Tam bir kördöğüşüdür gidiyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Reçetenin bini bir paraya. Memleketin bir tarafında iç savaş var. Öbür tarafında eğlence, festival, balo, ziyafet, içki, fışkı gırla gidiyor. Şehid düşen genç askerlerin cenazeleri kaldırılırken tamtam müziği berdevam; sarhoş naraları vatan ufuklarını çınlatıyor, mutlu ve putlu azınlık moda defilelerinde boy gösteriyor. Mehmed Akif’in tabiriyle “Her taşın üstünde bir dilli düdük, etrafında birsürü hödük.” Yaşasın, kim yaşasın? Daha belli değil…
Kurulacak yeni hükümetin önünde şu çetin meseleler varmış: Enflasyon, dış borçlar, Güneydoğu Anadolu’daki terörizm, Kıbrıs, denk bütçe yapabilmek, Suriye ile su krizi, falan filan.
Ah şu mantık fukaraları. Yahu bunlar sebep değil, neticelerdir. Sebeplere eğilmeden neticeleri nasıl kaldıracaksınız?
Güçlü ve sağlıklı bir rejimin, altından kalkamayacağı zorluk, çözemeyeceği problem mi olabilir? İkinci Dünya Savaşı’ndan kayıtsız şartsız teslim olarak çıkan Almanya ve Japonya meselelerini nasıl halledip de bugünkü güçlü ve üstün hale gelebildiler? Onların dertleri bizimkinden bin kat, hattâ milyon kere daha büyük ve feci idi. Ama onlar güçlükleri yenmesini bildiler.
Efendiler! Türkiye’nin asıl meselelerini bir de benden dinleyiniz.
Birinci Mesele: Rejim meselesidir. Türkiye hâlâ bir ideoloji rejimine sahiptir. Arnavutluk bile ideolojiyi bıraktı. Biz modası geçmiş vecizelerle uğraşıyoruz. Marksizm yıkıldı, komünizm yerin dibine geçti, Marks’ın Lenin’in heykelleri sökülüp atıldı. Biz ne zaman, milletimizi, devletimizi köstekleyen, istikbalimizi karartan. izm’leri silkeleyeceğiz?
İkinci Mesele: Eğitim ve üniversite meselesidir. Türkiye bugünkü millî (aslında gayr-ı millî) eğitimle, bugünkü üniversiteleriyle uzun vâdeli bir intihar hareketi içindedir. Bu eğitim sistemi genç nesillerin, halk kütlelerinin zekâlarını körletmekte, bizi geri bırakmaktadır. Bu islah edilmeden hangi mesele halledilebilir? İnsan unsurunu berbat edeceksiniz ve sonra sizi bilgisayarlar mı kurtaracak? İşe yarar insanlar, bunlardan müteşekkil kadrolar kurmadan bu buhranları nasıl atlatacak, nasıl selâmet sahiline çıkacaksınız?
Üçüncü Mesele: Hukuk sistemidir. Hoş bizdeki sistem değil, sistemsizliktir. Türkiye’de korkunç bir adalet buhranı vardır. Gereken sayının çok üzerinde mahkeme mevcut ama bunlar dâvâ dosyaları ile boğulmuş vaziyettedir. Yurdu demir ağlar gibi saran hapishâneler suçlularla doludur. Kanunların korkutucu, önleyici vasfı gittikçe azalmaktadır. Avrupa’dan alınan Medenî Kanun âile müessesesini zayıflatmış, millî bünyeyi sarsmıştır. Bunlar düzeltilmeden hangi aktüel derdin çaresi bulunacaktır?
- Dördüncü Mesele: Ülkeyi baştanbaşa saran kokuşmuşluk (corruption) kangrenidir. Rüşvet, hırsızlık, millet malını talan etmek, nüfuz ticareti, kara para, gangsterlik, mafyacılık, haram yiyicilik temel prensip haline gelmiştir. Köklü (radikal) tedbirler almadan, sebeplere inmeden bu kangren nasıl tedavi edilecektir?
- Beşinci Mesele: Tüketim toplumu felsefesi, israf ekonomisidir. Bir millet varını yoğunu lüks otomobillere, onları çalıştırmak için ithal benzine, çamaşır makinasına, bulaşık âletine, buzdolabına, mikrodalga fırınına, müzik setine, kiviye, ananasa, Honduras muzuna, çiklete, içkiye, ithal sigaralara verirse; bin zahmetle kazanılan dövizlerinin iki mislini ithalâta yatırırsa onun illetleri nasıl tımar edilebilir?
- Altıncı Mesele: Din ve vicdan hürriyetidir. İslâm bu ülkede tek alternatiftir. Bizi kurtaracak olan İslâmiyettir. Ama hâlâ bazı gizli güçler İslâm’la savaşmak için teşkilât kuruyor; gerçek İslâm’ın yerine karikatür bir laik İslâmiyet çıkarma ütopyaları için milyarlar harcıyorlar. Türkiye’de tekrar İslâm hâkim olacağına memleket batsın daha iyi diyen çağdaş Notaras’lar var. Bunlar din hayatını yozlaştırmak. Diyanet teşkilatını âtıl bırakmak için hâlâ şeytanî plânlar peşindedirler.
