Çarşamba

 

Geçen hafta perşembe günü sabah 9 buçukta uçağa bindim, bir saati biraz geçen bir yolculuktan sonra Samsun’a indim. İlkadım Belediyesi’nin daveti üzerine, “Kitap, Sanat, Kültür” konusunda bir konuşma yapacağım. Samsun’a hiç gitmemiştim. Sadece 55 yıl önce İstanbul Hopa seferi yapan büyük bir vapur yolculuğu esnasında şehri, vapur yolcu indirip bindirmek için açıkta demirlediği zaman uzaktan görmüştüm. Aradan yarım asırdan fazla zaman geçmiş, şehir “kent” olmuş büyümüş, genişlemiş.Eski mimarî yapı kaybolmuş, onun yerini beton yığınları almış. Keşke eski evler ve binalar restore edilip korunmuş olsaydı. Bütün medenî ülkelerde tarih korunuyor. Son gittiğim ülke olan Yemen’de bile nefis bir mimarlık sergileniyor. Orada, bizde olduğu gibi mimarîde ve şehircilikte kopukluk olmamış. Yeni yapılan Yemen binalarının cepheleri millî sanatı aks ettiriyor. Pencerelerin üzerinde, vitraylı tepe pencereleri bulunuyor.

Samsun’da restore edilmiş birkaç eski yapı gördüm. Hepsi de çok güzeldi, çok sanatlıydı. Bari, kalanlar titizlikle korunsun.Maziye, millî kültüre, millî kimliğe bağlı birkaç varlıklı aile eski evlerde otursun. Ben bir şehre gidince hemen iki sual yöneltirim: Burada sahhaf dükkânı var mı? Burada eskici veya antikacı var mı?.. Samsun’da sahhaf dükkânı yokmuş. Bari bir iki eski eşya alayım dedim ve bir dükkândan üç ayaklı bir tepsi üzerinde monte edilmiş hayli büyük, kapaklı bir buhurdanlık, iki tane işlemeli bakır tas, bir de işlemeli bakır sahan aldım. Dördüne 100 YTL verdim.

Ara sokakları gezerken Cibran Kafe’de durup birer çay içtik. Bir öğretmen işletiyormuş, döşemesi millî idi. Vitrininde “Garibanlara çorba verilir” diye yazıyordu. Balık lokantasında öğle yemeği yerken bir zat 14 yaşındaki oğlunu getirdi. Terbiyeli, müeddep, efendi bir genç olduğu halinden belli idi. Ona:

-İleride doktor, mühendis, işletmeci, bilgisayarcı olmak için çalışıp çabalama. Onlar birer meslek, birer uzmanlıktır.Senin ana gayen ADAM OLMAK olsun dedim. “Özel kütüphaneniz var mı?” diye sordum. Kitapları varmış. Hemen bir kağıda çocuğun ismini soyadını, alt satıra da “özel kütüphanesi” kelimesini yazdım, bunu bir lâstik mühür şeklinde yaptırt, kitaplarına bas dedim, ücretini de ben verdim. İstanbul’a döndüğümde ona bir paket kitap göndereceğim.

Çocuklarımıza kitap sevgisi aşılayalım. Yedi yaşından itibaren onların kendilerine mahsus özel kitaplıkları olsun. Çocuklara her ay birkaç kitap (en az beş, ailenin maddî imkânı varsa 10 kitap) alınsın. Çocuk kitabı okumayı seviyorsa bu rakam artabilir. Alınacak kitaplar mutlaka faydalı, kıymetli, kalıcı kitaplar olsun. Kafa karıştırıcı, ideolojik mahiyette, sırf para kazanmak için çıkartılmış fasa fiso, zararlı kitaplar kesinlikle alınmasın.

Bundan asırlarca önce Osmanlı ülkesini gezmiş Batılı bir seyyah (gezgin) Müslüman Osmanlı çocukları için şöyle diyor: “Osmanlının on-onbir yaşındaki çocukları büyük adamlar gibi ciddî ve vakurdur.” (Merhum İsmail Hami Danişmend’in bir kitabında okumuştum.)

