Sanat ve Hayat
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Sanat hayatın bir parçasıdır. Evlerimizde, kullandığımız günlük eşyalarda, giyim kuşamda; bilhassa misafir odalarımızda, iş yerlerimizde mutlaka kendi sanatımızdan örnekler, renkler, çizgiler olmalıdır. Sadeliğe ters düşmemek şartıyla camilerimizde de sanat bulunmalıdır.
Bizdeki tarihî ârızalar, yozlaşma, yabancılaşma yüzünden sanat ile hayat birbirinden kopmuştur. Sanat bir lüks, gösteriş, pahalı ve masraflı bir heves haline getirilmiştir.
Ortahalli, hattâ fakir Müslümanların evlerinde bile hat gibi, ebrû gibi, tabiî boyalı halı ve kilim gibi millî ve geleneksel sanat eserlerimizden eserler bulunmalıdır.
Koltuklarımızda, kanapelerimizde, sedirlerimizde, masalarımızda, sandalyelerimizde, lambalarımızda bizim kendi sanatımızın renkleri, şekilleri, üslûpları görülmelidir.
Her evde -meselâ- bir çiçekli ebrû, çerçeveletilip asılmış olarak bulunmalıdır. Niçin yok? Çünkü Müslüman topluma yol göstermesi, ışık tutması, rehberlik etmesi gereken okumuş zümre böyle şeylere önem vermiyor, nâdir istisnâlar dışında bu konularla ilgilenmiyor.
Hat, tezhib, ebrû sanatı her geçen gün biraz daha ilerliyor. Lakin bunları öğrenip de eser vermeye başlayanların bir kısmının emelleri büyük. Yazlık alacak, kışlık alacak, lüks otomobil alacak, köşeyi dönecek, zengin olacak. Ebrû sanatı bu kadar yükü kaldırır mı?
Bir ebrûcu, bir hattat, bir tezhip sanatkârı için sanatı ve ondan aldığı zevk her şeyin üzerinde olmalıdır. Ne kadar çok eser verirse, bunları ne kadar fazla mekâna sokabilirse o kadar mutlu olmalıdır. Sanattan elbette para kazanılır. Lakin para gaye değildir.
Uzakdoğu ülkelerinde, Çin’de, Taiwan’da; Arap ülkelerinde geleneksel sanat eserleri, ortahalli bütçelerin kaldırabileceği fiyatlarla satılıyor. Şam’da sedefli sehpalar, koltuklar; tahta üzerine renkli, nakışlı, yaldızlı sanat eserleri o kadar ucuza satılıyor ki. Bunlara benzer şeyleri aynı ucuz fiyatlarla Türkiye’de ürettirip sattırmak mümkün değildir. Çünkü bizde bazıları sanatı bir köşe dönme âleti ve vasıtası olarak görüyor ve kullanıyor. Tabii ki, herkesi itham etmiyorum.
Eskiden bir sanatkâr günlük geçimini temin edince, bir de ilerideki günler için kenara birkaç akçe koyunca mutlu olurdu. Şimdi öyle mi?
İyi bir hilye-i şerif levhası birkaç milyara mal oluyor. Bunu kaç âile edinip de evinin duvarına asabilir? Zenginler alabilir, onların da çoğunun aklı ve kültürü yeterli değil.
Hanımlar evlerindeki büfe ve vitrinlere bir sürü gümüş, porselen, kristal veya cam eşya dolduruyor. Bunların çoğunun sanat kıymeti yoktur. Bence sanat boyutu olan ucuz bir toprak veya seramik eşya, pahalı fakat sanatsız bir gümüşten ve kristalden çok daha kıymetlidir.
Hanımlar, genç kızlar evlerde niçin eski Osmanlı işlemelerine benzer çalışmalar yapmıyor?
Şam’da bir Türk anlattı. Suriye işi sedefli mobilyalar Türkiye’ye getiriliyormuş. Burada “eskitme ve antikalaştırma” ameliyesinden geçirilip eski eşya olarak satılıyormuş. Bu bir sahtekârlık değil midir?
Orada 10’a aldığını, burada diyelim 20’ye, 30’a satarak ticaret yapmak birtakım kimseleri tatmin etmiyor, ille de on misli, yirmi misli kâr edecektir. Bu kadar aşırı kârlar, içine yalan ve sahtekârlık karıştırılan ticaretler helâl olur mu?
