Salı

İslâmî hikmet (bilgelik) açısından insanlar iki kısma ayrılır: Süeda ve eşkıya (saidler ve şakîler). Saidler Allah’ın iman, ilim, irfan, hikmet, mutluluk, hidayet vermiş olduğu iyi insanlardır. Şakîler ise kalpleri mühürlü, inkârcı, kulakları tıkalı, basiretleri bağlı kötü kişilerdir. İslâmî bir sistemde saidlerin okutulması, şakîlerin ise okutulmaması gerekir. Hazret-i Ali kerremallahü veche ve radiyallahu anh efendimiz “Eşrara (şerirlere, kötü kişilere) ilim öğretmek, eşkıyaya silah temin etmek gibidir” buyurmuşlardır.

Bu devirde hiçbir ayırım yapılmadan herkes okutulmaktadır. Bu belki eşitlik ilkesine uygundur ama hikmete uygun değildir. PKK lideri Apo cenabları okumayıp da câhil kalmış olsaydı bugünkü zararı verebilir miydi? 50’li yıllarda Koçero, Hakimo gibi cahil, okumamış, tahsilsiz haydutlar vardı. Birer tüfenk edinirler, küçük bir çete kurarlar, mevzii soygunlar yaparlar, meselâ bir otobüsü durdurup yolcuların paralarını, saatlerini, mücevherlerini falan alırlardı. Koçero ve Hakimo üniversite tahsilli olsaydılar fesatları, zararları, haydutlukları bin misli fazla olurdu, bütün ülkeyi fitne ve fesada verirlerdi.

18’inci, 19’uncu asırlarda hipnotizma ve manyetizm tıbta çokça kullanılıyordu. Birtakım aşağılık, kötü doktorlar çıkıyor ve kadın hastaların bazısını uyuttuktan sonra onlara tecavüz ediyorlardı. Böyle adamlara tıp tahsili vermek, onları doktor etmek doğru mudur? Yüksek din ilimleri de rastgele herkese öğretilemez. Din istismarı yapacak, dinî ihtisasını şahsî servet elde etmek için kullanacak alçak insanların din âlimi yapılması toplumu çökertir. Haydi laikler ve çağdaşlar evrensel hikmet kurallarını bilmiyor, peki bunlardan bîhaber olan Müslümanlara, İslâmcılara ne demeli?

Son elli yıl zarfında Müslümanlar, kesinlikle okutulmaması gereken birtakım çürük elemanları okutmuşlar, diploma sahibi kılmışlar ve bu yüzden dinî hizmet ve faaliyetler büyük zarar görmüştür. Sadece zekâ katsayısının yüksek olması yeterli değildir. Cibilliyet, tıynet, karakter, ahlâk, fazilet bakımından da üstün olmalıdır kendilerine ilim öğretilecek, tahsil yaptırılacak gençler. Soysuzu vali yapmışlar, ilk önce babasını astırtmış diye bir laf vardır. Soysuz ve şakî kişi okudukça daha zararlı, daha şerir, daha tahripkâr olur.

İslâm’da, eski Avrupa’da olduğu gibi aristokrasi, zadegânlık yoktur. Bizde esas olan ruh soyluluğudur. Babası bey de olsa, oğlunda ruh soyluluğu yoksa o gençten hayır gelmez. Fakir dul kadının asil ruhlu oğlu ise okutulduğu zaman dine, devlete, mülke millete yararlı olur, hayır dua alır. Bugün islâmî kesimde bir sürü uygunsuz iş müşahede edilmektedir. Bunun sebebi okutulmaması gereken birtakım gençlerin vaktiyle okutulup, onlara birtakım emanetlerin verilmiş olmasındandır.

Din hocalığı, cami hizmeti, öğretmenlik, idarecilik, adalet işleri gibi önemli işler ruh soyluluğuna sahip olmayan sürüngen kişilere verilirse o ülke çökmeye, o millet sürünmeye mahkum olur. Eşitlik elbette kutsal bir prensiptir. Ancak, eşitliğin yanında lâyık ve ehil olanların tercihi prensibi de olmalıdır ki, işler çığırından çıkmasın. Dini imanı para olan, nefs-i emmaresine bendelik eden, şöhret ve makam için her namussuzluğu yapan pis, süflî, alçak, rezil herifler keşke cahil bırakılmış olsalardı.

