Cumartesi

 

Bütün ileri, medenî, hür, demokrat, hukukun üstünlüğü sistemine sahip, temel insan haklarına saygılı ve riayetkâr ülkelerde en geniş şekliyle din ve inanç hürriyeti vardır. Vatandaşların ve yabancıların, kendi din ve inançlarına göre yaşama hürriyeti vardır. Bir iki örnek vereyim:

1. İngiltere’de, motorsiklet kullanan herkesin başına bir kask geçirmesini mecbur kılan kanun çıktığı zaman, orada yaşayan ve kendi dinlerine göre mutlaka sarıklı gezmeleri gereken Sih’ler yüksek adalet merciine başvurarak, bu kanunî emirden muaf tutulmalarını istemişler, İngiliz adaleti de, “Madem ki, sizin dininize ters düşüyor, siz mecbur değilsiniz” kararını vermişti.

2. ABD’de, Yahova Şahitleri Amerikan Millî Marşı’na saygı göstermiyorlardı. Çünkü onların inancına göre bu gibi şeyler birer puttu. Amerikan Yüksek Mahkemesi’ onlara bu hususta hürriyet tanımıştır.

3. İngiltere’de şu anda milyonlarca Müslüman yaşamaktadır. Onların kız çocuklarının ilkokuldan itibaren bütün okullara, kolejlere, üniversitelere başörtüsü ile gitmeleri, girmeleri serbesttir. Kimse bir şey demez. Madem ki, dinlerinin icabı böyledir, bunu serbestçe yerine getirmek hakkına sahiptirler.

4. ABD’de, Utah eyaletinin Salt Lake City şehrinde vazife gören Amerikalı bir kadın polis memuru Müslümanlığı kabul etmiş, başını örtmüş ve vazifesini başörtülü olduğu halde yapmaya devam etmiştir. Hem de polis üniforması giyerek.

5. Yine ABD’de, iki Müslüman polis memurunun sakal bırakmasına âmirleri karşı çıkmış, polisler Yüksek Mahkeme’ye müracaat etmişlerdir. Bütün medenî Avrupa ve Amerika ülkelerinde Müslümanların dinî dernek kurmaları, tasavvufî tekke ve zaviye açmaları, dinlerine uygun kılık kıyafetle, serpuşla gezmeleri serbesttir. Müslüman Alman tanıdıklarımdan Muhammed Sıddık Bey Malezyalı bir hanım ile evlenmişti. Hanımı hem çarşaf giyiyor, hem de peçe ile yüzünü örtüyordu. Bir gün Alman polisleri bir yolda bütün otomobilleri durduruyor, kimlik soruyorlardı. O sıralarda terör faaliyetleri vardı. Hanımın yüzünü göremedikleri için nezaketle peçesini açmasını istemişler ve sonra çok özür dilemişlerdi.

Laikçilik (laiklik değil) yobazlığı ve tahammülsüzlüğü olan Fransa’da bile (orada da milyonlarca Müslüman yaşıyor) ehl-i İslâm’a oldukça geniş bir hürriyet verilmiştir.

Her halde yirmi otuz sene geçti, Londra’da çekilmiş bir fotoğraf görmüştüm. Belediye otobüsünde şoförlük yapan Pakistanlı bir Müslüman arabayı bir kenara çekmiş, kaldırıma seccadesini sermiş, namaz kılıyordu. Otobüs yolcuları da itirazsız onun ibadetini bitirmesini bekliyorlardı. Evet medenî ülkelerde din, inanç, ibadet denilince akan sular durur.

Peki bizdeki durum nedir? Tam mânasıyla rezalettir, vahşettir, anti-medeniyettir.

Kendilerini aydın, okumuş, seçkin sanan birtakım haşaratın beyinleri ortaçağ karanlıkları içindedir. Dünyanın hiçbir ileri, medenî, kalkınmış ülkesinde bizde olduğu gibi küstahça, yobazca, yamyamca bir din düşmanlığı yoktur. Bazı üniversite hocaları ve idarecileri, bazı gazeteci ve televizyoncular, bazı politikacılar kendilerini engizisyon savcıları gibi görüyor. Başörtülü Müslüman kızlarımız üniversitelere niçin sokulmuyor? Başörtüsü siyasî bir simgeymiş… Ne gülünç iddia. Başörtüsü siyasî bir simge değil, dinî bir simgedir. Kaldı ki, sadece Müslüman kadınlar değil Hıristiyanlar, başka dinlere mensup nice kadın da başlarını örtmektedir. ABD’de, İngiltere’de, Kanada’da “Siyasî simgedir” bahanesiyle başörtüsü yasaklanabilir mi?

Bugün Türkiye’nin başında iki büyük bela vardır.

Biri din düşmanlığı, diğeri din sömürüsüdür.

Bunların ikisini birlikte ele alarak incelemek gerekir. Bir kısım dindarlar sadece din düşmanlığından şikayet ediyor, birtakım dinsizler de, kendi azgınlıklarına hiç bakmayıp devamlı olarak din sömürüsünden bahsediyor. Bu iki belâ bir madalyonun iki yüzü gibi birbirine bağlıdır.

Din sömürüsünün kalkması için Müslümanlara İngiltere’de, ABD’de, İsviçre’de olduğu kadar hürriyet verilmeli ve azgın ve kuduz din düşmanlığından vaz geçilmelidir.

