Şehirde Küçük Bir Gezinti
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Pazar
Le Figaro Magazine dergisinin 15 Mayıs 2004
tarihli sayısında, son moda kol saatleriyle ilgili uzun bir tanıtma yazısı vardı. “Harry Winston Opus 4”
Bizim paramızla 500 milyar lirayı geçiyor. Saat değil bir servet. Böyle bir saati koluna takanın aklına şaşarım. Ülkemizde, gasp edip 140 milyon liraya sattıkları cep telefonu için, gencecik bir üniversitelinin canına kıyan canavarlar var… Çalınmasa, kaybedilse, adamın yine yüreğine iner. Değeri yarım trilyon…
İnsanın sağlığını koruması için birtakım temel kurallar ve şartlar vardır. Bunlardan biri de günde en az bir saat yürümektir. Bu işi hergün yapamıyorum bari bugün biraz gezeyim dedim, Eminönüne indim, öyle yemeğini orada Hidayet Camii (Bahçekapı) yakınındaki “Küçük Hüdâdad” lokantasında yedikten sonra yürüyerek Karaköy’e gittim. Yolda, Yeraltı geçidinde bir dükkanın önündeki vitrinde çok güzel, çok şık kol saatleri gördüm. Oradan, koyu mavi kadranı üzerinde “Max Emrorio” markası yazılı olan bir saat aldım. Kaç lira verdim, tahmin edin? Tam beş milyon lira. Saati, içindeki pili, her şeyi ile beş milyon… Uyduruk, oyuncak bir saat sanmayın. Vakti, hiç yanılmadan hassas bir şekilde gösteriyor.
Köprüyü geçtim, ikindi ezanı okunuyordu. Karaköy’deki Yeraltı Camii’ne gittim. Kapıya kocaman bir levha asmışlar, “Naylon torbaya koymadığınız ayakkabılarınız çalınabilir!..” Güldüm. Ayakkabı çalınacaksa, naylon içinde de olsa çalınır, naylonsuz olsa da çalınır. Hattâ naylon torba içindeki bir çift ayakkabıyı çalmak daha kolaydır. Ya Rabbi, camilerde ne saçma yazılar var.
– Vatandaş pabucunu öyle tutma, böyle tut.
– Namazımızı huzur içinde kılabilmemiz için, cep telefonunuzu kapatınız.
– Ayakkabılıkların üst raflarına ayakkabı koymayınız.
– Islak ayakla halıya basmayınız.
Bu gibi saçma sapan yazıların yerine, halka faydalı olacak çok kısa dinî ve ahlâkî nasihatler yazılsa daha iyi olmaz mı? Mesela:
– Farz namazları cemaatle kılmak çok kuvvetli bir sünnet-i müekkededir. Şer’i bir mazeretiniz yoksa, ezan okununca camiye gelip cemaate katılınız.
– Müslüman o kimsedir ki, elinden ve dilinden Müslümanlar selamette olurlar. (Hadis meâli)
– Sana yapılmasını istemediğin şeyi, sen de başkasına yapma. (Hadis meâli)
– Allah’ın size verdiği nimetlerin bir kısmını, sıkıntıda olan muhtaç kardeşlerinize ikram ediniz.
– Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.
– Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize şefkatle muamele etmeyen bizden değildir. (Hadis-i Şerif)
– Nefs-i emmâren en büyük düşmanındır.
– Allah’tan korkmak, bilgeliğin temelidir. (Hadis-i Şerif)
– İyi Müslüman; iyi vatandaş, iyi insan demektir.
Her neyse… Tünele indim, Beyoğlu’na çıktım. Galata Mevlevihanesi’ne uğradım. Oradan Galatasaray’a yürüdüm. İstiklâl Caddesi’nde Paşabahçe cam mağazasının üst katına çıktım, gerçekten nefis sanat eşyaları vardı. Bunları yapanları tebrik etmek gerekir. Fiyatları biraz pahalı, her keseye uygun değil, lâkin parası olup da bunlardan birkaç tane almayana şaşarım. Demek ki, parası var aklı yok.
Galatasaray’danTophane’ye inen yola girdim. Sol taraftaki sahaftan birkaç kitap aldım. Oradan sonra Galatasaray hamamının karşısında Sahhaf Hasan Bey dostumuza uğradım, ondan da birkaç kitap ve dergi aldım. Çukurcuma’ya indim.