İlkokuldan itibaren çocuklarımıza zaman zaman büyük insanlar gibi muamele edelim; onları olgunluğa, ciddiyete, vakara alıştıralım. Zaman zaman dedim, öteki zamanlarda çocuk çocukluğunu yaşasın. İstanbul’da bilhassa lise gençliği perişan vaziyettedir. Dersler bitiyor, okul dağılıyor, kapıdan dışarı çıkan delikanlıların ilk işi gömleklerinin eteklerini pantolonlarının üstüne çıkartmak, yakalarının düğmelerini çözmek, kravatı gevşetmek, hava biraz iyiyse ceketi omzuna almak ve pek külhanî, pek laubali, pek derbeder bir şekilde sokaklarda yürümek. Medya haberlerine dikkat ederseniz son aylarda İstanbul liselerindeki bıçaklama, kavga, birbirine girme olaylarının çoğaldığını görürsünüz.

Gençliğin hiç olmazsa bir kısmını kitaba, okumaya, kültüre, sanata yönlendiremezsek bu memleketin geleceğinden korkulur. Kitaptan başka çocuklarımıza geleneksel millî sanatlarımızdan birini öğrettirelim. Tabiî böyle bir sanata istidatları (yatkınlıkları)varsa. Sanatla uğraşmak, onların gençlik ve bülûğ buhranlarını kolay atlatmalarına yardımcı olacaktır. Sanat, uğraşanı mutlu kılar. Kendisine ileride bir yan gelir (hattâ bazen iyi bir gelir) sağlar. Memleket ekonomisine katkı olur. Ülkemizde 260 kadar millî sanat ve zenaat olduğu bilinmektedir. Bunların çoğu unutulmuş, ölmüş vaziyettedir. Yirmi otuzu yaşamaktadır.Bir kısmı ise can çekişmektedir. Belediyelerimiz bunları canlandırırlarsa ne iyi etmiş olurlar. Ancak dikkat edilecek önemli bir husus vardır: Açılacak kurslarda, elsanatını sırf hobi olsun diye, geçici bir heves şeklinde öğrenmek isteyenleri değil, ileride bunlarla hayatını kazanacak kimseleri okutup ve yetiştirmek gerekir. İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İSMEK var, yıllardan beri, yekûn olarak yüzlerce trilyon masraf yapılarak birtakım sanatlar öğretiliyor. Koskoca İstanbul’un bütün çarşı ve pazarlarını dolaşınız, İSMEK kursunda sanat öğrenip de piyasaya, çarşıya pazara satılmak üzere ürün getirmiş bir kimse bulamazsınız. Süleymaniye ile Mercan civarında iki büyük han vardır, birinin ismi Şark Han, diğerinin adını unuttum; yedişer katlı o iki büyük han bin çeşit Çin,Hint ve diğer ülkelerden gelen çok ucuz, çok güzel el sanatı eşyası ile doludur. Ama bir tek Türk el sanatı eşyası yoktur.

Samsun’da görüştüğümüz belediyeci dostlarıma şehirde el sanatı kurslarını açmalarını söyledim. Bu arada meclistekilerden biri “Civarımızdaki İskilip’te bir halk eğitim merkezi var, onlar bu sahada hayli faaliyet yapıyorlar ve hayli başarılı oldular” dedi. İstanbul’a döndüğümde internette baktım, merkezin web sitesini ve tel no.larını buldum. İskilip HalkEğitim Merkezi… www.iskiliphem.com… Tel:0364/555 62 01 ve 0364/511 88 11. İnternetteki bilgilere göre bu eğitim merkezi ürettiği bir kısım malları Fransa’ya bile satmış.

Muhterem belediyecilerimize, haddim olmayarak tavsiye ediyorum: İskilip’teki bu halk eğitim merkezi ile temasa geçsinler, gerekirse oraya eleman gönderip rapor hazırlatsınlar ve bunun bir benzerini kendi şehirlerinde kursunlar. İskilip’te yapılan iş, hizmet ve faaliyet elbette başka yerlerde de yapılabilir. Bu gibi faaliyetler yurt çapında yaygınlaşırsa ileride bir milyon vatandaşımıza iş çıkacaktır.

