Seçimler Yapılacak mı? Herşey Düzelecek mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Pazartesi
Seçimlere hile karıştırılmayacak… Baskı yapılmayacak… Ondan sonra her şey düzelecek, bütün işler yoluna girecek, çıkmış bütün çiviler yerine çakılacak… Huzur, mutluluk ülkeye hâkim olacak…
Oh gel keyfim kekâh… Böyle düşünenleri uyarmak gerek. Ya birileri yukarıda anlattığım şeye izin vermezlerse?.. Yapılması planlanan şeyleri yaptırmazlarsa… Devleti, ülkeyi savaşa sokar, sıkıyönetim ilân ettirirlerse…
Birileri, Nisan’da ne kadar kolay bir şekilde cumhurbaşkanı seçeceklerini sanmışlardı… Sonra neler oldu?.. Kimse bundan sonra olmaz efendim olmaz demesin… Her şey olabilir… Havada acayip bulutlar dolaşıyor, soğuk rüzgârlar esiyor, barometre düştükçe düşüyorsa bilin ki, fırtına yaklaşmaktadır.. Beyler, hanımlar!.. Yatakta uyuyorsunuz, koltukta kestiriyorsunuz, eyvallah, lâkin ayakta uyumayın… Otobüsü şarampole yuvarlayacaksınız, gemiyi kayalıklara bindireceksiniz…
Türkıye’nin çoğunluğu teşkil eden Müslüman halkına birçok öğütler verilmiş, uyarılar yapılmıştır. Onların
diye bir mazeretleri yoktur.
Öncelikle bu halka Allah nasihat etmiş, uyarılar yapmıştır. Kur’ân nedir? Allah tarafından bir uyarı ve öğüttür. Allah’ın elçisi olan Peygamberin emirleri, yasakları nedir? Onlar da öğüttür, uyarıdır. Ashab-ı Kiram, Tâbiîn, Tebe-i Tabiîn, Selef-i Salihîn; onlardan sonra her asırda yaşamış din kitabı yazmış büyük âlimler bugüne kadar hep nasihat etmişler, uyarmışlardır. Elimizde bulunan ilmihal, İslâm ahlâkı, fıkıh, tasavvuf kitapları hep kurtarıcı öğütlerle ve uyarılarla doludur.
Dinimiz,
demektedir. Bütün bunlar hep öğüt ve uyarıdır. Bizim için öğütlerin, uyarıların haddi hesabı yoktur.
Saçlarımızdaki, sakallarımızdaki beyazlıklar hep birer öğüttür. Musalla taşlarına konulan cenazeler öğüttür. Tarih kitapları öğütlerle doludur. Göklerde öğütler, yerde öğütler vardır.
Günde beş kez minarelerden gelen ezan sesleri birer öğüttür. Dünyanın başka yerlerinde cereyan eden facialar bizim için hep dolaylı öğütlerdir. Bize ne oldu ki bunca öğütten ders ve ibret almıyoruz ve kendimizi toparlamıyoruz?
Gözlerimiz var, bakıyoruz görmüyoruz. Kulaklarımız var, işitmiyoruz. Kalplerimiz katılaşmış, nasır tutmuş, mühürlenmiş. Vicdanlarımız tatilde… Öğütlerden ders alsaydık, uyarılar bize tesir etseydi böyle mi olurduk?
Din bize ne diyor:
Bazılarımız ne yapıyor? Korkunç bir ihtirasla helâl haram demeden menfaat, kazanç, zenginlik peşinde koşuyoruz.
Kur’ân bize ne diyor;
Biz ne yapıyoruz: Birbirinden kopuk fırkalara, hiziplere, cemaatlere, gruplara, zümrelere ayrılmışız, bölük pörçük olmuşuz. Çekişip tepişiyoruz.
Allah bize Kur’ân’da
buyuruyor. Biz ne yapıyoruz: Bu kardeşliği bozmak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.
İslâm bize, emanetleri ehline vermemizi, emanetlere hıyanet etmememizi kesin şekilde emrediyor. Biz ise, emanetleri ehil, layık ve hakkedenlere vermiyoruz; yakınlarımıza, eşimize, dostumuza, hemşehrilerimize, asker arkadaşlarımıza, parti kardeşlerimize, tarikat ihvanımıza, cemaat üyelerine bol keseden dağıtıyoruz.
İslâm, Kur’ân, Sünnet bize hep nasihat ediyor:
Biz ne yapıyoruz: Tam tersini. Para, içimizden bazılarını azdırdıkça azdırıyor, kudurttukça kudurtuyor; onları Nemrutlara, Firavunlara çeviriyor.
Allah, Kur’ân’da ne buyurmuş:
Biz ne yapıyoruz: Bir kısmımız camilere gidiyor, bir kısmımızın namazla, niyazla, Cumayla hiç alâkası kalmamış. Şu İstanbul’un Cuma vaktinde haline bakınız: Sokaklar, caddeler, meydanlar insan kaynıyor… Trenler, vapurlar, tramvaylar, otobüsler, minibüsler, otomobiller içleri adam dolu olduğu halde vızır vızır işliyor… Lokantalar, kahveler, dükkanlar dolu…
İslâm dini bir öğüt dinidir. Resulullah Efendimize sormuşlar:
buyurmuş. Tekrar sormuşlar, yine
demiş. Bir kere daha sormuşlar, tekrar
demiş… Bilen Müslümanların bilmeyen Müslümanlara doğrudan doğruya ve dolaylı olarak nasihat etmeleri onların üzerine vazifedir, vecibedir, borçtur. Bu kadar hacı, hoca, mürşid, âlim Müslüman var… Bunlar niçin gevşekliğe düşen Müslümanları uyarmıyorlar?
Sovyetler Birliği’nde
Bizde şu anda öyle bir yasak yok. O halde bunca hürriyet, imkân, fırsat, para, enerji, potansiyel olmasına rağmen bilenler bilmeyenleri niçin uyarmıyor?
Böylelerini en uygun, en güzel, en münasip bir şekilde tepkiye ve alerjiye yol açmaksızın uyarmak bizim vazifemiz değil midir? Niçin bu vazifemizi yapmıyoruz?
Dünya bir oyalanma, bir aldanma yeridir ve biz onun tuzaklarına düşmüşüz. Uyurgezerler gibiyiz, zamanı gelince uyanacağız. Lâkin iş işten geçmiş olacak. 29 Mayıs 2007