Bunlar ajanları vasıtasıyla Müslümanları birbirlerine düşürüyor, kiraladıkları adamlara Şeriat’siz, kuşa döndürülmüş bir din icat ettirmek istiyor, Patrik seçimini ortodokslara bırakırken Diyanet Başkanını kendileri tâyin ediyorlar. Mason, Rotary, Lions tarikatleri, Sabatist tekkeleri serbest ama İslâm tarikatları hâlâ yasaktır. Bizi kurtaracak tek kuvvet dindir. Onlarsa, kendilerini de kurtaracak olan dine cephe alıyorlar. Bu kafayla hangi problemi çözebilirler?
- Yedinci Mesele: Amerikan uyduluğu meselesidir. Doğu Avrupa’daki Rusya uyduları bağımsızlıklarına kavuştular, küçücük devletler bile haysiyetli dış politikalar üretiyor, biz ise hâlâ Amerika’nın dümen suyundan gidiyoruz. Birinci Cihan Harbi yenilgisinden sonra bir takım kişiler Türkiye’nin Amerikan mandası altına sokulmasını istemişlerdi. İşte şimdi o temerinileri gerçekleşmiştir. Ruhları şad mı olsun yoksa nâ-şad mı olsun ne diyeyim… Bu uyduluk, bu zillet siyaseti. Baltık Devletleri’nin istiklâllerini acele kabule rağmen Müslüman Türk ülkelerinin istiklâllerinin hâlâ tanınmamış olması fecaati daha ne zamana kadar sürecektir. Filipinler bile Markos’un Amerikancı siyasetini terk etti. Türkiye daha ne kadar Amerika’nın ve onun Ortadoğu’daki acentesi İsrail’in uyduluğunu yapmağa devam edecek?
- Sekizinci Mesele: Kadro meselesidir. İşler kimlere gördürülecektir? Çoğunlukta olan teknokrat kafalılar, sosyal yapıyla ilgili temel dertleri nasıl tedavi edeceklerdir? “Enflasyon, enflasyon…” deyip duruyorlar. Enflasyon kültürle, ahlâkla, rejimle, sosyal müesseselerle ilgili bir neticedir. Bugünkü kokuşmuşluk devam edecek ve enflasyon kalkacak sanıyorlarsa çok aldanırlar. Enflasyonun normal haddine indirilmesi bir kalite meselesidir. Kaliteli politikacılar olacak, kaliteli bürokratlar, kaliteli bir basın ve televizyon, kaliteli bir eğitim sistemi olacak; ideoloji rejimi gidecek yerine evrensel değerler üzerine kurulu bir hukuk devleti gelecek ki enflasyon krizi atlatılsın. Türkiye’nin ana meselesi insan meselesidir. İnsanımız Tanzimat’tan beri bozula bozula bugüne gelmiştir. Ülkedeki bozuk işleri bozuk adamlar düzeltemez. Bilgisayarlar, fakslar, görüntülü telefonlar da bir işe yaramaz, ille de adam lâzımdır. “Âsiyâb-ı devlet dönmüyor mu?. .” denilebilir. Dönüyor ama işte gördüğünüz gibi dönüyor. Türkiye’nin Japonya, İsviçre. Almanya, İsveç gibi işleyebilmesi için oradakiler gibi işeyarar, işbilir, işbitirir, ehliyetli, liyakatli üstün adamlara ihtiyacı vardır.
- Dokuzuncu Mesele: Hikmet-bilgelik faktörüdür. Evet Türkiye’de çok şey ilerlemiş, fırlamıştır. Yollar, barajlar yapılmıştır. Her yer telefonlarla dolmuştur. Sokaklarda otomobilden geçilmemektedir, içmeğe ayranı olmayanlar bulaşıklarını otomatik makinalarla yıkamaktadır. Gelir artmıştır. Bir yandan zenginlik, öbür yandan fakirlik rekorlarına ulaşılmıştır. Hâneci Madam Manukyan vergi rekortmeni olmuştur. (maaşlarını bu paralarla alan memurlar!. .). Televizyon cihazlarından milyonlarca âile harîmine lâğım akmaktadır. Putlu azınlığın köpeklerinin mamaları Avrupa’dan ithal edilmektedir. Köylerde bile (Ben Şile’ye giderken Ömerli Köyü’nde gördüm) kivi meyvesi satılmaktadır. Evet Türkiye’de herşey ilerlemektedir. Enflasyon, ithalat, ihracat, lüks, tüketim, israf, fuhuş, kumar, serserilik, içki, konfor, yol, baraj, elektrik… Ama bir şey var ki, o ilerlememekte, gerilemekte dir; o da eski deyişle hikmet, yeni dille bilgeliktir. Türkiye’yi batıran eksiklik budur. Hikmetin olmadığı yerde dirlik, düzenlik, sosyal barış, hakiki ilerleme, istikrar olmaz. Hikmet gidince ülke, millet, devlet de sarsılmağa başlar. Ben politikacıların, aydınların ağzından bu hikmet kelimesini hiç duymuyorum. Ne hikmetten bahsederler, ne faziletten (erdemden). Akılları fikirleri para, ekonomi, enflasyon, emisyon… Halbuki hikmet olmadan kurtuluş, selâmet olmaz. Nereden bulacaklar bu hikmeti?
Daha birçok ana madde yazabilirim ama anlayana bu kadarı yeter Türkiye’yi idare edenler birkaç yıl önce liselerden mantık derslerini kaldırmışlardı. Hoş daha önce de mantığın adı var, kendisi yoktu ya… Mantık doğru düşünme, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etme bilgisi, sanatı, tekniğidir. Mantık gidince okur yazar, aydın geçinenler sebeplerle neticeleri birbirinden ayırt edemez olurlar. Zavallı millet, zavallı memleket, ne günlere kaldınız!
05.11.1991