, Cennet yok, Cehennem yok. Ne yaparsan bu dünyada yanında kalır zannediyorlar. Siz öyle sanın baylar bayanlar. Öyle sanın…İnansanız da inanmasanız da hesaba çekileceksiniz. Yaptıklarınız yanınıza kalmayacak.Bekleyin göreceksiniz. 26 Temmuz 2005