Salı

 

İsrail-Hizbullah savaşını kim kazandı? Yenilmediği, direndiği, ayakta kaldığı için Hizbullah kazanmıştır. İsrail ise yenemediği ve bitiremediği için kaybetmiştir.

Mutlaka düşünülmesi gereken bir husus:

Bunca Arap devleti var. Suriye, Ürdün, Suudî Arabistan, Kuveyt, Basra Körfezi’ndeki küçük Arap prenslikleri, Umman, Yemen, Mısır, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir, Fas… Bunlar, Hizbullah teşkilatı gibi etkili olsalar, Ortadoğu’da kısa zamanda âdil, gerçek, kalıcı bir barış kurulur.

Son savaş Arap dünyasının kimler tarafından idare edildiğini bir kere daha ortaya koymuştur.

Biz Türklere gelince: Siyonistlerin Filistin üzerindeki haklarını ve iddialarını kabul edersek, Anadolu ve Trakya toprakları üzerindeki kendi haklarımızı inkâr etmiş oluruz. Biz Müslümanlar bu topraklara 900’lü, 1000’li yıllarda geldik. İstanbul’u feth edeli 553 sene olmuş. Rumlar, Ermeniler ne diyor? Bu toprakların asıl sahipleri biziz, siz gelip elimizden aldınız… Siyonist Yahudilerin Filistin toprakları üzerinde hakları olduğunu kabul ettiğimiz anda bu vatan üzerindeki varlığımızı inkâr etmiş oluruz.

Savaş bitmiş değildir. İsrail, yenilgisinin rövanşını mutlaka almak isteyecektir. İlerideki büyük savaşta ateşin bize de sıçraması mümkün ve muhtemeldir.

ABD ve İsrail, iki büyük Ortadoğu ülkesini savaştırmak hususunda kesin karar almışlardır. Bu savaşta milyonla insan ölecek, iki İslâm ülkesi harap ve halkları perişan olacaktır.

Türkiye parçalanabilir mi?.. Parçalanma başlamıştır bile. Artık saklamaya bile lüzum görmüyorlar; parçalanmış Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin renkli haritalarını yayınlıyorlar. Sabataycı gazeteler, bu haritayı çizen Amerikalı ile röportaj yaptılar, herif “Yanlış anlaşıldım” diyor. Bunlar boş laflardır.

Şimdi Türkiye’yi iki büyük felaket bekliyor: Savaş ve büyük İstanbul zelzelesi. İstanbul valisi beyefendi nihayet baklayı ağzından çıkarttı. “17 Ağustos 1999 depreminden sonra bir şey yapılmadı. İstanbul’un bir kısmını yıkıp yeniden inşa etmek gerekiyor” dedi. Cümlesinde bir kelimeyi telaffuz etmedi. “Bir kısmını” derken “Büyük bir kısmını” kasd etti fakat büyük sıfatını kullanmaktan çekindi.

Bazı afyonlayıcı medya organları büyük bir depremde 90 bin kişi öleceğini beyan ediyor. Kaç 90 bin kişi? Teknik Üniversiteye rapor hazırlatılmıştır ve o raporda İstanbul’da en az 40 bin binanın çökeceği, yassı kadayıf gibi olacağı açık bir şekilde belirtilmiştir. Bir binada ortalama 25 kişi olsa hesabı siz yapınız.

İstanbul’da bir bölge depreme karşı alınacak tedbirler konusunda pilot bölge seçildi. Halka, çürük olduğu anlaşılan ve yıkılacağı bilinen binalardan çıkınız deniliyor. Kimsenin oralı olduğu yok. Rahatça oturuyorlar, “bir şey olmaz bir şey olmaz…” diyorlar. Hattâ çok çürük ve çatlak binalara sıva ve boya yaptırmışlar, öğrencilere kiraya vermişler.

Birkaç sene önce Gölcük’e gitmiştim. Belediyecilerle görüştüm. Çatlak binalarda oturan vatandaşlara çıkınız denilince:

– Zelzele oldu bitti, tekrar olmaz, evlerimizden kesinlikle çıkmayız… cevabını veriyorlarmış.

