Sapıklar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Cumartesi
O sapıklar dünyayı kendileri için cennet haline getirmek istemişlerdi. Nazarî olarak cennete inanıyorlardı ama bu dünya hayatı onlar için daha esaslı ve önemli idi. Kuduz bir hırsla kendilerini dünya zevklerine, lezzetlerine, hazlarına vermişlerdi. Şahane meskenlerindeki lüks ve konfor Nemrud’un, Firavun’un, Şeddad’ın sarayında yoktu. Mutfakları, banyo daireleri lüks kuyumcu dükkanı gibi temiz, müzeyyen ve şaşaalı idi. Aşırı tüketim, israf, rahatlık bataklıklarına gırtlağa kadar gömülmüşlerdi. Allah, peygamber, din, Kur’an diyorlar ama bu kutsal kelimeler gırtlaklarından aşağı, gönüllerine inmiyordu. Onların dinleri imanları para ve servet idi. Başka putları da vardı. Nefs-i emmarelerine put gibi tapıyorlardı. Komşusu tapulu bahçesinden iki metre karelik toprak gasbetse kıyamet kopartıyor, haklarını geri almak için canla başla çalışıyorlardı ama dinsizler Allah’a, Peygamber’e, Kur’an’a, Şeriat’a köpek gibi saldırdığı vakit alçakça bir sükût ve umursamazlık sergiliyorlardı. Çocuklarını iyi insan, iyi Müslüman olarak yetiştirmek yerine, ileride çok para kazanan, iyi yaşayan, ünlü ve nüfuzlu bir kişi olarak yetiştirmeye gayret ediyorlardı. Gurur, kibir, nümayiş, gösteriş içindeydiler. Dünya serveti, dünya hazları, benlik ihtirasları, şöhret ve makam aşkı onları sanki sarhoş etmişti. En doğru, en müsbet, en haklı tenkit ve uyarıları bile kabul etmiyorlar, bunları birer hakaret sayıyorlar; yalan da olsa övgülere bayılıyorlardı. Laf ile düzene karşıydılar ama ellerine fırsat geçti mi, bozuk dedikleri düzenin yağlı kemiklerine aç köpekler gibi saldırıyorlardı. İslâm, mukaddesat, dâva onlar için bir rant konusuydu. Müslümanları aldatıyor, afyonluyor, sersemletiyor, peşlerine düşen saf ve câhil halkın beynini yıkıyor ve trilyonlarına trilyon katıyorlardı. Servetleri arttıkça lüks limuzinleri, debdebeleri, tantanaları, israfları da artıyordu. Fakir halkı hor ve hakir görüyor; onlarla ihtilattan kaçıyorlardı. Onları bir kere bile olsa halkın seyahat ettiği bir otobüs veya minibüste, küçük ve ucuz bir halk lokantasında, halk pazarında görmek mümkün değildi. Batı medeniyetine düşman gibi görünüyorlardı ama batının modasını takipte en önde onlar koşuyordu.
İşte dünyayı kendilerine cennet yapmak isteyen bu sapıklar çeşitli belâ ve musibetlerle sarsılmaya başladılar. İslâm’ı, mukaddesatı âlet ederek topladıkları karunî servetleri bir türlü huzur ve rahatlık içinde yiyemiyorlar. Gün geçmiyor ki, bir taraftan bir tokat yemesinler. Halbuki onların ne büyük emelleri, ne engin ümitleri vardı. Servetleri, şöhretleri, konforları, lüksleri, hazları, zevkleri, lezzetleri, keyfleri her geçen gün biraz daha arta arta ta Kıyamet’e kadar gel keyfim gel yaşayacaklardı. Üzerinde bir kuş sütü eksik sofralarda eski Romalılar gibi tıkınıp duracaklardı. Köşklerde, yalılarda, lüks meskenlerde gamsız kedersiz yaşayacaklardı. Peşlerinden gelen halk onlara daha fazla para verecek, onları daha fazla alkışlayacaktı. Gönüllerde saltanat süreceklerdi.