Bütün gazetecileri suçlamıyorum ama büyük medyada öyle köşe yazarları, öyle yönetmenler, öyle kurmaylar var ki,

sanki eski Bolşevik Rusya’daki Bezbojnik

(Allahsızlar)

militanları gibidir. Maalesef bunların içinde birkaç Sabataycı da bulunmaktadır. Yâni, şu dışı Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise Yahudi olan vatandaşlarımız. Yahu senin dinin başka, asıl kimliğin başka; benim dinime, ülkenin dominant dini olan İslâm’a uluorta niçin saldırıyorsun?

İslâm’ı tenkit etmek istiyen gayr-i müslimler, eğer ilimleri, kültürleri varsa müsteşrikler (oryantalistler) gibi kitaplar, ilmî makaleler yazarak fikirlerini ortaya koysunlar. Müslüman âlimler, aydınlar, ârifler elbette onlara cevap verir, itiraz ve tenkitleri çürütür.

Günlük gazetelerde, televizyonlarda İslâm dinine hayâsızca, seviyesizce saldırmak, mahalle karısı edebiyatı ile demagoji yapmak en büyük terbiyesizlik, namussuzluk, ahlâksızlıktır. Efendi bir insan, iyi bir vatandaş ülkesinin hâkim dinine, vatandaşlarının ezici çoğunluğunun inançlarına kuduz köpek gibi saldırmaz.

İrtica tehlikesi varmış… Bunlar esassız, gülünç, boş iddia ve bahanelerdir. Asıl en tehlikeli irtica bu ülkeyi, bu milleti, bu devleti 30’lu yıllara geri götürmeye çalışmaktır.

Din düşmanları statükocu ve rantçıdır. Onlar bu memleketin, bu devletin, bu milletin rantını yemekte, bütçeyi sömürmekte, dev ihalelerde yolsuzluk yapmaktadır.

Müslümanlara saygılı olan Yahudilere bir şey demiyorum. Lakin, asıl ismi olan “Moiz Kohen”i saklayarak, sahte Tekin Alp ismiyle kitaplar yazıp, “Kahrolsun Şeriat” diye fasıl başlıkları atan Yahudi’nin yaptığı doğru mudur? Böyle hâyasızlık olur mu? Onu ve atalarını bu memlekete Osmanlı Müslümanları kabul etmemiş midir? Müslümanlara olan minnet borcunu böyle mi ödemektedir?

Bu memlekette Rumlara, Ermenilere, diğer Hıristiyan unsurlara, Musevilere en büyük hürriyeti, Müslümanlar vermiş, en geniş toleransı onlar göstermiştir. İslâm zayıflayınca onlar da gitmiş ve bitmiştir. Tanzimat fermanı ilan olunduğunda Rum patrikhanesi, Fener Rumları bundan pek memnun kalmamışlardır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu bünyesi içinde, Müslümanlardan sonra ikinci “Millet” onlardı. Uzakgörüşlü oldukları için nice imtiyaz ve haklarını kaybedeceklerini anlamışlardı.

Ülkemizdeki büyük bir medyacı Sabataycıdır. Bu zatın, gazete ve televizyonlarında İslâm’a saldırılmaktadır. Bu saldırılar zaman zaman cinnet halini almaktadır. Bir Sabataycının, nimetleriyle beslendiği ve semirdiği bu Müslüman milletin mukaddesatına böyle saldırmaya hakkı var mıdır? Başka ülkelerde de Yahudi medya babaları bulunmaktadır ama onlar ülkelerinin dinine böyle hücum etmemektedir.

Ben Müslüman kesimde özeleştiri yapan, din sömürüsünü şiddetle tenkit eden bir vatandaşım. Tek taraflı hareket ettiğim, tarafgirlik yaptığım iddia edilemez. Şimdi buradan militan, azgın dengesiz, saldırgan din düşmanı gazeteci ve televizyonculara hitap ediyorum:

– Efendiler kendinize geliniz. Yaptıklarınız medeniliğe, insanlığa, vatandaşlığa, okumuşluğa sığmaz. 2000’li yıllarda Ortaçağ Donkişotluğu yapmanız gülünçtür, ayıptır, çok çirkindir. Bu ülkenin, bu milletin, bu devletin bin türlü derdi ve problemi vardır. Onlarla uğraşın. Sun’î (yapay) gündemlerle halkın kafasını karıştırmayın. Müslümanların tarihte büyük medeniyetleri, kültürleri, sanatları, nizamları, fütuhatları olmuştur. Ya sizin neyiniz var? Kanunî Sultan Süleyman devrinde Müslümanlar Viyana’yı iki defa kuşatmışlardı. Şimdi ise Türkler Viyana’da çöpçülük, madencilik, lağımcılık yapıyor. Ülke o hale getirilmiştir ki, Avrupa ülkeleri sınırlarını açsalar, vize verseler oralarda çöpçülük yapmak için milyonlarca işsiz, sefil, perişan, çaresiz vatandaşımız yola çıkacaktır. Ankara, İzmir ve İstanbul sokaklarında onbinlerce Güney Kore otomobili görülüyor. Acaba Seul’de bir tek Türkiye yapısı otomobil var mıdır?

Bu memleketi, bu milleti, bu ülkeyi din değil, dinsizlik batırmıştır. İşte manzara meydandadır.

Kokuşma gericilik, rezalet, müzmin ve yüksek enflasyon, diplomalı cahillik, rüşvet, hırsızlık, kalitesizlik, ufuksuzluk..

. 12 Mart 2000