Cumartesi

Kudüs’ü Haçlılardan geri alan büyük ve âdil Sultan Selahaddin Eyyubî vefat edince, başveziri Şam sokaklarında dellallar gezdirmiş ve

“Ey ahali bilmiş olunuz ki, Suriye’nin, Mısır’ın, Musul’un, Hicaz’ın hükümdarı olan Selahaddin Eyyubî ölmüştür ve terekesinden cezane masraflarını kaldırmaya yetecek malı ve serveti çıkmamıştır”

diye ilân ettirmiştir.

Selahaddin, Müslümanların yüz akı bir İslâm kahramanı idi.

O’nun aleyhinde bulunan bir tek Haçlı, gayr-i müslim görülmemiştir.

Çünkü o olgun bir mü’min, iyi bir Müslüman,

âdil bir emîrü’l-mü’minîndi.

Nefs-i emmâresine, ihtiraslarına, dünyevî şehvetlerine, mal ve mülk yığma hevesine kapılmamış; var gücüyle Hakk’ın rızası, halkın refah ve emniyeti için çalışıp didinmişti.

Salahının, iyiliklerinin, adaletinin, ihlâs ve istikametinin dünyevî mükafatını da görmüştür.

Sağlığında Hakk Teâlâ O’na büyük bir ülke vermiş,

Kudüs’ün istirdadını

(geri alınmasını)

ve daha nice başka fütuhat nasip etmiştir.

Ölümünden bu yana kaç asır geçmiş olmasına rağmen namı dillerde hürmet ve takdirle anılmakta, başka dinlere ve inançlara mensup kimseler bile ondan sitayişle bahsetmektedir. Allan ona rahmet eylesin ve Müslümanların başına onun gibi reisler ve kaidler geçirsin.

Birinci Haçlı seferinde

Ehl-i Salib ordusu Kudüs’ü aldığı zaman

şehirdeki Müslüman ahaliyi katletmiş,

bir rivayete göre yetmiş bin insan doğranmış

, Mescid-i Aksa avlusundaki Haçlı atlılarının ayakları, dizlerine kadar kana batmıştır.

Selahaddin ise, Kudüs’ü alırken Hıristiyanlardan isteyenlerin şehirde kalabileceklerini, arzu edenlerin ise taşınır mallarını ve servetlerini alarak göçedebileceklerini bildirmiş, zerrece kan dökmemiş, adaletsizlik etmemiş, hukukun izin vermesine rağmen mağlubların mallarını almamış, onları köle olarak kullandırmamış, muharip erkeklerini idam ettirmemiştir.

Haçlı Seferleri esnasında bazı Müslüman atabekler, hükümdarcıklar, prensler çok kötü işler etmişler, kendi şahsî ikbal ve saltanatları için zâlim ve kan dökücü Haçlılarla ittifak etmekten bile utanmamışlardır. O devirde büyük ve üniter bir devletin bulunamaması; Halep’te, Şam’da, Musul’da, başka yerlerde, birbirleriyle çekişip duran devletciklerin bulunması Müslümanların çok acı çekmesine, yurtlarının istilâ edilmesine, Kudüs’ün düşmesine, oluk gibi Müslüman kanı akmasına, şehirlerin harap olmasına, daha bir sürü fitne ve fesadın vücuda gelmesine yol açmıştı. Selahaddin ülkeleri birleştirmiş, Müslümanları rahata kavuşturmuş, hükmettiği yerlerde adaletin ve güvenliğin hakim olmasını sağlamıştır.

Öldüğünde de, terekesinden cenaze masraflarına yetecek bir parası çıkmamıştır.

İslâm tarihinde zaman zaman böyle kahramanlar zuhur etmiştir. 19’uncu asırda Moskoflarla uzun yıllar mücadele etmiş olan büyük mücahid Şeyh Şamil Hazretleri de bu zümre içindedir. Kendisi mükemmel Arapça bilen bir din ve Şeriat âlimi, aynı zamanda Halid-i Bağdadî Hazretleri’nden (Allah yüce sırrını takdis etsin) icazet ve hilâfet almış bir Nakşî şeyhi idi. Allah’ın emri, Peygamber’in sünneti üzere cihad etmiş, kendisinden yüz misli, bin misli büyük bir ordu karşısında uzun yıllar şanla, şerefle İslâm bayrağını dalgalandırmış, zamanında Allah’ın kılıncı olmuş, en sonunda bütün çareler bittikten sonra esir düştüğü zaman düşmanlarının bile takdir ve saygısına mazhar olmuştu. İmamı Şamil Hazretleri dünyalık, para, servet, makam, mevki, riyaset hırsı için çalışmamıştı. Onun gayesi Allah’ın yüce rızasını tahsil etmek, Peygamber’in dua ve şefaatini kazanmak, üzerine düşen vazfeyi yapmaktı. Müslümanlar onu hayır dualarla anıyor, ne mutlu ona.

