Sekiz Vazife
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazartesi
(1) Bence birinci vazife edebî, yazılı, kültürel Türkçeyi kurtarmak, zenginleştirmek; yakın tarihimizdeki lisan kopukluğunu gidermektir. Bu konuda neler yapılabilir? 1950’de Demokrat Parti iktidara geçtiği vakit, devlet ve eğitim Türkçesi 1920’lerdeki Türkçeye göre ayarlanmıştı. 1950’lerde eski nesiller sağdı, uydurukça dil henüz hayata hâkim olmamıştı. Binaenaleyh CHP’nin henüz kökleşmemiş olan öztürkçesiyle mücadele etmek kolaydı. 27 Mayıs 1960 darbesiyle Türkçeye yeni bir darbe indirildi, solcuların ve GY’lerin istekleri ve planlamaları doğrultusunda tekrar bozuk Türkçeye dönüldü. Şimdi 2006’dayız, lisan ve edebiyat konusunda ortada korkunç ve dehşet verici bir yozlaşma, fakirleşme, ârıza veya kopukluk görülmektedir. Benim teklifim şudur: Tekrar 1920’lerin Türkçesine dönülmelidir. Bu, kolay olmayacaktır. Zahmetsiz, mücadelesiz hiçbir iyi iş yapılmaz. Hayatın kanunu böyledir. Bu Türkçe tarihî devamlılık Türkçesidir, Millî Mücâdele Türkçesidir. Mehmed Âkif’in, Ömer Seyfeddin’in, Yakup Kadri’nin, Halide Edib’in, Reşat Nuri’nin Yahya Kemal’in, M.Kemal Paşa’nın Türkçesidir. Konuşma Türkçesini kasd etmiyorum. Konuşulmayan, yazılan edebî ve kültürel Türkçe… İşte bunu kurtarmalı, zenginleştirmeli, lisan konusundaki tahribatı gücümüzün yettiği kadar tâmir etmeli, ârızadan devamlılığa geçmeliyiz. Hâkim varken yargıcı, vazife varken ödevi, mektep varken okulu kim ve niçin çıkartmıştır? Böyle bir değişikliğe lüzum var mıydı? Artık bu konuları serbest bir şekilde tartışmalıyız. Lisan konusundaki fikirlerimi açıkladığım, bu konuda ciddî ve seviyeli tartışmalar yapılmasını istediğim için eski TCK 312, yeni TCK 216’ncı maddelerden muhalefetten dolayı hapse atılmam istenmemelidir.
(2) Lisan konusunun ayrılmaz bir parçası yazı-alfabedir. Yeni Türk nesilleri artık dedelerinin, atalarının mezartaşlarını okuyamayacak kadar câhil kalmışlardır bu konuda. Ortada gerçekten büyük bir kopukluk vardır. Dünyadaki hiçbir medenî, ileri, hukuklu, sağlıklı, insan haklarına bağlı ve saygılı ülkesinde bizdeki gibi bir yazı kopukluğu yoktur. Bir İngiliz, bundan yüzyıllarca önce basılmış bir Shakespeare piyesini okuyabiliyor, bir Fransız 1600’lerde basılmış bir Corneille eserini, bir Alman Schiller’i, İtalyan Dante’yi okuyabiliyor da, bir Türk niçin 1928’den önce basılmış Türkçe bir kitabı okuyamıyor? Böyle bir cahillik, okuma-yazma bilmezlik normal ve tabiî midir? Bu konu da, çok serbest, yasaksız ve tabusuz bir şekilde tartışılmalıdır. Nasıl tartışılmalıdır? Ciddî ve seviyeli bir şekilde… Böyle yapıcı tartışmalara ihtiyacımız var. Bu konudaki cahilliği ve tahribatı bir nebze gidermek için liselere Osmanlıca dersleri konulmalıdır. Sanırım bu teklifimi, mantıklı düşünen, herhangi bir yobazlıkla ve fanatizmle mâlül bulunmayan bütün aydınlar kabul edeceklerdir. Bilmekten, öğrenmekten zarar gelmez. Halkımızın, ülkemizin, devletimizin bin yıldan fazla kullanmış olduğu bir yazıyı öğrenmekte ne gibi sakıncalar (mahzurlar) olabilir? Ülkemizde binlerce dernek, vakıf, cemaat bulunmaktadır. Bunlar da, mensuplarına Osmanlıca lisanını ve eski yazıyı öğretmek için seferber olmalıdır.
