Perşembe

 

Bin dört yüz yıllık İslâm tarihinde ne garip, ne acayip fırkalar, cemaatler çıkmıştır. Bunlardan biri “Gurabiyye” taifesidir. Gurab Arapçada karga demektir. Bu taifeya Gurabiyye-Kargacılar taifesi denmesinin sebebi şudur: Onların bozuk itikadına göre Peygamberlik Hazret-i Ali’nin hakkıymış. Lakin Hazret-i Ali ile Hazret-i Muhammed birbirlerine iki karganın benzeştiği gibi benzerlermiş. Bu yüzde peygamberlik vahyini getiren Cebrail aleyhisselam şaşırmış da, Hazret-i Ali’ye vereceğine Hazret-i Muhammed’e vermiş…

Zamanımızda da buna benzer câhilâne, sapık, gülünç fırkalar, taifeler, cemaatler görülüyor. Şeriat Tarikat bilmez câhilin ve hinoğlu hinin biri çıkıyor, kendisinin mehdi, kutub, gavs, sahib-i zaman olduğunu iddia ediyor; etrafına birkaç ahmak ve zekâ özürlü toplanıyor. Derken bu topluluk büyümeye başlıyor. Hazret’in şanı, şöhreti yayılıyor. Kerametleri, hârika işleri ağızdan ağıza dolaşıyor. Tabiî para toplama tezgâhları kuruluyor. Saf, câhil, çabucak inanıveren Müslümanlardan büyük meblağlar toplanıyor. Bir tantana, bir velvele, bir gulgule ki, sormayın.

Şu anda ülkemizde bin kadar sahte mehdi vardır. Bunların bir kısmı tımarhanelerde yatmaktadır. Fazla zararları yoktur. Ya dışarıdakiler… Allah bunların şerlerinden Ümmet-i Muhammed’i korusun.

Resûl olduklarını iddia edenler de mevcuttur.

Âlimlik icazeti ve ehliyeti olmadığı halde din âlimi pozlarına bürünenler mi ararsınız; yine icazet ve ehliyetleri olmadığı halde şeyhlik taslayanları mı?…

Yeni çıkan sapık fırka ve güruhları anlatan bir kelâm kitabı yazılsa, binlerce sayfa tutar.

Ben sapık bir fırka ve taife görmedim ki, para toplamasın. Tuzaklarına düşürdükleri Müslümanları kaz gibi yolar, inek gibi sağarlar. Bunlara para veren, bunları destekleyen ahmakların mazereti yoktur. Akıllarını kullansınlar ve böyle sapık ve yolucu gruplara girmesinler.

Başta Diyanet işleri Başkanlığı olmak üzere bütün ciddî İslâmî mihraklar, Müslüman halkı bu gibi sapıklıklara, din sömürcülüğüne, sahte mehdi, kutup, gavs ve kurtarıcılara karşı uyarmalıdır.

Yanlış anlaşılmaması için şu hususu bir kere daha tekrar etmek istiyorum: Ben İslâm’a ve Ümmet’e, Kitap ve Sünnet ölçülerine göre hizmet veren hakikî ve icazetli ulemaya ve meşayihe karş daima hürmet beslemişimdir. Onların ellerinden öperim. Burada mevzuubahs olan onlar değil, sahtekâr yalancılardır.

Bu devirde hiçbir icazetli ve gerçek âlim ve şeyh mutlak müctehidlik taslamaz. Ehliyeti olmadığı halde ictihad yapmaya yeltenenler sapıklardır.

Ne günlere kaldık! Ciğeri beş para etmez birtakım adamlar mehdi, resûl, kutub, gavs, kurtarıcı, büyük mücahid postuna bürünüp cihanı fesada veriyor.

Peygamberimiz Hâtemü’l-enbiya’dır; ondan sonra ta Kıyamet’e kadar ne Resûl, ne de Nebi gelecektir. Gulam Ahmed Kadiyanî’nin nebi olduğuna, kendisine vahiy geldiğine inanan Kadiyanî taifesi Müslüman değildir.

Sahtekârların içinde, düşmanlarımızın yetiştirip bizim aramıza soktuğu ajanlar var mıdır? Olabilir, mümkündür. İleride gerçekler ortaya çıkacaktır.

Okuyucularıma tavsiyem: Bulabilirseniz icazetli, ehliyetli gerçek din âlimlerine ve yine icazetli şeyhlere bağlanınız. Sakın ola ki, dini imanı para olan, şahsî ihtirasları için her haltı yiyen sahtekârlara tâbi olmayınız. Olursanız belanızı bulursunuz.

Müslüman dâva adamı

Hakikî Müslüman dâva adamı İslâm’ın, imanın, Kur’ân’ın, Şeriat’ın, Sünnet’in fedakâr hizmetkârıdır. O bu hizmeti, Yaratan’ın rızasını kazanmak için yapar, yaratıklardan ücret almaz. O, İslâm’ın parayla tutulmuş kiralık askeri değil, gönüllü askeridir.

Dâva adamı varlığını Allah’a adamıştır. Hizmet ve faaliyetlerini nefsini tatmin etmek, makam ve mevki elde etmek, reis olmak, şan ve şeref kazanmak için yapmaz. Onun işi Allah iledir.

Dâva adamının iki büyük sıfatı ihlas ve istikamettir. O fazla konuşmaz. Ancak zarurî ve faydalı olan sözleri sarfeder. Yapamayacağı şeyler için “Yapacağım” demez. Dâva adamı, emânetleri ancak ve ancak ehil ve layık olanlara verir. Emânetleri ehliyetsizlere vermenin İslâm’a hıyanet olduğunu bilir. O, yalan söylemez; vaad ederse o vaadinden dönmez.

Dâva adamı, Müslümanları aldatmaz, oyalamaz, afyonlamaz, yanlış yollara sokmaz. Saf ve cahil Müslümanları kandırıp onlardan para toplamaz ve bu paraları zimmetine geçirmez. Para konusunda Resûlullah ne yapmışsa, altın ve gümüşten nasıl uzak durmuşsa o da öyle yapar. Dâva adamı riyasete talip olmaz. Matlub (istenen) olursa kerhen (istemeyerek, hoşlanmayarak) kabul eder.

Dâva adamı nefsini, enesini, varlığını birinci plana çıkartmaz. Kendini gaye, dâvasını âlet ve vasıta kılmanın bir nevi şirk olduğunu; büyük bir ihanet teşkil ettiğini bilir. Dâva adamı çilelere, belâ ve musibetlere sabırla göğüs gerer. Dâvası uğrunda gerekirse canını bile seve seve feda eder.

Dâva adamı, öldüğünde geriye önemsiz birkaç eşyadan, belki mütevazı bir evden başka miras bırakmaz. Asıl deliler ona deli gözüyle bakarlar. Dâva adamı bu yalancı dünyayı kendine yalancı bir cennet yapmaya çalışmaz. Buranın bir imtihan yeri, bir tarla, bir çilehâne olduğunu bilir. 20 Ağustos 1999