Sayın Adalet Bakanı İle Hasbihal
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Pazar
Almanya halkı din bakımından iki büyük gruba ayrılır: Protestanlar ve Katolikler. Diyelim ki, oradaki Protestan kiliselerinden birine mensup bir grup hukukçu “Almanya Cumhuriyeti bizimdir. Gerici Katoliklerin bu Cumhuriyetin temellerini yıkmalarına ve ana prensiplerini değiştirmelerine izin veremeyiz. Cumhuriyeti korumak için adliye teşkilatında kadrolaşalım, önemli mevkilere, köşebaşlarına kendi mezhebdaşlarımızı yerleştirelim ve elimizden geldiği kadar Katolikleri ezelim, cezalandıralım…” deseler ve bu maksatla harekete geçip kadrolaşmaya başlasalar; böyle bir şey demokrasiye, hukuka, adalete, sağduyuya uygun olur mu? Elbette olmaz. Adalet ve hukuk mezheplerin, siyasî tercihlerin, ideolojilerin, zümrelerin üzerindedir. Devlet ve Cumhuriyet, o ülkede yaşayan bütün vatandaşlarındır.
İsviçre’de din, lisan, etnik köken itibarıyla büyük bir çeşitlilik mevcuttur. Katolikler, Protestanlar; Almanca, Fransızca, İtalyanca, Rotoromanş diliyle konuşanlar… Bu çeşitliliklerden birisi oradaki adalete sızmaya, orada sinsice kadrolaşmaya, adaleti kendi mezhebi, ırkı, lisanı ve ideolojisine âlet etmeye kalkışırsa İsviçre adaleti çökmez mi? Elbette çöker ve adalet çökünce ardından İsviçre çöker. Adalet ve hukuk ırkların, mezheblerin, lisanların, alt kimliklerin üzerindedir.
Başka bir ülkede, diyelim bir Latin ülkesinde veya Afrika’daki bir muz Cumhuriyetinde gizli, esrarlı, elitist Farmason teşkilatı yargıyı tekeline almak için teşebbüse geçse, adalet dağıtmakla mükellef müesseselere kendi üçyıldızlı biraderlerini soksa, o ülkede adalet ne olur? Sadece adı kalır. Çünkü adalet, yapısı itibarıyla böyle sızmaları, kadrolaşmaları, tekelleşmeyi kabul etmez.
Güneyimizde komşu ve kardeş Suriye Cumhuriyeti bulunuyor. Orada çoğunluğu, yüzde seksen beş Sünnî Müslümanlar teşkil eder. Yüzde sekiz on kadar Nusayrî dinine mensup bir azınlık vardır. Bu azınlığın kurmayları, “Suriye bizimdir. Bu devlet bizimdir. Suriye’yi, devleti, Cumhuriyeti gerici Sünnî Müslümanlara kaptırmayacağız…” diyerek adalet teşkilatı içinde gizli ve sinsi bir şekilde teşkilatlansalar, adalet müesseselerine sızsalar, adalet dağıtan kürsülere, makamlara kendi mezhebdaşlarını geçirseler, böyle bir şey hukuka ve adalete uygun olur mu? Olmaz, olmaz, olmaz!
Gerçek bir adalet sadece hukuka bağlıdır. O hukukun kanunlarının da âdil kanunlar olması gerekir. Adalet mezheplerin, ırkların, azınlıkların, bölge asabiyetlerinin, Farmasonluk, Rotaryenlik, Lionsçuluk gibi derneklerin üzerindedir. Adalet insanlığın en temel değeridir. Dünyada şimdiye kadar ne kadar devlet gelip geçmişse onların hepsi de adaleti esas kabul etmiştir. Adalet, hürriyetten önce gelir. Çünkü adaletin olmadığı yerde hürriyet de yok demektir.
Gerçekten laik bir sistemde din ile devlet ayrı olduğu gibi adalet ile din de ayrıdır. Ancak din, inanç, inandığı gibi yaşamak, çocuklarını kendi dinine göre yetiştirebilmek, serbestçe ibadet etmek hürriyetleri evrensel ve temel insan haklarının en önemli maddesi olduğu için laik bir sistem, vatandaşlarının bu hak ve hürriyetlerine saygı gösterir, onlara riayet eder. İsâmî bir sistemde din, devlet, hukuk özdeştir. Binaenaleyh öyle bir sistemde de adalete ve insan haklarına gölge düşürecek şeyler yapılamaz.