Zındıklar ve Beyinsizler

Son Peygamber, Hazret-i Muhammed aleyhissalatü vesselam ilim, irfan, hikmet, ahlâk, fazilet bakımından gelmiş geçmiş ve gelecek insanların en büyüğüdür. Müslümanların, mü’minlerin onun hakkındaki inançları ve görüşleri budur. Dolayısıyla:

1. Birtakım zındıkların, reformcuların, münâfıkların “Peygamber bir postacı idi. Kur’anı bize tebliğ etmiştir. Öldükten sonra onun işi bitmiştir. İslâm’ın tek kaynağı vardır, o da Kur’andır. Sünnet’e tâbi olmak gerekmez. Hadîsler uydurmadır. Namazda salavat getirmek şirktir. Sakal-ı şerife büyük saygı göstermek, onu öpmek de şirktir. Şer’î hükümlerin kaynaklarını dört olarak gören ve Kur’andan başka hadîslere, icmâya, kıyasa itibar edenlerin dini yanlış bir dindir…” şeklinde hezeyanlar sarfetmeleri onları küfre götürür.

2. Birtakım câhil ve gafil fanatikler kendi hazretlerini, reislerini, şeyhlerini, başkanlarını, liderlerini, dolaylı bir şekilde Peygamberden üstün görür bir hava içine girmişlerdir. Baksanıza, dinsizler ve inkârcılar Allah’a ve Peygamber’e saldırınca ses çıkartmayan, tepki göstermeyen o dengesizler, kendi din baronlarına saldırılınca korkunç bir reaksiyon göstermekte, kızılca kıyamet kopartmaktadır. Yoksa bu sapıklar, kendi efendilerini, hocalarını Allah’tan ve Peygamberden üstün mü görüyorlar?

3. İslâm’ı temsil iddiasıyla ortaya çıkan, grup grup Müslümanların başlarına geçen adamlar, sâdık kişilerse, en büyük önder olan Peygamber’in sünnetine uymaya mecburdurlar. Bazı din baronları ise Nemrud, Firavun, Neron gibi lüks, israf, tantana, ihtişam, şaşaa, debdebe içinde yaşıyor. Utanmıyorlar mı?

4. Hazret-i Muhammed aleyhissalatü vesselamın lakabı “el-Emin” idi. Düşmanları, karşıtları bile onun doğruluğunu, güvenilir bir kişi olduğunu kabul ve tasdik etmişlerdi. Bugün, onun yolundan gittiğini iddia eden bazı kişiler durmadan yalan söylüyor, emanetlere hiyanet ediyor, verdikleri sözlerden dönüyor, hilekârlık ediyor. Böyle İslâm büyüğü olur mu?

5. Birtakım beyni yıkanmış, şartlanmış, akıl ve mantık konusunda iflâs etmiş sekter düşünceli, fanatik, ufuksuz, dar görüşlü Müslümanlar kendi cemaatlerini İslâm dininin üzerinde görmektedir. Tabiî ki, zâhiren ve açıkça böyle bir iddiaları yoktur. Lakin her halleriyle kendi meşreblerini, tarikatlarını, fırkalarını, hiziplerini, cemaatlerini, gruplarını dinden üstün tuttukları meydandadır. Onlar, İslâm’a saldırılınca, “Kahrolsun Şeriat” diye bağırılınca ses çıkartmazlar, tepki göstermezler ama kendi cemaatlerine saldırılınca çılgına dönerler. Deli midir bu adamlar?

İslâm dünyasında zındıklar olduğu gibi, ehl-i sünnet geçindikleri halde bir sürü uygunsuz ve ölçüsüz iş yapan kişiler ve zümreler de vardır. Doğru yol Kur’an-ı Kerim’in, Peygamber Sünnetinin ve ondört asırdır gelip geçmiş velî, sâdık, sâlih, âlim, zâhid, yüksek ve örnek Müslümanların gösterdiği yoldur. Zındıklıktan, sapıklıktan, dengesizlikten kaçınalım. 10 Şubat 1999