Sahte Mühtediler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Politika, kültür, medya sahasında ün yapmış, halen bir Batı ülkesinde yaşayan önemli bir Türkiyelinin oğlu Müslümanlığa dönüş yaptığını iddia etmiştir. Baba Dönme’dir, anne ise Yahudidir. Mûsevilikte, annesi Yahudi olan da hâlis Yahudi sayılır, sadece babası Yahudi olan Yahudi sayılmaz.
Aradan on seneden fazla zaman geçmesine rağmen, Yahudilikten-Dönmelikten Müslümanlığa geçtiğini söyleyen oğul, daha doğru dürüst iki rekât namaz kılmasını bile bilmemektedir.
Biz, “Ben Müslüman oldum” diyene itiraz etmeyiz. Ancak şüpheli durumları da gözden kaçırmayız.
İslâm’da ilk ihtilâflar, Yemenli bir haham iken Müslüman olduğunu iddia eden ve Abdullah ibn Sebe’ adıyla faaliyet gösteren Yahudi tarafından çıkartılmıştır.
Fatih Sultan Mehmed’i, Venediklilerin gizli tâlimatıyla zehirleyip öldüren de, Müslüman olduğunu iddia eden, saraya ve padişaha nüfuz eden Yahudi hekim Maestro Iacobo’dur.
Gerek Hıristiyanlardan, gerekse Yahudilerden birtakım zatlar, ihtida etmiş görünerek İslâm tarihinin çeşitli zamanlarında ve İslâm coğrafyasının çeşitli mekanlarında birtakım garip ve meş’um işler yapmışlardır.
Büyük müsteşrik Louis Massignon, 1908 İkinci Meşrutiyet hareketinin bir Mason-Dönme hareketi olduğunu yazar.
Mani dinine, Zerdüştiliğe mensup birtakım “mühtediler” de İslâm ümmeti içinde aşırı cereyanların, fırkaların, hiziplerin gelişmesine ve kurulmasına yol açmışlardır.
Bektaşilik başlangıçta sünnî ve Şeriat’a uygun bir tarikat iken zamanla içine bozukluklar sokulmuştur.
Mevleviliği de bozmak istiyorlar. Hazret-i Mevlânâ Celalüddin Rumî beş vakit namaz kılan, İslâm’ın şartlarını yerine getiren, itikadı sahih bir İslâm büyüğü idi. Farzlardan ve müekked sünnetlerden başka, gecelerini ve gündüzlerini nâfile ibâdetlerle geçirirdi. Şimdi bu zatın yolundan gittiğini iddia eden bazı adamlar ve kadınlar, İslâm ve Mevlevilik adı altında masonik bir hümanizma cereyanı çıkartmaya çalışıyorlar. Bu konuda hayli de yol almışlardır.
Merkezi ABD’de olan Dr. Moon dini ile sıkı fıkı ilişkileri olan birtakım ilahiyatçıların faaliyetleri de şüphe ile karşılanacak cinstendir.
Son yıllarda islâmî hareketin ve bazı cemaatlerin içine hayli ajan sokulmuştur. Büyük bir cemaatin, benim tâbirimle “Özel Diyanetin” içine 200 kadar istihbarat elemanının girdiği söyleniyor. Bu, tabiî ki, bir rivâyetten ibarettir. Lakin üzerinde durmak gerekir.
Laik ve çağdaş sorumlular, mâlum ideolojinin bağlıları islâmî hareketi içinden kontrol ve manipüle etmek için otuz yıla yakın bir zamandan beri bazı manevralar çeviriyor. Müslümanlar bu günkü duruma, islâmî hareketin içine sokulan birtakım “mühtedilerin”, ajanların, elemanların gayretleriyle düşürülmüştür.
Halk kitleleri saftır, câhildir, çabucak inanıverir. Halk acı gerçeklerden hoşlanmaz. Yaldızlı yalanlara çabucak kanıverir.
Müslümanları yanlış yollara sokmak, onların enerjilerini, imkanlarını israf ettirmek için var güçleriyle çalışan düşmanlarımız bu yolda iki cephede çalışmıştır.
Birincisi: Müslümanların, islâmî hareketin içine sokulan ajanlar, sahte mühtediler, Abdullah ibn Sebe’ler.
