Cuma

 

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (hangisi olduğunu belirtmiyorum) okuyan bir öğrenci, bazı profesör ve doçentlerin zaman zaman derslerde, İslâm dini aleyhinde saldırganca konuştuklarını söyledi. Bu bizde yeni bir hastalık değildir.

Bir profesör veya doçent ateist olabilir, mason olabilir, Sabataycı olabilir, Bahaî olabilir, Hıristiyan veya Musevi olabilir. Ancak kendini bilen gerçek bir aydın, hiçbir zaman bir üniversite kürsüsünden ülkenin hakim dini olan İslâm’a saldırmaz. Böyle bir davranış medeniyetsizliktir, geriliktir, hamlıktır, kendini bilmezliktir.

Diyelim ki, İslâmiyet’te tenkid edilecek taraflar görüyor; bu onun görüşüdür, tenkidlerini üniversitedeki ders kürsüsünde açıklayamaz. Arzu ediyorsa kitap yazar, ancak yazdığı kitabın ciddî ve seviyeli olması gerekir.

1960’lı yıllarda Osman Nuri Çerman (soyadındaki “man” ekine dikkat buyurunuz) adında bir adam vardı. “Dinde reform” diye, deli saçması, hezeyan ve zırvalarla dolu bir dergi çıkartırdı. Çerman, üniversite öğretim görevlisi olmadığı için zırvalıklar yapıyordu, ama böyle şeyler üniversite öğretim görevlilerinden sadır olursa, doğrusu çok ayıplanır. Üniversitelerimizin kürsüleri, Bolşevik Rusya’nın “Bezbojnik” propaganda merkezleri değildir.

Profesörün biri “İslâm dininin tabuları vardır” diyormuş. İslâm’dan bahsederken, tabu kelimesini kullanmak yanlıştır. Asıl tabular, birtakım ideolojilere meftun ateistlerde görülür.

Müslümanlar toleranssızmış… Bu ülkede dindarların mı, yoksa militan ve agresif din düşmanlarının mı toleranssız olduğunu, basireti olan herkes görüyor.

Bana zaman zaman, iki müzehhibe (tezhib, süsleme yapan) hanım geliyor. Bunlar yakın arkadaştır, birisi sımsıkı tesettürlüdür, diğeri açıktır. Pekâlâ arkadaşlık yapıyorlar, geçiniyorlar.

Bazen sokakta beş kişilik bir kız grubu görüyorum, ikisinin başları örtülü, üçü açık. Onlar da gayet samimi bir şekilde, güle konuşa yürüyorlar.

Dindar olsunlar veya olmasınlar, Müslümanlar toleranslıdır. Toleranssız olanlar, çok küçük bir azınlıktır, istisnalar kaideyi bozmaz.

Bu memleketin en tahammülsüz zümresi, militan İslâm düşmanlarıdır.

İslâm dogmaları değişikliğe açık değilmiş… Evrensel gerçeklerin, bilgeliklerin, ilkelerin değişmesi gerekmez. Bundan iki bin küsur yıl önce Sokrates, Eflatun, Aristo zamanında evrensel bilgelik ilke ve kuralları vardı; bunlar bu çağda da aynen geçerlidir.

Değişim, her konuda gerekmez.

Değişen, değişmesi gereken şeyler ilkeler, hükümler çürüktür, temelsizdir.

İslâm’ın reforma ve yenilenmeye ihtiyacı varmış… Dinime dahleden bari Müselman olsa…

Dinin muhkem, temel, esas hükümlerinde ve ilkelerinde hiçbir değişiklik yapılamaz.

İslâm’ın bin dört yüz yıl önce konulmuş hükümleri… diyorlarmış… Bazı şeyler ne kadar eski olurlarsa, o kadar köklü ve sağlamdırlar. Kanunların zırt vırt değiştirilmesi, yenilenmesi bir yenilik, medeniyet, ilerilik değil, büyük bir zaaf kaynağıdır.