(3) Tarih konusundaki ikiliği kaldırmak için de harekete geçmeliyiz. Bugün ülkemizde iki tarih vardır: İhmale uğramış, üvey evlât muamelesi gören gerçek millî tarih ile ideolojik, sun’î (yapay), düzmece tarih. Tarih konusunda elbette ayrılıklar, farklılıklar olacaktır. Bizim istediğimiz devletin, daha doğrusu siyasî sistemin tarih konusunda baskı yapmamasıdır.
(4) Mimarlık konusunda… Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, uzun yıllar boyunca mimarlık fakültelerinde ve kürsülerinde öğrencilere cami mimarîsi öğretilmemiş, güzel ve sanatlı cami binaları yapımı hakkında herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Sadece cami konusunda değil, genel mimarî ve şehircilik sahasında da çirkinlik, cahillik, yabancılaşma sanki teşvik edilmiş, destek görmüştür. Neticeye bakınız: Türkiye Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar çirkinleşmiştir. Bu coğrafyadaki bin yıllık mimarlık mirasını ve kültürünü ihmal edenler, eserlerine baksınlar. Bu yozlaşmadan maalesef, ülkenin dominant unsuru olan Müslümanlar da nasibini almışlardır. Kırk yılda kırk bin yeni cami inşa etmişler, bunların ancak binde biri, yani 40 kadarı güzel olmuştur. Son elli yıl içinde İslâmî kesim binlerce İmam-Hatip mektebi, Kur’an Kursu, talebe yurdu veya pansiyonu yaptırdı. Bunların içinde mimarlık, sanat, güzellik bakımından kıymeti olan kaç bina çıkar? Eskiyi aynen ve körü körüne taklid etmemek şartıyla mimarlık, şehircilik sahasında da kendimize dönmek, kopukluğu gidermek, kaliteli ve güzel binalar yapmak için bir seferberlik başlatmak bizim için temel bir vazife olmalıdır.
(5) Eğitim Konusu: Ülkemizdeki eğitim sadece kemmiyete; kelle, okul, öğrenci, derslik sayısının çokluğuna dayanmaktadır. Mevcut sistemimiz genç nesillere bilgi-kültür, ahlâk ve karakter terbiyesi, sanat ve estetik boyutu veremiyor. Bazıları medeniyet ve kalkınmanın parayla, maddî güçle olacağını sanıyor. Hayır, medeniyet ve kalkınma eğitimle olur. Eğitim sisteminiz, okullarınız iyi değilse, size ABD’nin bütçesi kadar verseler yine adam olamazsınız, kurtulamazsınız, haysiyetli bir hayat süremezsiniz. Türkiye eğitimi birtakım ideolojilerin tasallutundan kurtarılmalı ve sadece millî kimliğe, millî kültüre, millî kişiliğe, millî değerlere hizmet eden, iyi ve kaliteli Türkiyeliler yetiştiren bir müessese (kurum, baca kurumu değil) haline getirilmelidir. Mâlum ve mâhut bir zihniyet bunu kesinlikle istememektedir. Bizi biz yapan değerlere bağlı vatansever Türkiyeliler, gerekirse yabancı veya kardeş ülkelerde hür okullar açarak, ülkemizi, devletimizi, halkımızı yüceltecek vasıflı, güçlü, üstün gençler yetiştirmelidir. Yurt içinde ve yurt çapında paralel ve alternatif bir eğitim sistemi ile mevcut aksaklıklar giderilmeye çalışılmalıdır. Bir örnek vereyim: İran’da, her evde, Kur’ân-ı Kerim’den sonra bir Hâfız-ı Şirazî divanı bulunur ve lise tahsili yapmış her İranlı bu divanı ve benzerlerini kolayca okur ve mânasını anlar, bu kıraatten zevk ve haz alır. Biz de, bu ülkede, Fuzulî’yi, Şeyh Galib’i, Ziya Paşa’yı, Mehmed Akif’i orijinal (yazı ve lisan olarak) metinlerinden, mânasını anlayarak okuyabilecek nesiller yetiştirmeliyiz. Böyle bir şeyi, bugün hâkim olan sistem yapmaz. Millet yapmalıdır.