Bu devirde atölye ve dükkân kiralamak, yabancı işçi çalıştırmak, sendikalarla uğraşmak çok zordur. Evlerimizin bir köşesini, bir odasını atölye haline getirmeliyiz. Çalışmak için başka yere gitmek yok, yol parası yok, vakit kayb etmek yok…

Bugün bazı ev hanımları salonlarına kocalarını, okulda okuyan yavrularını bile sokmuyor. Böyle kadınlar evlerinde iş yeri isterler mi? Elbette açmazlar. Benim teklifim işi olmayan, sefalet çeken, ihtiyaç içinde kıvranan aileleredir. Çalışmak ayıp değildir.Asıl ayıp tembelliktir, asalaklıktır. Tayvan adasında evlerin atölye şeklinde çalıştığını söylüyorlar.

Gece konuşmamdan sonra yazılı olarak elli kadar soru geldi. Onlara kısa cevaplar verdim. Bazılarını buraya yazıyorum:

-14 yaşında bir oğlum var, okumayı sevmiyor, ne tavsiye edersiniz?

-Okumayı teşvik etmek ve sevdirmek için yapılması gereken herşey yapıldıktan sonra yine de sevmemeye devam ederse ona seveceği, uğraşırken mutlu olacağı bir sanat, bir hobi, bir uğraşı bulmak gerekir.

-Osmanlıcayı nasıl öğrenebiliriz?

-Kur’ân okumasını bilen normal zekâlı bir kişi Osmanlıcayı yani Arap yazısıyla Türkçe okumayı bir saatte söker. Sonra bütün ömrünce her gün biraz okuyarak ve öğrenerek bunu ilerletmesi gerekir.

-Kitap dükkânı olmayan bir ilçede (Kavak) kültür merkezi kurmak istiyorum… (Yaşım 21)

-Kitap dükkânı olmayan bir ilçede başlangıçta kültür merkezi kurmak çok zor olur. Belki, içinde kütüphanesi bulunan, kitap satılan bir internet kafe açılabilir, zaman zaman ehliyetli kişilere sohbet yaptırılabilir.

-Konuşmanızda salonlarımıza aldığımız ve doldurduğumuz gereksiz eşyalardan söz ettiniz. Bunlar odalarımızın alanlarını daraltmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu doğru… Ancak bu fikri savunan bir üstadın büyük meblağlar harcayarak sanat eşyaları alması israf değil midir? Böyle yapmak yerine o paralarla ihtiyaç sahibi öğrenciler desteklense daha iyi olmaz mı?.. Allah Resûlü eşya biriktirmemizi nasıl karşılardı? Yatırımı insana yapmak gerekmez mi?

Aldığım eski eşyalar ve kitaplara büyük meblağlar ödemem. Daima ucuza, hattâ değerinin çok altında fiyatlara alırım. Bunlara verdiğim paraları bir sanat, kültür hizmeti yaptığım inancı ile ödemekteyim. Örnek oluyorum, teşvik ediyorum.Lüksten ve israftan kaçarım. Pahalı yemekler yemem, lüks elbise giymem, lüks otomobilim yoktur.Oldukça mütevâzı yaşıyorum.Sanata, kültüre, kitaba harcanan para lüks sayılmaz, israf sayılmaz. Kendi hesabıma fakir bir öğrencinin tahsil masraflarını karşılıyorum. Şu husus da hatırdan hiç çıkartılmamalıdır ki, fakir bir öğrenciye para verilerek, maaş veya burs bağlanarak onun yetişmesi sağlanmaz. Para vermek başka şeydir, yetiştirmek başka şey…Allah Resûlü lüksü, israfı, gösterişi, saçıp savurmayı, kibri, gururu sevmezdi. O devirde bugünkü gibi kitaplar yoktu. Faydalı, kıymetli, aydınlatıcı kitaplar edinmeyi hoşgörür ve teşvik ederdi sanıyorum. Ben, geleneksel el sanatı eşyaları almakla onları teşvik ediyorum, yayılmasını istiyorum, işsiz ve aşsız vatandaşlara iş ve aş temin edilmesi gayesini güdüyorum. Bunları bir misyon için topluyorum. 02 Mart 2006