Cezayirli Emîr Abdülkadir de böyle bir mücahiddi. Din âlimiydi, tarikat şeyhiydi, dünyevî başkandı. O da ihlâs ve istikamet sahibiydi. Bir gün Fransız işgal kuvvetleriyle yaptığı bir savaştan döndüğünde, ailesiyle oturduğu çadırın zemininin kıymetli halılarla döşeli oluğunu görmüş ve “Bunları kadırın” buyurmuştu. O bir Allah eriydi. Lüksten, şatafattan, dünyanın yaldızlı ve göz oyalayıcı oyuncaklarından hoşlanmazdı. Hakikî İslâm kahramanları Peygamber sünnetine sıkı bir şekilde uyarlar.

Müslümanlar ne zaman iyi, âdil, ehliyetli bir reise; âmil âlimlere, kâmil şeyhlere ve mürşidlere, faziletli idarecilere sahip olmuşlarsa izzet ve huzur bulmuşlar; ne zaman da denîlerin ellerine düşmüşlerse zillet ve rezalet içinde sürünmüşlerdir.

Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri

, genç yaşında İstanbul’u aldıktan sonra, şeyhi ve mürşidi

Akşemseddin Hazretleri

‘ne yalvarmış,

“Tahtı ve saltanatı bırakmak, sadece size derviş olmak istiyorum”

demişti. Şeyh hazretleri buna izin vermemiş ve razı olmamış,

“Sizin padişahlık yapmanız, adaletle hükmetmeniz dervişlikten evlâdır”

buyurmuştu.

Trabzon ve civarındaki

Pontus Rum devletini

ortadan kaldırmak için başlattığı seferde iken taşlı ve çok bozuk bir yolda atından inmiş, zahmetle yürürken, o seferde yanında bulunan Uzun Hasan’ın validesi kendilerine,

“Ey oğulcağızım, dünya saltanatı için bunca zahmet ve meşakkat çekilir mi?”

dediğinde,

“Anacığım biz bu zahmetleri ve meşakkatleri dünya saltanatı için değil, Hakk’ın rızasını kazanmak için çekiyoruz”

cevabını vermişlerdi.

Müslüman reislere, âlimlere, mürşidlere, rehberlere dünya serveti toplamak yakışmaz. Servet sahibi olmak isteyenler için ticaret, ziraat, üretim, diğer kazanç yolları açıktır. Bu işlerden helâl ve bereketli kazançlar elde edinilebilir. İlim, irşad, idare gibi hizmetler ticaret vasıtası ve âleti kılınamaz. Bu gibi hizmet erbabının, “Ben hem hizmetlerimi yapar, hem de Karun gibi zengin olur, dünyalık edinirim” demeleri çok yanlıştır. Böyle emîrler, idareciler, alimler, şeyhler

(sahte şeyhler)

Müslümanların zelil olmasına, cihanın harabiyetine, düşman istilâsına, nice kötülüklere ve felâketlere sebebiyet vermişlerdir.

Dünya tarihinde gelip geçmiş, gelecek idareci ve reislerin en üstünü ve kâmili Resulullah Efendimizdir.

O yüce zat dünya malına ve parasına asla talip olmamış ve bunlardan uzak durmuştur. Kendisi ve ailesi çok zaman yiyecek bir şey bulamamış, açlık çekmişler ve daima sabretmişlerdir. Resulullah Efendimiz,

“Bu dünya benim için, bir yolcunun yolda giderken rastlayıp, gölgesinde biraz soluk alıp dinlendiği bir ağaç dibi”

buyurmuşlardır.

Mal ve servet fitnedir.

Para puttur. Dini imanı para olanlardan bu ümmete yarar gelmez. Nefs-i emmarelerine put gibi tapanlar gizli müşriklerdir. Onlar, “

Biz Müslümanları kurtaracağız, bize para verin, bizi alkışlayın, bizi destekleyin”

diyorlar. Müslümanları kurtarmaktan geçtik, onlar bu halleriyle kendilerini bile kurtaramaz.

Hakikî çobanlar sürüyü düşmanlardan ve tehlikelerden korumak için çalışıp didinir.

Hazret-i Ömer, gerçekten âdil ve faziletli bir halife olmasına rağmen ağlar,

“Dicle kenarında bir kurt bir oğlağı kapsa İlâhî adaletin bunu Ömer’den soracağından korkuyorum”

diye göz yaşı dökermiş.

Şimdi nice kurt, çoban kepeneğine bürünmüş oldukları halde Müslümanlara yol göstermekte, sözde onlara riyaset etmektedir. Bunların uğursuz çobanlıkları sürüyü bataklıklara sokmakta, kurtların hücumuna uğratmakta, zelil ü perişan etmektedir. Koyunlar saftır, kurt kepeneğine bürünmüş sahte çobanlara para toplamak için uğraşmakta, onları alkışlamakta, öğmektedir.

Allah’tan niyazımız Müslümanların başına Selahaddin Eyyubî, Şeyh Şamil, Emîr Abdülkadir, Fatih Sultan Mehmed Han gibi reisler ve çobanlar geçirmesidir.

19 Mart 2000