(6) Kırsallıktan ve varoş zihniyetinden medeniyet ve şehir kültürüne geçiş. Medenî ve şehirli olmak demek lüks meskenlerde oturmak, lüks otomobillerle gezmek, elektronik cihazlara sahip olmak, pahalı restoranlarda yemek yemek, marka fetişizmi yapmak değildir. Medeniyet bilgi ve kültürle, ahlâk ve karakterle, sanat ve estetikle olur. Türkiye’nin belini büken medeniyetsizliktir, şehir kültüründen uzaklaşmadır. Birtakım sığ düşünceliler, bu satırları yazdığım için beni köylü düşmanlığı yapmakla suçlayacaklardır. Onlara cevap vermeye değmez. Benim tenkit ettiğim zihniyettir, kültürdür. Köylü başka şeydir, köylülük başka şey.
(7) Yapılacak önemli ve hayatî vazifelerden biri de, Türkiye’ye her sahada vasıf getirmektir. Bizim belimizi vasıfsızlık büküyor. Politikaya vasıf getirilmeli, medyaya vasıf, eğitime vasıf, üniversitelere vasıf. Çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar (Sünnî ve Alevî kesim) vasıflı olmalı, dine karşı olanlar vasıflı olmalı (negatif vasıf), sağcı vasıflı, solcu vasıflı, dinci vasıflı, laik vasıflı… Vasıflı Türkiyeliler, farklı inanç ve görüşlere sahip olsalar da gemiyi batıracak derecede ahmaklık ve hainlik yapmazlar. Vasıflı bir ateist, kendisi inanmasa bile, inananların temel hak ve hüriyetlerini çiğnemek için çalışmaz, tam aksine onların haklarını savunur.
(8) Büyük ve temel işlerden bir başkası, ülkemizde GY saltanat ve hakimiyetine son vermektir. Bu güçlü azınlığın veya lobinin devleti, Cumhuriyeti tekellerine almaları bugünkü vahim olumsuzluklara, tahribata, yıkıma sebebiyet vermiştir. Anlamaları ve kabul etmeleri çok zordur ama onlara “Bu ülke sizin atalarınızın çiftliği, size babanızdan kalmış miras değildir. Bu ülke bizim de ülkemizdir, vatanımızdır. Bizim de bu topraklar üzerinde millî kimliğimize, millî kültürümüze, millî değerlerimize bağlı kalarak yaşamak hakkımız vardır” demeliyiz. Onlar bu memlekette iki çeşit eşitlik uyguluyor: Bir, normal eşitlik, ikincisi “DAHAEŞİT” olma statüsü. Böyle bir uygulama yanlıştır. Onlara bunu anlatmalıyız. Yaptıkları, istedikleri, eserleri insan haklarına, demokrasiye, hukuka, millî kimliğe tamamen aykırıdır. Onlar bu ülkede tarihî ârıza ve kazayı temsil ediyorlar. Biz ise tarihî devamlılık, hukuk, insan hakları istiyoruz. 31 Ocak 2006