Kur’ân-ı Kerîm’in

Hûd Sûre’sinde

şöyle buyruluyor:

“İyi bilin ki, Allah’ın lâneti zâlimlerin üzerinedir”

(18’inci âyet).

Bundan önce gönderilmiş kutsal kitaplarda da Allah zâlimleri, müşrikleri, kâfirleri kötülemiştir.

Şu anda Siyonistler muharib olmayan sivil Müslüman halka, kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, yaralılara, hiçbir suçu olmayan Müslümanlara çok vahşi, çok merhametsiz, çok insafsız, çok ölçüsüz bir şekilde zulmetmektedirler. Bu yüzden Allah’ın, insanların, meleklerin lânetine mâruzdurlar ve zamanı gelince bu yaptıklarının hesabını verecekler, cezasını göreceklerdir.

İslâm’ın insanlığa yaptığı sayısız iyiliklerden biri de

“savaşı kutsallaştırmış”

oluşudur.

Savaşı kutsallaştırmak ne demektir?

Bu konuda hukuk kuralları koymak, bir etik geliştirmek demektir.

Peygamberimizin ilk halifesi

Hz. Ebubekir

(r.a) bir ordunun başında Suriye’ye gönderdiği kumandan

Usame bin Zeyd

‘e yazılı bir talimatname vermiş ve ona şu kurallara uymasını tenbihlemİştir:

“1. Muharib olmayan kadın, çocuk ve yaşlılara


ilişmeyeceksin.

2. Manastırlarda, kiliselerde inzivaya çekilmiş,


dünya işleri ile uğraşmayan papaz ve keşişlere dokunmayacaksın.

3. Meyveli ağaçları


kesmeyeceksin.

4. Savaştan sonra ele geçireceğiniz ganimetten hibçir şeyi uğrulamayacaksınız

(zimmetinize geçirmeyeceksiniz).

Şer’î kurallara göre, beşte birini

Beytu’l-mal-i müslimîne verdikten sonra sahip olacaksınız.”

Bu talimatnamenin başka maddeleri de vardır. Tamamını diğer bir yazımda okuyucularıma arz edeceğim.

Siyonistlerin şu anda

Filistin’de, Lübnan’da; Amerikalıların ve İngilizlerin Irak’ta, Afganistan’da yaptıklarına bakınız,

bir de Hz. Ebubekir’in Suriye ordusu kumandanına verdiği talimatnameye. Aradaki farkı anlayacaksınız.

İslâm’da cihat, dini bir kurum ve kavramdır.

Onun kustallığı, Müslümanların savaş esnasında

zulmetmesini, aşırılıklar ve vahşetler sergilemesini önlemektedir.

Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta bu yoktur.

Birinci Haçlı Seferi’nde Hıristiyanlar Kudüs’ü aldıkları zaman şehirde tarihin yüzünü kızartacak bir katliam yapmışlardır.

Kadın, çocuk, ihtiyar, yatalak demeden bütün Müslüman ve Yahudileri doğramışlardır.

Nerede merhamet ve şefkat Peygamberi Hz. İsa, nerede gözlerini kan bürümüş vahşi haçlılar… Aradan bin seneye yakın bir zaman geçtikten sonra

(bundan önceki)

Papa

Haçlı Seferleri dolayısıyla Müslümanlardan özür dilemek ihtiyacını duydu.

Yahudilerin savaşlarını görüyoruz.

Bundan birkaç gün önce

Hahamlar Konseyi

bir fetva verdi:

“Masum Müslüman kadınların, çocukların, ihtiyarların katledilmesi caizdir”

dedi.

Ambulansları bile vuruyorlar, hastaneleri bombardıman ediyorlar.

Onlarda merhamet yok.

Kaçırılan iki İsrail askeri karşılığında, bine yakın Müslüman öldürdüler. Binlerce insanı yaraladılar. Yerle bir edilen dev binaların enkazı altında kim bilir kaç ceset yatıyor?

İslâm’ın ve evrensel bilgeliğin temel ilkelerinden biri de şudur:

Merhamet etmeyene merhamet edilmez.

Siyonistler icra ettikleri, sergiledikleri zulümlerin, vahşetlerin cezasını Dünya’da ve Ahiret’te göreceklerdir.

Zulüm, haksızlık, sömürü, vahşet ve acımasızlık üzerine kurulu devletler, düzenler, sistemler, rejimler önünde sonunda mutlaka yıkılmaya, yere serilmeye mahkûmdur.

Bu iddianın doğruluğunu anlamak için tarihe bir göz atmak yeterlidir.

