Perşembe

 

Resmî bir dairede bazı hanım memurları gördüm, kıyafetleri pek açık saçık, pek seksî, pek hafifmeşreb idi. Anlatayım: Birinin göbeği açıktı. Bir diğeri acayip bir bluz giymişti, omuzdan itibaren kolları yırtmaçlıydı ve etleri şehevî bir tarzda teşhir ediliyordu. Bir başkasının pantolonu ve tişörtü o kadar dardı ki, butları ve göğüsleri adeta

“pırtlamıştı”.

Çok rica ediyorum, beni hemen gericilikle itham etmeyiniz. Bu kadınlar çarşafa girsinler falan demiyorum ama vazife esnasında bu kadar laubali, bu kadar tahrik edici kıyafetlere bürünmeleri doğru mudur?

Bizde acayip bir zihniyet var. Bir evladını vatan için şehid vermiş bir anne tá Balıkesir’den, öteki çocuklarından birinin mezuniyet törenine katılmak için bin zahmet çekerek geliyor ve üniversite binasına sokulmuyor.

Neymiş, başında bir eşarp varmış.

Sonra aynı zihniyet, kadın memurların göbeği açık, kolu ta omuza kadar yırtmaçlı, vücutlarının hatlarını çirkin bir şekilde teşhir eden kıyafetlerle mesai yapmalarına bir şey demiyor. Gerçekten büyük bir ölçüsüzlük, dengesizlik içindeyiz.

Türkiye çağdaş bir ülkeymiş!.. Çağdaşlıkla kadın memurların şehevî, seksî kıyafetle çalışmaları arasında ne gibi bir illiyet bağı vardır? Devlet dairelerinde mesai yapan personelin kesinlikle teşhircilik yapmaması gerekir.

İş ve vazife saatleri ve mekanları dışında onlara karışan yok. Lakin resmî dairelerde ciddiyetle çalışmaları gerekir. 28 Şubat post-modern darbesinden sonra ülkenin bütün çivileri yerinden oynadı veya oynatıldı.

İslâmî bir düzenle laik bir düzendeki kadın kıyafetleri elbette bir olmaz. Ancak, laik düzenlerde de bir kıyafet, bir iş ahlâkı vardır. Devlet ve Belediye dairelerinde çalışan kadınlar kesinlikle iş saatlerinde ve iş mekanlarında seksî-şehevî kıyafetler sergilememelidir. Doğrusu budur.

Millî Gaye Mecmuası

Beşiktaş’daki bir sahhaftan vaktiyle Bolu’da yayınlanmış “Millî Gaye” adındaki derginin 6’ncı sayısını satın aldım. Oradaki Sultanî (Lise) mektebinin yayınladığı bu dergiye ait bazı bilgiler şunlar:

– Sultanî hey’et-i tâlimiyesi tarafından onbeş günde bir neşr olunur.

– Sahib-i imtiyaz ve müdir-i mes’ulü: Sultanî müdürü S. Avnî.

– İctimaî, edebî, fennî, tarihî resimli mecmuadır.

– Bolu liva matbaasında basılmıştır.

– Bu sayının tarihi: 15 Şubat 1339. (Şu anda yanımda takvim kılavuzu yok, sanırım miladî 1923’e tekabül ediyor.

– Satış yerleri: Hükümet civarında mütekaid (emekli) binbaşı Tahsin beyin yazıhanesi ile Çarşı içinde Attarlar civarında “Zafer-i Millî” kütüphanesi.

Bu sayıdaki yazılar:

  • Müsahabe: Millî gayelerimizden Boğazlar meselesi. Abdurrahman Şeref.
  • İctimaiyat: Halkçılık. M. Besim.
  • Edebiyat: Kurtuluş Bayramı. Mehmed Sadık.
  • İstiklal Harbinin mechul bir akıncısına. Bediî.
  • Şarkı, Mekki Said.
  • Meslekî yazılar: İzcilik. Eşref Tufan.
  • Serbest sütunlar: Nelere ihtiyacımız var? Nazmi Cemal.
  • Mebâhis-i fenniye: Kağıt ve sun’î ipek imali. İsmet.
  • Tefrika: Bolu Tarihi. Mehmed Zekai.
  • Talebe yazıları: “Yeni Yol” hakkında ilmî bir tenkid. İrfan Fevzi.
  • İlave: Sultanîde tarih dersleri. M. Z.
  • İlan, bilmece, açık muhabere…

