Sayın Başkan
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cumartesi
Başkan makamında oturuyor. Etrafında yardımcıları, ziyaretçiler, “eshab-ı mesalih…” Her lafın, her cümlenin başında “Sayın Başkanım… Sayın Başkanım… Sayın Başkanım…” deniliyor. Başkan bunca saygıdan, pohpohtan dört köşe vaziyette, zom olmuş.
Bir ara Sayın Başkan aksırıyor, oradakilerden biri:
– Efendim, ne kadar güzel ve müzikal bir şekilde aksırdınız, Sayın Başkanım… diyor; diğerleri, “Çok yaşa!” diye dua ediyorlar.
Bu adamlar başkana niçin hiç durmadan, tesbih çeker gibi “SayınBaşkanım, Sayın Başkanım…” diyorlar. Bu adamlar başkanı çok mu seviyorlar? Yok canım! Menfaat, rant, kemik bekledikleri için etrafında pervane gibi dönüyorlar.
Bundan otuz küsur sene önce bir Arap ülkesinde, İslâmî bir kuruluşa gitmiştim. Bütçesi zengin, İslâm dünyasıyla ilgilenen bir kuruluştu. Orada vazifeli dostlarımdan, Türkçeyi de bilen bir zat sormuştu:
– Müessesemizi nasıl buldunuz?
Şu cevabı vermiştim:
– Büyük bir bal kavanozuna benziyor. Âlem-i İslâm’ın ne kadar bal arısı, eşek arısı ve yeşil sineği varsa etrafında tavaf ediyor. Şimdi bizdeki bir takım başkanlıklar da böyle bal kavanozları gibidir. Rant peşinde koşanlar orada. İhale almak isteyenler orada. Yağlı kemik kapmak isteyenler orada.
“SayınBaşkanım… SayınBaşkanım… SayınBaşkanım…” Sayın Başkan, başkanlıktan düşmeye görsün. etrafında kimse kalmaz.
Meşhur Fransız Kralı 14’üncü Louis, çok uzun bir saltanattan sonra Versailles Sarayı’nda ölüm döşeğindedir. Büyük yatak odası nedimlerle, dalkavuklarla, bendegân ile doludur. Can çekişen kralın başında yüksek rütbeli bir rahip okuyor, herkes nefesini tutmuş vaziyette bekliyor. Nihayet o büyük an gelir ve kral son nefesini verir; çenesi düşer, gözleri donuklaşır.
Birden bir hareket olur, yüzlerce kişi kralın odasını terk eder, uğultu ve gürültü içinde veliaht dairesine koşarlar. Bir münâdi:
– Kral öldü!.. Yaşasın kral!.. diye bağırır.
İnsanoğlu övgülere, pohpohlara, alkışlara bayılır. Zavallı Adnan Menderes. On yıllık iktidarı boyunca etrafında ne kadar çok dalkavuk vardı. 27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidardan indirilip tutuklandığı vakit çevresinde kimse kalmamıştı. Uyduruk bir mahkeme kararıyla İmralı’da asıldığı vakit, üzülen çok oldu ama, herkes “içinden” üzüldüydü.
Ben başkan olsam, makam odamın kapısına kocaman bir yazı koyardım: “Burada yalakalık ve dalkavukluk yapmak, ‘Sayın Başkanım, Sayın Başkanım’ diye diller dökmek yasaktır.” Aynı levhadan bir de başucuma asardım.
