Çarşamba

 

Abdurrahman Dilipak Bey 27 Ocak tarihli yazısında (Vakit), önümüzdeki belediye seçimlerinin yapılamayabileceğini yazmış. Ben de on gün kadar önce bu ihtimali dile getirmiştim.

Ülkemizdeki birtakım “Derin” güçler durumdan son derece rahatsız bulunuyorlar. Bu rahatsızlıklarına ve tedirginliklerine gerekçe olarak Kıbrıs’ı, irticayı, dinciliği, İslâmcılığı gösteriyorlar. Bugünkü iktidarda akıl ve hikmet varsa, gelecek seçimlerde “gerekenden fazla” başarılı olmamak için tedbir alır. Akıllı insanlar ne demek istediğimi kolayca anlarlar.

Belediye seçimleri için AKP’ye aday akını oluyor. Bunların hepsi, maalesef, içleri hizmet aşkıyla yanıp tutuştuğu için akın etmiyor.

Büyük medya gündeme getirmiyor ama, Türkiye’de perdeler ardından, kulislerde dehşetli bir çalkantı var. Birtakım lobiler, zümreler, kesimler; yekûnu milyarlarca dolarlık rantlarını elden kaçırmak istemiyorlar. Zaten ülkemizdeki kavgaların ana sebebi rant, menfaat, para ve ikbaldir.

Seçimleri yaptırtmamak için, Abdurrahman Bey’in de belirttiği gibi bütün ülkeyi heyecana verecek, büyük üzüntülere gark edecek bir cinayet bile işlenebilir. Hani şu meşhur “faili meçhul” cinayetlerden. Bunun toz dumanı, fırtınası içinde, seçim yapılamayabilecek bir ortam oluşturulur. Maktul hakkında acıklı nutuklar çekilir, timsah gözyaşları dökülür, kanı yerde kalmayacak denilir. Sonrası malum… Heyecan biter, gündeme başka maddeler girer, dosya depoya konur…

Meclisteki CHP muhalefetinin fazla bir tesiri ve ağırlığı olmadığını herkes görüyor.

Yine medya açık ve seçik olarak beyan etmiyor ama, Türkiye çok ağır, çok vahim, çok hayatî problemlerle boğuşuyor; şimdiye kadar görülmemiş dış baskılara maruz bulunuyor.

Gemi azıya alan, agresif ve saldırgan misyonerlik faaliyetleri bile tek başına, ülkemizin temellerini sarsacak bir boyuta ulaşmış bulunmaktadır. Halkın yüzde doksanından fazlası geçim sıkıntısı, hayatın meşakkati ve gaileleri, trafik derdi gibi günlük zorluklar yüzünden asıl büyük meselelere eğilemiyor.

Türkiye birtakım hain ve alçak kimseler tarafından, kaldıramayacağı miktarda borç yükü altına sokulmuştur. Devletimiz bugünkü bütçesiyle, bugünkü gelirleriyle bu borçları ödeyebilir mi? Halk yığınları, ne borç miktarını biliyor, ne de bunun ödenip ödenemeyeceği sorusunun cevabını.

Üniversiteler bir ülkenin, bir milletin beyni durumundadır. Bizim üniversitelerimiz, adına YÖK denilen bir tuzağa düşürülmüş olup milleti, idarecileri aydınlatacak, onlara yol gösterecek durumda değildir. Böyle bir üniversite yapısıyla bu ülke nasıl yücelecek, vahim ve korkunç krizlerine nasıl çare ve çözüm üretecektir?

İktidar, din hürriyeti konusunda biraz ferahlık getirmek istedi; çocuklarına din ve Kur’an dersi vermek isteyen vatandaşların önünü açmaya çalıştı, fakat derin devlet buna izin vermedi. Misyonerler uluslararası dernekler, vakıflar, enstitüler himayesinde çalışırken, Müslümanların dinî dernek kurmaya, çocuğuna din ve Kur’an dersi bile verdirmeye hakkı yok. Böyle demokrasi olur mu, böyle insan hakları olur mu, böyle eşitlik olur mu?