Savaş çıkarsa, zelzele olursa doğalgaz kesilecektir. Düşünün bir kere kışın en soğuk günlerinde doğalgaz kesildi. Yeni binalarda soba borusu için delik ve baca yok. Olsa bile milyonlarca insan nereden yakıt bulacak da yakacak?

İstanbul’a 100 km. uzaklıktaki kır evimin yakınına elektrik gelmiş. İnşaallah elektrik alabilirsem oraya daha sık gitmek istiyorum. Yazılarımı orada yazar, faks veya e-mail ile yollarım.

Memleketin huzuru, dengesi, iç barışı gün geçtikçe biraz daha bozuluyor.

Bir üniversite toplantısına gelen başörtülü hanımlar kovulmuşlar. Birinci dünya savaşından sonra İstanbul galip devletler tarafından işgal edildiği zaman bile örtülü İslâm hanımlarına bu kadar hakaret edilmemişti.

İzmir’de düzmece bir bikini olayı çıkarttılar. Neymiş efendim, haşemalı adamlar bikinili çağdaş, ileri, uygar bir kadına saldırmışlar, hakaret etmişler. Yalandır, düzmecedir…

Birtakım fanatik yobazlar, okunmuş su ile tedavi edilmesini tavsiye eden muhterem bir hocaya verip veriştiriyorlar. Diyanet de hemen harekete geçti ve tahkikata başladı. Diyanet’e eseflerimi bildiriyorum. Onların yeterli bilgisi olması gerekir; İslâm’da dua ederek, okuyup üfleyerek tedavi vardır. Uhud savaşından sonra Resulallah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz yaralıların yaralarına besmele okunmasını tavsiye etmişlerdir. Ashab-ı kiramdan bir grup, bâdiyede (çöllük bölgede) akrep sokan bir kabile şeyhini Fatiha okuyarak tedavi etmişler, mukabilinde yiyecek maddesi almışlar, vak’ayı efendimize arz etmişler, “Siz Fatiha’nın bu hassasını (özelliğini) nereden biliyorsunuz” diye iltifat etmişler ve o yiyecekten yemişlerdir. Tedavi değil de, ibadet maksadıyla okunmuş ve ücret alınmış olsaydı yemezlerdi.

“Suyun Gizli Mesajı” adında bir kitap yayınlandı. İçinde akıllara durgunluk veren fotoğraflar bulunuyor. Yazarı bir Japon, Masaru Emoto. Bu Japon bizim dinimize mensup değil, bizi ilgilendiren çok önemli keşifler yapmış. Özel aletlerle sudaki kristallerin fotoğrafını çekmiş. Bir bardak suyun yanında kötü bir söz edilince suda kristal oluşmuyor, bulanık bir resim çıkıyor. Güzel bir söz söyleyince ortaya nefis kristaller çıkıyor… Hattâ, bir Budist rahip bir gölün kenarında birkaç saat dua etmiş. Gölün bulanık ve kirli suyu bir müddet sonra çok berrak bir hâle gelmiş.

Şimdi tarihini hatırlamıyorum, bundan yıllarca önce İngiltere’de yayınlanan çok ciddî Nature dergisinde, suyun hâfızası olduğuna dair ilmî bir makale yayınlanmıştı.

İslâm dini dua ederek, suya veya başka bir şeye okuyarak tedaviyi kabul eder. Bunu yapanlar yobaz değildir, onlara yobaz diyen agresif ateistler ve materyalistler yobazdır. Başlıbaşına bir tıp ekolü olan homeopati, suyun içindeki infinitesimal (tahlille anlaşılamayacak kadar az miktarda) maddelerle çok başarılı şekilde tedavi etmektedir.

Diyanet’in, birtakım yayın aracı dinsizlere kulak asarak, muhterem bir hoca hakkında tahkikat yapması çok üzücüdür. Resulullah ne yaptıysa, ne söylediyse, neye izin verdiyse doğrudur. (Bu konuda ayrı bir yazı kaleme alacağım ve “Suyun Gizli Mesajı” kitabını tanıtacağım. 23 Ağustos 2006