Şair ne güzel söylemiş:
“Ne utanmaz köpekleriz, kimi görsek etekleriz…”
Bir emekli albay, bundan birkaç yıl önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na dilekçe vererek sormuş: “Kur’ân-ı Kerim’in Mâide sûresinin 82’nci ayetinin meâli şudur: ‘İman edenlere en şiddetli düşman olanların Yahudiler ve müşrikler olduğunu görürsün…’ Filistin’deki din kardeşlerimiz siyonistlerin o çok ağır ve şiddetli zulmü altında ezilirken, gayr-i muharib (savaşmayan) sivil halk; kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar öldürülürken, evler yıkılırken siz bu ayeti niçin halkımıza duyurmuyorsunuz?..” Diyanet şu cevabı vermiş: “Bu ayeti beyan etmek kanunen sakıncalıdır…”
Şayet Diyanet böyle cevap vermişse, gerçekten hatâ etmiştir. Kur’ân ayetlerini, Kur’ân hükümlerini, Kur’ânî emirleri, yasakları ve tavsiyeleri halka ilan ve tebliğ etmek hiçbir şekilde suç teşkil etmez. Dünyanın hangi medenî, demokrat, insan haklarına saygılı ve bağlı, inanç ve din hürriyetini tanımış ülkesinde kutsal kitapların şu veya bu cümlesini halka bildirmek suç olarak görülmektedir? Hiçbirinde! İnanan inanır, inanmayan inanmaz. Lakin din tebligatı hiçbir zaman yasaklanamaz.
Vaktiyle, yakın tarihimizde bir Cumhurbaşkanı beyanat vermiş. “Kur’ân’ın üç yüz küsur ayetinin bu devirde hükmü kalmamıştır. Çünkü o âyetlerdeki hükümlerin yerine pozitif kanunlar yapılmıştır” demişti. Bu beyanat büyük günlük gazetelerimizin birine sürmanşet olmuştu. O tarihte, Diyanet’in bu iddiaya cevap vermesi:
– Ey sayın kişi, yanılıyorsunuz. Kur’ân’ın hiçbir ayeti, hiçbir hükmü iptal edilemez… demesi gerekirdi. Kur’ân’ın değil bir ayeti; bir harfi bile hükümden kaldırılamaz. Kur’ân’ı Allah vaz’ etmiştir (koymuştur), o kutsal kitabın koruyucusu O’dur. İnsanların Kur’ân’a müdahale etmeye hakları yoktur.
İsrail devletinin, Siyonist Yahudilerin yaptıklarını vicdanlı Yahudiler bile şiddetle tenkit ederken, yetkili ve sorumlu Müslümanların bu konudaki Kur’ân ayetini beyandan korkmalarına ne demeli?
Gazetelerin yazmadığı, televizyonların dile getirmediği bazı önemli hadiseler ve haberler var. Bunlar korkudan dolayı mı yazılmıyor acaba? Son günlerde İstanbul’un mafya yapısında bazı temel değişiklikler meydana geldiği söyleniyor.
Konu şu: İstanbul’un yerli mafyası dağıtılıyor, sindiriliyor, onun yerine doğudan Kürt mafyası getiriliyor ve bu en büyük şehrimizde hakimiyet kurması için çalışıyormuş.
Mafya ne demektir? Öncelikle büyük para, büyük rant, büyük servet demektir. Mafyalar, devlete rağmen oluşabilir, iş görebilirler mi? Kesinlikle olamazlar, yaşayamazlar. Sistem izin vermezse hiçbir mafya oluşamaz, iş göremez, ayakta duramaz. Yakın tarihimizde bazı büyük bürokratların, büyük politikacıların mafyalarla ilişkileri olduğu söylenmiştir. İstanbul’da yakın tarihimizde büyük bir bürokratın her ay Eminönü ilçesinden bir trilyon, Beyoğlu ilçesinden bir trilyon para topladığı rivayet ediliyor. Kapkaç çeteleri bağımsız değildir. Destek görmektedirler. Arkalarında “bazıları” vardır. Bu “bazılar” olmasa bir gün bile “iş” yapamazlar.
Peki İstanbul’un mafya yapısındaki köklü değişimi kimler planlamıştır, kimler uygulamaktadır? Bunun amacı nedir? Bu sorulara kesin cevaplar verecek derecede uzmanlığım yoktur. Konu bilinsin diye yazdım. 13.02.2005