Şaşkınlık Uyandıran Karar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 18 Şubat 2019
Pazartesi
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Fazilet Partisi’nin kapatılması kararını tasdik etmesi şaşkınlıkla karşılandı. Hattâ bu karara bir kısım Avrupalılar bile hayret etti. Bu husustaki görüşlerimi maddeler halinde sıralıyorum:
(1) Avrupa birçok konularda çifte standartlıdır. Sovyetler Birliği dağıldıktan ve Marksizm iflas ettikten sonra Batı dünyası kendisi için en büyük tehdit ve tehlike olarak İslâm’ı görmektedir. Bu yüzden mahkeme İslâm’ın ve Müslümanların lehine bir karar vermemiştir.
(2) Savunma stratejisi ve metodu konusunda bazı eksiklikler, zaaflar, yetersizlikler olduğu kanaatindeyim.
(3) Yedi hakimden üçünün karara muhalif kalması da gösteriyor ki, savunma konusunda daha iyi çalışılmış, basın yoluyla daha fazla kaliteli yayın yapılmış olsaydı, karar 4’e karşı üç, lehte olabilirdi.
(4) Türkiye Müslümanları yabancı dillerde gazeteler, dergiler, kitaplar, broşürler, bültenler çıkartarak dünyaya ve Avrupa’ya açılmalıdır. Onların gücü, kültürü şu anda bu işi yapmaya yeterli değildir. Bırakınız İngilizce, Fransızca süreli yayınlar çıkartmak; onlar doğru dürüst, birinci ligte oynayan Türkçe gazeteler ve dergiler bile çıkartamıyor.
(5) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi PKK’lılar, HADEP’liler, Kürtçüler konusunda son derece liberal, geniş düşünceli, hürriyetçi davrandığı halde, kurucuları Müslüman olan bir parti konusunda niçin böyle hareket etmiştir? Bu konuda Avrupa’da yayınlanan haber, yorum, makalelerden seçilmiş bir “Mor Kitap” çıkartılabilir.
(6) Türkçe uluslararası bir dil değildir. Mahkeme kararını tenkit eden İngilizce, Fransızca, Almanca broşürler çıkartılarak çifte standart konusunda yayın yapılmalıdır.
(7) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, aklınca Türkiye’deki laikliği korumaya kalkmıştır. Onlara, bizdeki laikliğin Avrupa ölçülerine ve standartlarına uymadığını isbat eden ciddi ve ilmî bir rapor sunulmalıdır. Türkiye’de laiklik yok, “Devlet dini” sistemi vardır. Bizde Diyanet bir devlet müessesesidir. Ankara Kabinesinde bir “Din işlerinden sorumlu bakan” bulunmaktadır. Devletin beş yüzden fazla İmam-hatip okulu, on yedi İlahiyat Fakültesi vardır. Bütün devlet okullarında mecburî din dersi verilmektedir. Böyle laiklik olur mu? İmamların devlet memuru olduğu bir sistem laik midir? Laik bir sistemin resmî müftüleri olur mu?
(8) Avrupa’da, özellikle Fransa’da çok büyük avukatlar bulunmaktadır. Bunlar sadece hukukçu değil, aynı zamanda büyük düşünür, engin kültürlü aydın kişilerdir. Fazilet dâvası böyle hukukçulardan müteşekkil, en az üç kişilik güçlü bir ekibe verilmeliydi.
(9) Konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine götürenler, sanırım fazla iyimser olmuşlar, “Nasıl olsa bu dâva Starsburg’tan döner” ümidiyle işin üzerinde gereği gibi durmamışlardır.
(10) Önceki yıllarda, başörtüsü konusunda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden olumsuz bir karar çıkmıştı. Halbuki, Fransa dışındaki bütün Avrupa ülkelerinde başörtülü Müslüman kız öğrencilere yüzde yüz tam bir hürriyet vardır. Fransa’da üniversitelerde başörtüsü serbesttir, fakat liselerde bazı pürüzler olmaktadır. Avrupa, kendi ülkelerinde başörtüsüne güçlük çıkartmıyor da, Türkiye’deki yasakları, tabuları, zorlamaları niçin destekliyor?
(11) Almanya’da, İtalya’da, “Hıristiyan Demokrat Partisi” kurmak serbest de Türkiye’de “İslâm Partisi” kurmak niçin yasak? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Fazilet Partisi konusundaki kararı cidden çelişkilidir. Kaldı ki, Fazilet bir din partisi değildi. Zaten İslâm’a göre “Din partisi” olmaz. Fazilet demokrat, liberal, hürriyetçi bir partiydi.
(12) Türkiye’deki dindar kesim hukuk konusunda bazen yanlış işler yapmakta, bu yüzden de başarısızlığa uğramaktadır. Sivas dâvası ortadadır. Başbağlar Köyündeki katliam konusunda İslâmcılar, Müslümanlar gereği gibi çalışarak, ağırlıklarını koyarak şehidlerin haklarını arayamamışlardır.
(13) İstenilirse ve sıkı çalışılırsa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı tesirli bir şekilde tenkit edilebilir ve insaflı, âdil, vicdanlı on milyonlarca Batı insanının sempatisi kazanılabilir. Aynı zamanda Mahkeme zor duruma düşürülebilir ve daha dikkatli ve ölçülü olması sağlanabilir.
(14) Demokrat da olsalar, hukukun üstünlüğünü kabul de etseler Avrupalılar da nihayet birer insandır ve onların da zayıf, çürük, olumsuz tarafları vardır. Onlar da, görüldüğü gibi çifte standart uygulayabilmektedir. Binaenaleyh, onların adalet kurumları önüne çıkartılacak dosyaların çok yüksek ve güçlü bir hukuk ihtisasının ışığında hazırlanmış olması gerekir. “Biz nasıl olsa haklıyız, onlar Türkiye’de aleyhimizde verilmiş olan kararı nasıl olsa bozarlar…” kuruntusuna kapılmanın yanlış olduğu acı şekilde tecrübe edilmiştir.
(15) Strasburg Mahkemesinin verdiği son olumsuz karara imza koyan dört hakimden biri, kapatılma kararının bozulması tarafına çekilmiş olsaydı, dâva lehimize sonuçlanmış olacaktı. Bu hakimin görüş ve kanaatinin bizim lehimize tecelli etmesi için gereken her şey yapılmış mıdır? Ben yapıldığını sanmıyorum. Tabiî ki, her şey derken sadece ve sadece meşru faaliyet ve hareketleri kasdediyorum. Avrupa mahkemelerinde başka şeyler sökmez. Zaten Müslümanlar gayr-i meşru yollara başvurmaz ve tenezzül etmez.
(16) Türkiye Müslümanlarının, haklı oldukları nice konularda netice alamamalarının baş sebebi medya konusunda geri kalmış olmalarıdır. Medya öncelikle kültüre bağlı bir faaliyet dalıdır. Müslümanlar, karşıtlarından daha vasıflı, daha güçlü, daha üstün, daha tesirli bir medyaya sahip olmadıkça haklarına sahip olamayacaklar, zillet ve esaret içinde sürüneceklerdir.
(17) Demokrasi, sadece kemmiyete (kelle sayısına) dayanan bir sistem değildir. Keyfiyet olmadan demokrasi olmaz. Keyfiyetsiz demokrasi boştur, faydasızdır. Müslümanlar ilim, irfan, hikmet, sanat, hukuk, mimarlık, edebiyat sahalarında rakiplerinin önünde koşmadıkça demokrasinin nimetlerinden yararlanamayacaklardır. 07 Ağustos 2001