Enver Paşa birinci dünya savaşını Almanların kazanacağına inanıyordu. Bu yüzden bir emr-i vâkî

(oldu bitti)

ile imparatorluğu savaşa soktu. Bunun faturasını sadece kendisi ödemedi, bütün Türkiye, bütün halk ödedi.

Türkiye yeni bir harp arefesindedir.

Amerika

, komşumuz ve din kardeşimiz Irak’a saldırmaya hazırlanıyor, bizden topraklarımızda askerlerine yer ve üs vermemizi, komşumuzun bizim topraklarımızdan vurulmasına imkân tanınmasını istiyor. Tabiî ki, böyle bir şey Irak açısından bir

“casus belli”

dir. O da Türkiye’yi vurmaya çalışacaktır.

Peki bu savaşın faturası bizim için ne olacaktır?

Birinci Körfez savaşında başta merhum Özal olmak üzere birtakım politikacılarımız ve idarecilerimiz çok kazançlar ummuşlardı ama kazanç yerine hava almışlardı. Hattâ kârdan geçtik, büyük miktarda zarara uğramıştık.

Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ve yıkılmasının başlıca sebeplerinden biri Afganistan’ı işgal etmiş, sonra da oradaki mücahidlerin gerilla savaşlarıyla başa çıkamamış olmasıdır. Acaba, ABD’nin çöküşünün başlangıcı şu yaklaşan Irak savaşı olabilir mi? Yaşayanlar, ömrü olanlar bunu görecektir.

Dünya çapında uzmanlar bu savaş ile ilgili birtakım tahmin ve kehanetlerde bulunuyor. Birkaçını zikredeyim:

-Önemli olan savaşı kazanmak değil, savaştan sonra Irak’ta ne olacağıdır. Bilindiği gibi bu ülkede Arap ve Kürt, Sünnî ve Şiî kutuplaşmaları bulunmaktadır. Mevcut rejim yıkılınca ülke parçalanacak, Ortadoğu bir kaosa sürüklenecektir. Amerika da, içine girmiş olduğu bu bataklıktan kolay kolay çıkamayacaktır.

-Savaşta nükleer silâh kullanılması mevzuubahistir. Bunların öldürücü radyasyonları ve serpintileri belki Amerika’ya kadar gitmez ama Türkiye’nin son derece zarar göreceği, topraklarının bir kısmının kullanılmaz hale geleceği, milyonlarca halkın vahim şekilde hastalanacağı düşünülebilir. Kış kıyamette soğuk bir bölgede depremzede halka yazlık çadır dağıtan kafa ve zihniyetin muhtemel bir nükleer savaşa karşı tebdir alabileceğini düşünmek saflık olur.

-İstikrar bir kere bozulmaya görsün… Amerika bize Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulmayacağına dair garanti verip duruyor ama orada fiilî olarak bir Kürt devleti zaten kurulmuştur. Ordusu, üniversiteleri, okulları, bayrağı, parlamentosu olan bir devlet. Savaş sonunda bu devlet uluslararası meşruiyet kazanınca Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehlikeye girmiş olacaktır.

-Savaş, Afganistan’da Taliban rejiminin yıkılması gibi mevziî (bölgesel) bir netice ile sonuçlanmaz ve bütün Ortadoğu’yu kaplayacak genel bir yangın şeklini alacak olursa böyle bir yangından Türkiye’nin de etkilenip zarar göreceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır.

-Irak’a yapılan saldırı, başta bizim halkımızın ezici çoğunluğu olmak üzere bütün İslâm dünyasında son derece ağır bir tepkiye yol açacaktır. Bir buçuk milyar Müslüman Amerika’ya lanet yağdıracaktır.

-Savaşın hiçbir meşru, hukukî, ahlâkî gerekçesi bulunmamaktadır. Amerika’nın bahaneleri gülünçtür. Irak Birleşmiş Milletler kararlarını çiğniyormuş… Peki İsrail’in şimdiye kadar çiğnemiş olduğu yirmi küsur BMkararı var, onlar hakkında ne buyururlar?.. Irak’ın elinde nükleer silâh bulunma ihtimali varmış… Peki İsrail’in elindeki nükleer silâhlar barış için bir tehdit teşkil etmiyor mu?..