Devletleri ve rejimleri ayakta tutan adalettir, hukuktur, ahlâk ve fazilettir.

Sovyetler Birliği nasıl çöktü?..

İsrail, küçücük bir devlet, yüzölçümü de küçük, nüfusu da az. Sovyetler Birliği zulmü ve adaletsizliği yüzünden nasıl çöktüyse, Siyonist devlet de çökecektir.

“Allah’ın lânetine uğramış”

olanların ebediyen pâyidar olmaları mümkün değildir.

İsrail’in arkasında ABD varmış, binaenaleyh yıkılmazmış.

Öyle bir yıkılır ki…

ABD’nin yıkılmayacağını kim iddia edebilir? Süper devletin yıkılış ve çöküş süreci çoktan başlamıştır.

Savaşla ilgili uluslararası bir hukuk vardır, Cenevre konvansiyonları vardır, bir

“savaş etiği”

vardır. Medenî devletler bunları kabul etmiştir. Savaş, dünyaya ve insanlığa mahsus zarurî bir olgudur.

Savaşsız bir dünya, savaşsız bir insanlık güzel bir hayalden, bir ütopyadan ibarettir.

Tarihe bakınız, savaş yıllarının sayısı, barış yıllarından çok fazladır.

Madem ki, savaş büsbütün kaldırılamıyor, önlenemiyor, o halde, onun bir takım kutsal sınırlar ve kurallarla elden geldiği kadar insanîleştirilmesi gerekir.

İşte islâm bunu yapmıştır ve

bu yüzden İslâm diğer sistemlerden üstündür.

Bir devletin, bir rejimin, bir toplumun

insanlık ve medeniyet derecesini ölçmek için onun nasıl savaştığına bakmak gerekir.

Maalesef bugün Amerikalılar ve Yahudiler hiç insanca, hiç medenîce savaşmıyorlar. Müslümanlar 1400 yıllık tarihleri esnasında yapmış oldukları savaşlarda onlardan bin kat daha medenî, daha insanca hareket etmişlerdir.

Haçlılar ve onların Müslüman toplumlar içindeki yardakçıları

“Fatih İstanbul’u aldıktan sonra şehirde üç gün yağma yapıldı”

diyorlar ve bunu Müslümanların ve Türklerin aleyhinde bir koz olarak kullanıyorlar. Tamamen haksızdırlar, zırvalıyorlar. Çünkü:

1.

O devirde savaşla alınan bir şehrin galip ordu tarafından yağmalanması uluslararası bir hukuk kuralı idi.

2.

Fatih, Bizans’ın son hükümdarı XI. Konstantin’e şehri savaşsız vermesini teklif etmiş, bunun karşılığında kendisine Mora’da bir prenslik

(arazisi İstanbul’dan büyük)

verileceğini vaad etmişti.

İmparator bu teklifi kabul etmedi, etmiş olsaydı, şehir yağmalanmayacaktı.

3. O günün siyasî, sosyal, kültürel konteksti içinde Fatih’in şehri yağmalatmama gibi bir imkânı ve gücü yoktu.

4.

Şehir üç gün yağmalanmıştır ama ondan sonra Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Galata’daki Latinlere barış ve güven içinde yaşamak, kimliklerini korumak, din hürriyetine sahip olmak imkânı tanınmıştır.

Haçlılar, Kudüs’ü aldıklarında böyle yapabilmişler midir?

Savaş, acı ve merhametsiz bir hadisedir.

Her halûkârda tarih boyunca Müslümanlar savaşlarda Yahudiler ve Hıristiyanlar kadar acımasız, hukuksuz, kuralsız, ölçüsüz olmamışlardır.

1204’te Haçlıların İstanbul’u alışları ile 1453’de Müslümanların şehri fethetmeleri arasında bir mukayese yapılacak olursa,

Müslümanların fethinin ehven ve ehaf olduğu anlaşılacaktır.

Birtakım

beyaz ve ateist Türkler,

İstanbul fethinin aleyhinde

kitaplar, makaleler yazıyor, yaygaralar kopartıyorlar.

Onlar tarih bilmez kişilerdir.

1300’lerde Bizans sönmüş ve tükenmiş bir vaziyetteydi.

Yaşaması mümkün değildi.

Ya Bulgarlar, ya Sırplar yahut Latinler alacaklardı. Fatih, fetih, Osmanlı aleyhinde konuşanlar ve yazanlar,

“Keşke Türkler ve Müslümanlar güçlenmeseydi de şehri Bulgarlar, Sırplar ve Latinler alsaydı”

mı demek istiyorlar?.. 29 Temmuz 2006