Medeniyet, çağdaşlık, dengeli ve sağlıklı bir toplum; asfalt yollarla, barajlarla, dev beton binalarla, harıl harıl çalışan fabrikalar demek değildir. Bir ülkede hukuk ve adalet diğer bütün güçlerin ve değerlerin üzerindeyse o memleket medenîdir, ileridir, sağlıklıdır. Ölçü budur.
Sağlıklı bir devlet ve cumhuriyette, devlet ve cumhuriyet kimsenin babasının, atasının malı, mirası değildir. Vergi ödeyen, askerlik hizmeti yapan bütün vatandaşlarındır. Devlet ve cumhuriyete kimse ipotek koyamaz, onları kimse tekeline alamaz, hiçbir şahıs ve zümre “Devlet ve Cumhuriyet bizimdir. Onları ötekilere ezdirtmeyeceğiz, yıktırtmayacağız” bahanesiyle kadrolaşma, sızma, zulüm hareketleri yapamaz.
Bir hâkim Protestan olabilir ama önüne bir Katolik vatandaş geldiği zaman, aralarındaki mezhep ayrılığının, vereceği hükümde hiçbir tesiri olmamalıdır. Bir hâkim veya savcı şu veya bu dine veya mezhebe mensup olabilir. Hattâ ateist, inançsız, dinsiz olabilir. Lakin kesinlikle adaleti, hukuku kendi dinî kanaatlerine, mezhebine, ideolojisine, ateistliğine, Sünnîliğine, Alevîliğine âlet etmez; hüküm verirken karşısındakinin kendi dinî veya siyasî veya ideolojik tercihlerine taraftar veya karşı oluşuna bakmaz. Adalet ve hukuk onun bîtaraf, objektif, âdil olmasını emretmektedir.
Osmanlılar zamanında Kıbrıs’ta adalet işlerine kadılar bakıyordu. Kıbrıs şer’iye sicillerindeki, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında zuhur eden nizalar (anlaşmazlıklar) ile ilgili dâvaların çoğunda Müslüman kadılar Hıristiyanların lehine hüküm vermişlerdir. Çünkü adalet ve Şeriat kim haklıysa onun lehine hüküm verilmesini emrediyordu. Hıristiyan haklı ise dâvayı o kazanmalıydı.
Türkiye medenî, demokrat, büyük ve şerefli bir mâzisi ve tarihi olan bir ülkedir. Tarih boyunca İstanbul’da iki büyük kodifikasyon hareketi olmuştur. Biri Iustinianus digestleri, diğeri Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye. Evet bizim çok büyük, çok yüksek, çok şanlı bir hukuk ve adalet kültürümüz vardır. Bu hukuk kültürü mirası devletimize emanettir. Devletimiz bu ülkede yaşayan, bu ülkenin vatandaşı olan, bu devletin verdiği kimlik kartını taşıyan, bu devlete vatanî hizmet yapan, bu devlete vergi ödeyen bütün vatandaşların devletidir. Devlete sahip çıkma perdesi ve bahanesi altında hiçbir şahsın, zümrenin, azınlığın, mezhebin, altkimliğin tekelcilik yapmaya, kadrolaşmaya hakkı yoktur. Zaten Türkiye’de böyle şeyler olmaz. Böyle tekelcilikler, “Bu devlet, bu cumhuriyet bizimdir, ötekilere onları yıktırtmayacağız” bozuk felsefeleri ancak ve ancak uyduruk muz cumhuriyetlerinde, ananas rejimlerinde görülen çirkin, ilkel, vahşi davranışlar ve zihniyetlerdir.
Gerçek bir demokraside, haysiyetli bir siyasî sistemde, medenî bir devlette, hakikî bir cumhuriyette hukuk ve adalet sistemi ideolojilerin üzerindedir. Adalet bünyesi içinde kadrolaşmak, tekelleşmek, “Bu devleti ve bu cumhuriyeti bizim karşımızda olanlara yıktırtmayacağız” zihniyetiyle hareket etmek; devlet, Cumhuriyet, hukuk, adalet için en büyük tehlike ve tehdittir. Çok şükür bizim memleketimizde böyle kötülükler, böyle gizli kadrolaşmalar, tekelleşmeler, sızmalar yoktur. Ne mutlu bize! 23 Aralık 2002