Tophane’ye kadar tekrar yürüdüm. Oradan bir taksiye binerek evime geldim. Taksi deyince hatıra şoförlerimiz geliyor. Bazı şoförler gerçekten çok efendi, çok terbiyeli, çok nazik insanlar. Kimisiyle yolculuk esnasında sohbet ediyorum… Bazıları ise, eğitimden geçirilmeye muhtaç durumdalar. Mesela, müşteriden izin almadan sigara içiyorlar. Otomobilin içi daracık, ben şahsen çok rahatsız oluyorum. Şoföre bir şey söylemiyorum, pencereyi açıyorum. Şoförlerin bazısı sigara içmek istediği zaman müşteriye “İzniniz olursa sigara içmek istiyorum..” diyor, böyle bir isteği reddetmek görgüsüzlük ve nezaketsizlik olur. Şoförlük çileli meslek, çok yorucu, çok sinir bozucu, sigara tiryakisiyse mutlaka içmesi gerekiyor. Böylelerine kerhen “rica ederim, buyurunuz, içiniz” diyoruz. Nadiren şoför kılıklı canavarlara da rastlıyorum. Onların arabasına bindiğim için bin pişman oluyorum.
Canımı sıkan bir hadise oldu mu sokağa çıkarım, bir araba çeviririm, Beyoğlu’na giderim. O semtte 1945’le 1952 arasında yedi sene boyunca Galatasaray’da okudum. Âşinalığım vardır. Gerçi eski Beyoğlu ile yeni Beyoğlu birbirine pek benzemiyor. Benim çocukluğumda İstanbul’da çok kalabalık bir Rum ekâlliyeti (azınlığı) vardı. Bazı Rum mağazalarının isimlerini hatırlıyorum: Tünele giderken Rusya Sefarethanesinin karşısında Zahariyadis, Galatasaray’a doğru Kifides, okulun tam karşısındaki bir binada kocaman bir levha asılıydı:
Cumartesi ve Pazar günleri İngiltere Sefarethanesi civarındaki Levent büfesinde bir şeyler atıştırırdık. Orasını Rum vatandaşlarımız işletirdi. Kadıköy vapurunda günlük Rum gazeteleri satılırdı. To Vima, Apoyevmatini, Embros… Yüksek kaldırımın başında kitapçılık yapan bir Rum madam ile onun dükkânının altında yine bir Rum matmazelin dükkânı vardı. Zaman zaman uğrar, eski kitap alırdım.
Beyoğlu’nda bir imar ve restorasyon faaliyeti var. Lâkin eski İstanbul, eski Pera bir daha gelmez. Osmanlı devleti zamanında İstanbul’da bir şehir medeniyeti, şehir kültürü hüküm sürüyordu. Bilhassa Rum, Ermeni, Musevî azınlığın, Levantenlerin okumuşlarının evlerinde zengin özel kütüphaneler bulunuyordu. Kitapların çoğu Fransızcaydı. O eski evler harap oldu, kitaplar ve kıymetli eski eşyalar pazara düştü, medeniyetin, kültürün yerinde yeller esiyor.
Geçen hafta Taksim’den geçerken kocaman bir bez ilan gördüm. Avanos toprak sanatıyla ilgili bir sergi açılacakmış. Çok sevindim, heyecanlandım. Ateşte pişmiş toprak eşya sanatı, insanlığın en eski sanatıdır. Eski fiziğin dört unsuru ki, toprak, su, ateş ve havadır, çömlek sanatının esasını teşkil eder. Sergi açılınca inşaallah ziyaret edeceğim.
Galatasaray Lisesi’nin karşısındaki Beyoğlu balık pazarında Aslı Han’da hayli sahhaf dükkânı var. Arada bir gidip keseme uygun kitaplar ve dergiler alıyorum. Türkçe kitap pek almam, daha çok Fransızca okuyorum. Yeni, sade, arı, öz, uyduruk Türkçeden hoşlanmıyorum. Yanlış anlaşılmasın, ağdalı Osmanlıca taraftarı değilim. 1920’lerin Türkçesini seviyorum. Zamanımızda Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Refik Halit gibi güzel, akıcı, ahenkli, huzur verici Türkçesi olan var mı?
Aslı Han’ın en üst katında bir cami var, namaz vakitleri ezan okunuyor ve cemaatle namaz kılınıyor. 20 Aralık 2004