Bazı hattatlar, ebrûcular normal, mâkul, ucuz fiyatlarla eser veriyor. Bazıları ise pahacı. Bu ikinciler bir iki eserle, birincilerin kazandığını elde ediyorlar ama olan sanata oluyor; yayılmıyor.
Devlet sanat ve kültürü teşvik için vergi muafiyetleri koymuş. Sanatkarlarımız atölyeler açmalı, bol eser vermeli, bunları ucuza satmalı ve sanatla hayatı birleştirmelidir.
Elimden gelse şöyle bir moda çıkartırım: Hali vakti yerinde olan herkes salonunun tavanına ahşaptan bir tavan göbeği koymalıdır. Böylece evlerimiz, salonlarımız güzelleşir, sanatkârlara da iş çıkar. Lakin fiyatlar mutlaka mâkul, ucuz, insaflı olacaktır. Birkaç tavan göbeği yapacak ve köşeyi dönecek. Yağma yok!
Evlerimize vitray da koymalıyız.
Cam sanatımız da geliştirilmeli, salonlardaki büfelere, vitrinlere, sehpa ve masaların üzerine sanat boyutu olan ve her biri tek parça olarak elde yapılmış renkli cam eserleri konulmalıdır.
Geçen pazar günü Beyazıt’ta İran işi cam sanat eşyası satan beş sergi vardı. Bunların birinden, koyu yeşil camdan yapılmış sürahiye benzer bir sanat eseri aldım. Fiyatı sadece beş milyon liraydı. Düşünebiliyor musunuz, ta İran’dan bin zahmet ve eziyetle bu eşyaları getiriyor ve de bedava denilecek ucuz fiyatlarla satıyorlar. Yapan ekmek yiyor, getiren ticaretini yapıyor. Bizde bu kanaat yok. Onun için de cam sanatımız can çekişiyor. Bir cam atölyesi açacak. Yaptığı eserlerden kazandığı para ile güzel bir daire, bahçeli bir yazlık, pahalı bir otomobil alacak, servet ve sâmana kavuşacak… Bu kafayla sanat manat olmaz.
Bazı antikacılar Avrupa ülkelerine gidiyor, oralardan sanat ve antika kıymeti olmayan abuk sabuk eşyaları alıyor ve burada astronomik fiyatlara satıyor. İngiltere’de çok ucuza satılan bazı eski porselenler Türkiye’de yüz misli fiyata alıcı buluyor. Türedilerin, sonradan görmüşlerin işleridir bunlar.
Sanat bir topluma ekmek kadar lazımdır. Her şeyi devletten beklememek gerek. Müslüman kesimin rehberleri, yol göstericileri, ağaları, babaları, baronları sanata niçin gereken önemi vermiyorlar?
Camilerimizin haline bakınız. Ne eski halı ve kilim kaldı, ne de hüsn-i hat levhası. Geçen gün Sultanahmet’in alt taraflarında küçük bir caminin minaresine baktım. Mübalağa etmiyorum, şerefesinde, altında ve üstünde belki elli adet ampul, flüoresan lamba vardı. Bunlara ilaveten birkaç çirkin ve iğrenç hoparlör göze batıyordu. Yahu cami mi, minare mi, yoksa sirk ve lunapark kulesi mi?
Günlük politika dedikoduları, futbol heyecanları, saçma sapan aktüel konular. On milyonlarca insan bunlarla aklını bozmuştur. Sanatmış, edebiyatmış, mimariymiş, hüsn-i hatmış, ebrûymuş, edirnekârî nakışlarmış bunları düşünen yok.
Bazıları İslâm İslâm deyip duruyor. İslâm bu memlekete lafla hâkim olmaz. Sanatla, ilimle, irfanla, kültürle, medeniyetle gelir İslâm.
Ukalânın biri çıkıp da “Peygamber zamanında sanat mı vardı” gibi laflar edebilir. Peygamber’in sanata ihtiyacı yoktu. Çünkü O, güzelliğin ta kendisiydi. Sûreti, siyeri güzeldi. Kişiliği, ahlâkı, konuşması, davranışları güzeldi. O’nun sanata ihtiyacı yoktu. Bizim ise var. 05 Mayıs 2000