İkincisi: İslâmî kesime mensup birtakım arivist, sahtekâr, soytarı, lüpçü, hortumlayıcı, yiyici, götürücü, dini imanı para ve menfaat olan, kendi benliklerine tapan, hedonist, nefs-perest karaktersizler. Bunlar dolaylı olarak kullanılmış, manipüle edilmiş, birtakım yerlere gelmeleri sağlanmıştır.
Bazı gerçekler var ki, bugünkü şartlar altında onları sarahaten beyan etmek doğru değildir. Çeşitli taraflar bu beyanları, bu ifşaatı kaldırmaz, kabul edemez.
Birtakım şahıslar ve zümreler, kendilerine islâmî bir meşruiyet ve itibar sağlamak maksadıyla Nurcu olduklarını, Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin yolundan gittiklerini iddia ediyor. Merhum ve mağfur Üstad hazretlerinin birinci prensibi islâmî, imanî, Kur’anî, şer’î hizmet ve fütuhatını ücretsiz, parasız yapmış olmasıdır. Hakikî Nurculukta para toplamak yoktur. İkincisi, Üstad hazretleri kendi şahsını ikinci planda tutmuş, “Ben de bir Nur talebesiyim” demiş, hizmeti ön plana çıkartmıştır.
Bediüzzaman hazretleri, bugün bazılarının göstermek istedikleri gibi, bir “Nurcu büyüğü” değil, bir İslâm büyüğüydü. Sahih bir itikada sahipti, Şeriat prensiplerine sımsıkı bağlıydı.
Üstad bütün ömrü boyunca kanaat, iktisat, tevâzu içinde yaşamıştır. Külde pişmiş bir ekmek ile azıcık bir katık ona günlerce yeterdi. Yemesi, içmesi, giyimi, masrafları en alt seviyede idi.
Üstad hazretleri asla tâviz vermezdi. Bir keresinde zâlim bir mahkemede başındaki imameyi çıkartması istenmiş, Üstad, “Benim sarığımı ancak başımla beraber çıkartabilirsiniz!” cevabını vermişti. Otuz bir Mart vak’asından sonra kurulan divan-ı harbte (sıkıyönetim mahkemesinde) “Bin başım olsa hepsi de Şeriat’a feda olsun” şeklinde konuşmuşlardır.
Bediüzzaman’ın yolundan gitmeyen, onun temel prensiplerine riayet etmeyen şahıs ve cemaatlerin bu muhterem ve mübarek zatı âlet ve istismar etmemelerini temenni ederiz.
Elimden gelse şu İstanbul trafiğine kısa bir müddet içinde, meselâ bir ay zarfında bir milyon otomobil daha sokarım. O zaman bir tıkanma ve patlama olur ve belki ilgililer ve halk meseleyi halletmek üzere harekete geçer.
Geçen gün bir akşam vakti İstanbul’un uzak bir semtine gidip geldim. Otoyollar, caddeler, meydanlar sel gibi otomobil ile doluydu. Genellikle de her arabada bir tek adam vardı. Bu ne korkunç israftır.
Son nüfus sayımında İstanbul’un nüfusu iyice sayılmamış, birtakım mülahazalarla nüfus olduğundan düşük gösterilmeye çalışılmıştır. Ben iddia ediyorum, bu şehrin nüfusu on milyonun çok üzerindedir.
Sayımda bilhassa gecekondu mahallelerindeki nüfusun bir kısmı kayda geçirilmemiştir. Çünkü bazı gizli kuvvetler (Derin devlet mi?) bu bölgelerdeki oyların bir kısmını, halkı hakkıyla saymamak suretiyle bertaraf etmek istemiştir.
İstanbul her geçen gün biraz daha “Yaşanmaz bir şehir” haline geliyor. Bu hal ilâ nihâye böyle devam edemez. Büyük bir tabiî âfet meydana geldiği bir savaş patladığı zaman Kıyamete benzer felâketler yaşanacaktır.
Evvelce de birkaç kere yazmıştım. Türkiye’nin hiçbir büyük problemi ve derdi olmasa, sadece İstanbul’un bu derece büyümüş olması bile dert olarak, mesele olarak ona yeter de artar. 08 Aralık 1998 Salı