Bu savaşın zahirî bahane ve sebepleri birer aldatmacadan ibarettir. Asıl sebepler şunlardır:

-İsrail’in güvenliğini sağlamak,

-Ortadoğu petrollerine el koymak,

-New York’ta ikiz kulelerin yıkılmasıyla sarsılmış olan Amerikan prestijini tekrar sağlamlaştırmak,

-İsrail’in ve Amerika’nın menfaatlerine uygun yeni sınırlar çizmek,

-İslâm âlemini ehlileştirmek, itaatkâr hale getirmek, sömürge haline dönüştürmek.

Türkiye halkı savaş istiyor mu? Halkımızın yüzde seksen beşi savaşa karşıdır. Aydınlarımızın, yazarlarımızın, yüksek tabakanın büyük çoğunluğu da savaş istemiyor.

Türkiye böyle haksız ve gayr-i meşru bir savaşta Amerika’ya destek vermeye mecbur mudur?Kesinlikle böyle bir zaruret ve mecburiyet yoktur.

Vaktiyle Türkiye’yi birinci dünya savaşına sokanlar, yenilgiden sonra Alman denizaltılarına binerek yurt haricine kaçmışlardı. Talat Paşa Berlin’de vurulmuş, Cemal Paşa Tiflis’te öldürülmüş, Enver Paşa Türkistan’da Bolşevik kurşunlarıyla yere serilmişti. Savaşın başlangıcında sadrazam olan Said Halim Paşa Roma’da öldürülmüştü. Bunlar üzerinden henüz bir asır bile geçmemiş olan hazin ve ibretli tarihî vak’alardır.

Politikanın ve diplomasinin gizli, karanlık kulisleri vardır. Türkiye’nin son birkaç yıl içinde parlayan yeni politika yıldızlarından birinin Amerikalılarla çok samimî ilişkiler içinde olduğunu, onlara nice tavizler ve sözler vermiş bulunduğunu duyuyoruz. Bu zat kendi şahsî ve siyasî ikbalini Amerika’nın desteklemesine borçludur.

Büyük islâmî cemaatlerden birinin reisi de Amerikan taraftarıdır.

Bu reisin etrafında bulunanlar onu dünyanın akl-ı evveli, sahib-i zaman, dünya önderi olarak görmektedir. Amerikalılara paralel olarak Türkiye’de, Amerika ve İsrail’e zarar vermeyecek ılımlı, ehlî, sulandırılmış, tarihsel görüşe uygun olarak reforme edilmiş yeni bir İslâm türetme çalışmalarında bu kişinin de tuzu biberi olduğu anlaşılıyor.

Şimdi şu söyleyeceğim bir tahminden ibarettir ama mutlaka üzerinde durulması gerekir. Birinci dünya savaşından önce

Almanlar, Türkiye’yi savaşa sokması için Yahudi Parvus efendiye büyük paralar vermişlerdi.

Parvus bu paraların bir kısmını zimmetine geçirmiş, bir kısmını da gereken kişilere dağıtmıştı. Acaba, yaklaşan savaşın arefesinde böyle cömertçe dağıtımlar yapılmakta mıdır?

Meşru savaşlar, bilhassa savunma savaşları kutsaldır. Onların aleyhinde bulunmak mümkün değildir. Ancak gayr-i meşru, gerekçesiz, emperyalist, millî menfaatlere zıt savaşların sonu iyi olmaz. Bunları önlemek için elden gelen bütün gayretler gösterilmelidir.

Sayın Abdullah Gül’ün yerinde olsam, savaşı önlemek için bütün imkânlarımı, gayretlerimi, didinmelerimi ortaya koyduktan sonra, bunu başaramadığım takdirde şan u şerefle, izzet ü ikbal ile istifa ederim. 02 Şubat 2003