Cumhuriyetin ilk yılında memleket ve halk pek fakir ve perişan bir vaziyette iken bile bir taşra lisesi böyle ciddî ve kaliteli bir dergi çıkartabilmiş. Şimdiki bolluk ve zenginlik devrinde bütün liselerimizin ciddî fikir, edebiyat, tarih, sanat dergileri yayınlamaları gerekir. Şu anda böyle bir şey mümkün ve kabil midir? Bir lisede bir dergi çıkartılmaya kalkılsa hemen resmî ideoloji devreye girer ve ciddî yazılar yerine mavallar, masallar, mitolojik hikayeler basılır. Bunların da hiçbir faydası olmaz. Bu gibi dergilerin ana gayesi, meraklı ve istidatlı öğrencileri yetiştirmek, onlara kendi çaplarında ilmî araştırma yaptırmak, ileride edib, mütefekkir (düşünür), tarihçi, sanatçı olmalarına yardımcı olmaktır.

Durûb-i Emsal-i Türkiyye

Ortaköy’deki bir eskicide

bu başlığı taşıyan Osmanlıca bir kitap

buldum. Durûb-i emsal,

atasözleri

demektir. Darb-ı meselin çoğulu. Bugünkü dille

“Türkçe Atasözleri”.

Küçük boy, 384 sayfa. 1312’de İstanbul’da Asır Kütüphanesi sahibi Kirkor tarafından çıkartılmış. Cami’ ve mürettibi:

Tekezâde M. Said

. İçinde 5742 atasözü ve deyim yer alıyor.

Eskiden böyle kitapları Beyazıt’taki Sahhaflar Çarşısında bulmak mümkündü. Şimdi

Osmanlıca kitapların kökü kurudu.

Zaten bunlar 3-5 yüz adet basılmış. Yakın tarihimizdeki kültür devriminde çoğu yakılmış, atılmış, yırtılmış, yok olmuş veya edilmiş. Arada bir, bir eskicide, bir sahhafta bulabildiğim, bende nüshası olmayan kitapları almaya gayret ediyorum.

Açık söylemek gerekirse kitaba para yetiştiremiyorum.

Geçim paralarımın çoğunu kitaba, kültüre, geleneksel sanat eşyalarına yatırıyorum.

Türkiye’nin bir varoş, gecekondu, göçebe, bedevî kültürüne sahip olduğu, henüz

Osmanlıca kitapların ciddî ve mükemmel bir kataloğunun yapılamamış olmasından

anlaşılıyor. Millî Eğitim Bakanlığı’nın, Kültür Bakanlığı’nın, üniversitelerimizin dehşetli ve muazzam bütçeleri, yüzbinlerce elemanı ve uzmanı var.Lakin, yekûn sayısının 40 bin civarında olduğu tahmin edilen Osmanlıca kitaplar bir türlü tasnif edilemedi. Bu işi, tek başına merhum

Seyfeddin Özege

bey yaptı

Kendisi Mekteb-i Mülkiye mezunu emekli bir memurdu. Cüz’î geliriyle büyük bir kütüphane kurdu.

Ayrıca fasikül fasikül yayınlamak suretiyle bir kaç ciltlik bir katalog bastırdı.

Yazıhanesi, ekibi falan yoktu. Hiçbir yerden yardım da almadı. Dükkan dükkan dolaşır,

görmediği Osmanlıca kitap ve risalelerin bibliyografik künyelerini tesbit ederdi.

Merhumu rahmet ve minnetle anıyorum. Bir azim, gayret, sabır, himmet, teşebbüs âbidesi idi. Devletimizin, üniversitelerimizin bunca imkanı var, lakin bu işi yapamıyorlar.

Öyle Osmanlıca kitaplar var ki, İstanbul kütüphanelerinde bir nüshasını bulamazsınız.

Ecnebi bir Türkologa Osmanlıca bir kitap lazım olmuş.

Tek nüshası Erzurum’da Seyfeddin Özege kütüphanesindeymiş.

Adamcağız oraya kadar gitmiş, kitabı tedkik etmiş ve sonra dönmüş.

Bendenizde on bin kadar Osmanlıca kitap, dergi, gazete, broşür mevcut.

Yersizlikten ve imkânsızlıktan tasnif edemedim.

Nereye vakfedeceğimi de bilmiyorum.

24 Haziran 2005