Lakin kader onları tokatlayıp duruyor. Müslümanları yolarak, soyarak, din sömürüsü yaparak topladıkları paraları afiyetle, huzur ve sükûn içinde bir türlü yiyemiyorlar. Kendilerine cennet etmek istedikleri dünya yavaş yavaş cehennemleşiyor.
Türkiye’de olup bitenlerden herkes rahatsız, tedirgin, karamsar. Sadece gafiller ve cahiller geleceği pembe görüyor. Ülkemizde yirmi altı bin Musevî var. Bir de, zâhiren Türk ve Müslüman görünen, gerçekte ise İzmirli Mesih Sabatay Sevi’ye inanan Dönmeler mevcut ki, bunların sayısını bilen yok. Yahudi cemaatinden birinin Aksiyon dergisinde yayınlanan beyanına göre Türkiye’de bir buçuk milyon Yahudi-Türk bulunuyormuş. Kaç kişi olduklarını Allah bilir. İşte gerek açık Museviler, gerekse gizli Museviler de büyük bir karamsarlık içine düşmüşler. Sinagoglarda, Dönmelerin gizli havralarında toplantılar yapılmış, gelecek hakkında bedbince fikirler ileri sürülmüş. Hattâ bazı Musevî hahamlarıyla yine bazı Dönme hahamları “Galiba kıyamet yaklaştı. Belki gelecek hafta dua edemeyeceğiz” şeklinde konuşmuşlar.
Müslümanların büyük kısmı da üzüntü, keder, tedirginlik, endişe içindedir. Ancak küçük bir İslâmcı azınlık var ki, dünya yıkılsa onların umurunda değildir. Bu adamlar hortumlama yoluyla şâibeli kazançlar elde ederler. Paravan firmalar kurmuşlardır, bütün işler bu firmalara verilir, dışarıya bir kuruş kaptırmazlar. Dindar kesim bunların mahiyetini bilmez. Dâva, hizmet mizmet demelerine aldanır.
İktisadî krizin her geçen gün artması, normal ve helâl ticaretin çok zorlaşması bu adamlara tesir etmez. Çünkü onların helal kazanç ile ilgileri yoktur. Alavere dalavere, hortumlama, paravan şirketler; işi götürürler. Namuslu firmalar ve tacirler iflas ededursun, onların kâr hâneleri darphâne gibi para basar. Peki bu heriflerin âkıbetleri ne olacaktır. Tabiî ki çok fena olacaktır.
Bir de ahmak, beyinsiz dindar zenginler var. Bütün bu fırtınalar geçer, yaralar sarılır ve yine eskisi gibi vur patlasın, çal oynasın keyif içinde yaşamaya devam ederiz diye düşünüyorlar. Behey gafiller, siz emr-i mâruf ve nehy-i münkeri terk edeceksiniz ve ondan sonra da şu dünyada huzur, selamet, izzet, hürriyet içinde yaşayacaksınız. Mümkün müdür bu? Din baronlarına cömertçe verdiğiniz paralar sizi kurtarmayacaktır. İslâm dininin ahkâmı vardır. Bunları var gücünüzle, bütün gayretinizle hayatınıza tatbik etmezseniz işte böyle zillet içinde, korku içinde sürünüp duracaksınız. Sizi baronlarınız değil ancak Allah kurtarabilir.
İslâm dâvasına hıyanet eden, bozuk düzenin yağlı kemiklerine saldıran, din rantı yiyen cüce büyükler, sahte İslâmcılar, dönekler, İslâm’ı ve Müslümanları satanlar, size bundan sonra rahat yok, huzur yok.
Özür: Yazarımızın dünkü yazısının başlığı “Dinle Savaşmaya Gücümüz Yetmez!” şeklinde çıkmıştır. Doğrusu “Dinle Savaşmaya Gücünüz Yetmez” şeklindedir. Düzeltir yazar ve okurlarımızdan özür dileriz. 12 Eylül 1999