Din, yalan söylemeyeceksin; annene, babana, hısım ve akrabana iyilik edecek, ihsanda bulunacaksın; adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın; yetimleri, fakirleri, güçsüzleri koruyacaksın, adaletten ayrılmayacaksın diyor. Bunlar bin dört yüz sene önce de, bugün de geçerlidir.

Din aklı kabul etmiyormuş… Bu iddia hezeyandan ibarettir.
Din “aklı olmayanın dini de yoktur” diyor. Bir kimsenin mükellef Müslüman olması için, akîl ve balîğ olması gerekir. İslâm dini aklı temel şart olarak kabul eder ve ona büyük değer verir. Ancak akıl tek başına yeterli olmadığı için, onun İlâhi vahyin ve Nebevî nurun rehberliğinde hareket etmesini gerekli görür.

Zırzop bir profesör, Müslümanlar cahil ve kültürsüzdür demiş. Müslümanların içinde cahil ve kültürsüz olabilir. Onlar Müslümandırlar ama, İslâm’ı temsil etmezler.

Üniversiteler ülkenin gençliğine ihtisas tahsili veren yüksek müesseselerdir. Binaenaleyh her türlü militanlığın, saldırganlığın, jakobenliğin, ideolojik taassub (bağnazlık) ve yobazlığın üzerinde olmalıdırlar.

Birmanya üniversitelerinde Budizm aleyhinde agresif saldırganlık yapılamaz.

Çoğunluğunu Katoliklerin teşkil ettiği Polonya’da, üniversite kürsülerinden seviyesiz bir şekilde Kiliseye saldırılamaz.

Türkiye Müslüman bir ülkedir, burada da akademik kürsülerde, ucuz din aleyhtarlığı edebiyatı yapılamaz. Yapan olursa, kendini rezil etmiş olur.

Ders kürsülerinden yüce İslâm dinine saldıran kara cüppelilere hatırlatıyorum:

– Roger Garaudy sizin bazılarınız gibi Marksistti, sonra Müslüman oldu.

– Şarkıcı Cat Stevens de Müslüman oldu.

– Avrupa ülkelerinde, ABD’de, Kanada’da yüz binlerce kimse -ki bunların içinde yüksek kültürlü çok kimse vardır- İslâm’ı seçtiler.

– Bir takım papazlar bile Teslis dinini bırakıp Tevhid dinine geçtiler.

Siz kendinizi çok akıllı zannediyorsunuz. Hayır, siz akıllı değil, akılcı ve pozitivist kimselersiniz.

Sizlerin asıl kimliklerinizi tahmin etmiyor değiliz. Sizler ya şu “Gizliler”densiniz yahut, “Benzeme benzet” kaidesi mucibince, Gizliler tarafından “Benzetilmişler”siniz.

Üniversite kürsüsünden, agresif ve militan bir üslupla İslâm’a saldırmak hiçbir profesöre ve doçente şeref kazandırmaz. Bu memlekette 1930’lu ve 40’lı yıllarda Almanya’dan kaçmış, çoğu Yahudi yabancı profesörler de ders vermişti. Onların hiçbiri, o zamanın rejiminin müsait olmasına rağmen İslâm’a ve Müslümanlara saldırmak seviyesizliğini, seciyesizliğini, adiliğini, şarlatanlığını yapmamıştır. Hattâ bazılarının Müslüman olduğu söyleniyor. Bunlardan meşhur profesör doktor Frank öldüğünde, Karacaahmet Müslüman kabristanına gömülmesini vasiyet etmişti.

Biz Müslümanlar dinimizin talimatı gereğince hikmeti, bilgiyi yitiğimiz olarak görür ve nerede bulursak alırız. Ancak üniversite kürsülerinde dinimize saldırılmasını hoş karşılamayız.

Efendiler, hanımlar!.. Biraz ciddiyet, biraz seviye, biraz insaf, biraz medeniyet… 27 Mart 2004