Meclisteki AKP’li milletvekillerinin dilleri sıkı şekilde bağlanmıştır. Parlamento kürsüsünde, basında serbestçe konuşamazlar. Yanlış anlaşılmasın, her şeyi söylesinler, fincancı katırlarını ürkütsünler/demiyorum, ama memleketin, devletin, halkın bugünkü durumu karşısında milletvekillerinin mutlaka söylemeleri gereken fikirleri, tenkitleri, teklifleri, çare ve çözümleri olması gerekmez mi? Parti disiplini varmış, yanlış anlaşılabilirmiş, kesinlikle konuşulmayacakmış. Ne anladım ben böyle demokrasiden? Eskiden de, tek parti devrinde CHP’nin oligarşik idaresinde Meclis vardı, milletvekilleri vardı…

AKP’li milletvekillerinin, hiç olmazsa yeterli sayıda bir kısmının, ihtiyat, teennî, itidal ile konuşması gerekir. Millet onları oraya maaş alsın diye göndermedi. Bu memlekette bin türlü yanlışlık, bozukluk, aksaklık, haksızlık, zulüm varken vekillerimizin suskun kalması doğru değildir.

Demokrasi, konfeksiyon elbisesi gibi alınıp giyilmez. Demokrasinin yüz çeşidi vardır. Türkiye’de bizim kimliğimize, sosyal yapımıza, tarihî mirasımıza uyan bir demokrasi işleyebilir ve çalışabilir. Adaletin olmadığı yerde, demokrasi boş bir laftan ibarettir. Müslüman bir ülkede dindar çoğunluğa baskı yapılıyor, onun temel hak ve hürriyetleri kısıtlanıyorsa, yine demokrasi olmaz. Adalet ve temel insan haklarına riayet Türk demokrasisinin, olmazsa olmaz iki ana şartıdır.

Bir farmason aşırı farmason olmak hakkına sahiptir. Bir Sabataycı, aşırı Sabataycı olabilir. Bir resmî ideoloji meftunu, ideolojisine aşırı şekilde bağlı ve sahip olabilir. Bir pozitivist, aşırı pozitivist olabilir. Velhasıl herhangi bir ideoloji, görüş, doktrin aşırı ve koyu şekilde tutulabilir; lakin bir Müslüman dindar olursa, dindar olduğu için hanımının ve kızının başını örterse, onun bu dindarlığı bir suç olur, bir sakınca teşkil eder. Bu kafalarla, bu zihniyetle bu memlekette demokrasi olur mu?

1950, 1960’lı yıllarda Türkiye halkı çok daha uyanık ve şuurluydu. Yaşlı nesiller Osmanlı devleti zamanında doğmuşlar, büyümüşler, yetişmişlerdi, Millî mücadeleyi görmüşlerdi. CHP’nin yirmi yedi yıllık baskı yıllarında çok acılar çekmişlerdi. Zamanımızda halk yığınları gereken şuura ve uyanıklığa sahip değildir. Halkın şuurlu, yeteri kadar olgun ve uyanık olmadığı bir sosyal ortamda demokrasi mutlu sonuçlar getirmez.

Bugünkü Başbakanımızın eli kolu bağlıdır. İktidar olabilmek için çok sözler ve taahhütler verilmiştir, bunlara bağlı kalmaya mecburdur. Türkiye hem yüzölçümü, hem nüfus, hem potansiyel bakımından hâlâ çok büyük bir ülkedir. Gerek ABD, gerekse AB ülkemizin büyüklüğünden korkmaktadır.

Bu memleket bu devlet bugünkü hale kendi kendine, tesadüfen gelmemiştir; kasıtlı olarak, planlı ve programlı olarak bin türlü hıyanet ve sabotajla getirilmiş, çeşit çeşit tuzaklara düşürülmüştür.

Ne günlere kaldık, ekmeğimize yetişecek buğday üretemiyoruz, yemeklik sıvı yağımız dışarıdan geliyor, pirinç bile yetiştiremiyoruz, hayvancılığımız çökertilmiş… Yabancı dev uluslararası şirketler Türk köylüsünün pancar yetiştirmesini bile kısıtlattılar, çiftçimiz istediği kadar tütün ekemiyor. Dışarıdan muazzam miktarda domuz iç yağı getiriliyor, yabancı ilaç fabrikaları satışlarını arttırmak, kârlarını çoğaltmak için bin türlü dolap çeviriyorlar… Türkiye’de petrol var ama, birtakım amansız güçler ve mihraklar çıkarttırmıyor. Stratejik önemi olan çok kıymetli bor madenlerimizden yararlanamıyoruz… Değerli fabrikalarımız, işletmelerimiz haraç mezat, şaibeli şekilde elden çıkartılıyor…

Birtakım ahlâksız, rezil, hayasız rantçılar, aç köpekler gibi haram menfaatlere ve rantlara koşuyor.

Memleketin, halkın, devletin hali gerçekten perişan. Bu gidişe dur diyecek mert politikacılar, medyacılar, aydınlar, üniversite mensupları ne yapıyorlar? 29 Ocak 2004