Semâ Bezirgânları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Perşembe
Birkaç hafta önce bir cuma namazını Sultanahmed’in alt tarafındaki Kapıağası Camii’nde kılmıştım. Namazdan sonra merhum gazeteci dostumuz ve arkadaşımız Refik Özdek beyin akrabası olan bir bey ile biraz sohbet ettik. Turist gezdiriyormuş. Konya’da ve başka yerlerde Mevlana törenlerine katılan bazı Amerikalı turistler, bu törenlerin bir kısmında, seyircilerden para alınmasını çok yadırgıyor ve ayıplıyormuş. “Bunlar dinî, mistik merasimlerdir, nasıl olur da ticarete, paraya âlet edilir…” şeklinde üzüntü ve teessüflerini beyan ediyorlarmış.
Geçtiğimiz günlerde bu yaranın üzerine Hürriyet gazetesi parmak bastı. Gerçekten, şu çivisi çıkmış Türkiye’de semâ ayinleri de paraya, ticarete, şahsî menfaate âlet edilir olmuştur. Bu konuda insanı kahreden haberler var:
– Filan yerde, rakı içen bir Demci Dede, kadın erkek semazenleri birlikte döndürüyormuş…
– Falan gurup ar ve hayâ şişesini taşa çalmış ve Hazret-i Mevlânâ’nın ismini, Mevleviliği, semayı kâr ve kisb vasıtası etmiş, darphâne gibi para kesiyormuş…
Yıllardan beri Mevlevilik kültürüne hizmet veren Nezih Uzel bey dostumuz Hürriyet’te çok ağır konuştu ve bir kısım semâ bezirgânlarının ayaklarını meyhâneden ve kerhâneden kesemediğini açıkça söyledi.
Mevlânâ kimdir? O, öncelikle ozan mozan, filozof milozof, düşünür müşünür değil; sünnî bir İslâm büyüğüdür. Bütün hayatı boyunca taharetli olmuş, beş vakit namazı kılmış, ayrıca geceleri sabahlara kadar ağlayarak nafile ve teheccüd namazlarını eda etmiş. Nice günler oruç tutmuş; dünya mallarına arka çevirmiş; gönlü Allah sevgisi, Allah korkusu, Allah zikri ile dolu bir veli zattır. Böyle bir büyük şahsiyet nasıl olur da namazsız, niyazsız, ibadetsiz, sarhoş adamlar tarafından istismar edilir?
Merhum Tâhirü’l-Mevlevî (Tahir Olgun) âbidevî bir eser olan Mesnevî şerhinde birtakım Bektaşî Mevlevilerden bahseder. Hakikî, Sünnî, ciddî, âbid Bektaşileri tenzih ederek konuşuyorum; maalesef bir zamandan beri birtakım gulat-ı Bektaşiyân Mevlevî postuna bürünerek bin türlü günah işlemektedir.
Allah dostlarıyla şaka olmaz! Böyle adamlar er veya geç gazab-ı ilahîye uğrayacaklar, fena ve feci şekilde çarpılacaklardır. Nezih bey, sema törenlerine demli, sarhoş, rakı içmiş vaziyette çıkan birtakım sahte şeyhlerden bahsediyor. Bu ne üzücü bir haldir.
Yetmiş beş yıldan beri tekkeler, dergâhlar, zâviyeler kapalı; tasavvufî faaliyetler, zikirler, semalar yasak. Sonunda olacağı buydu. Eskiden Osmanlı devleti zamanında Meşihat-i İslâmiye’ye (Şeyhülislâmlık makamına) bağlı bir “Meclis-i Meşayih” dairesi vardı. Bunlar tekkeleri, dergâhları zaviyeleri, şeyhleri kontrol ediyorlardı. Dine ve Ehl-i Sünnet’e aykırı bir davranış olursa hemen el koyarlardı. Artık yetmişbeş yıldan beri böyle bir kontrol yoktur.
Tekkeler kapatıldı da tasavvufî faaliyetler önlenebildi mi? Böyle bir engelleme mümkün bir şey değildir. Çünkü tasavvuf gönülde, kalpte olan bir şeydir ve hiçbir yasak kalplere giremez.
Birkaç yıl önce ziyaretime gelen bir Fransız gazetecisi şöyle konuştu:
“Şu Türkiye ne acayip memleket! Hem tekkeler kapalı, tasavvuf yasak, tarikatler yasak, hem de başbakana, bakanlara, nice büyük adama kadar herkes bir yere intisaplı…”
Efendiler! Atatürk’ün 1935’te kapattırdığı Farmason locaları, onun ölümünden sonra Millî Şef İsmet Paşa zamanında tekrar açıldı. Tarikatlar ve tekkeler ise hâlâ kapalıdır. Artık, bu yasağın kalkması gerekir. Adalet ve insaf sahibi laik, çağdaş, ilerici aydınlara sesleniyorum. Dünyanın hangi demokrat ve medenî ülkesinde böyle bir yasak vardır?
Biz Türkler, Müslümanlar bu topraklarda Türk ve Müslüman olarak var isek bunu tarikatlara, İslâm tasavvufuna borçluyuz. Bu topraklar sadece kılıç gücüyle, harple, darple fethedilmemiştir. Asıl fetih, gönül ve maneviyat fâtihleri tarafından yapılmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir real-politik icabı tarikatlar yasaklanmış, tekkeler kapatılmış olabilir. Bu yasak Kıyamet’e kadar sürecek midir?
Pozitivist, rasyonalist (akıllı değil, akılcı) materyalistler bana şöyle diyebilirler: Tarikatların ve tekkelerin kapatılması bir inkılaptır, kesinlikle değiştirilemez… Ben de onlara şu cevabı veririm:
– Mason localarının kapatılması da bir inkalıptı, bir devrimdi. Onu nasıl değiştirdiler?
– 1950’ye kadar Ezan-ı Muhammedî’nin aslî şekliyle okunması yasaktı. Demokrat Parti iktidar olunca o yasağı kaldırmıştır…
Bütün hür, demokrat, medenî, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş. İnsan haklarına saygılı ve bağlı ülkelerde Müslümanların tarikat kurması, zikir yapması, tasavvufî faaliyette bulunması,dergâh açması, o dergahın başına bir şeyh getirmesi serbesttir. Amerika’daki nice tarikatin internet siteleri vardır, ilgilenenler onlara bakabilir, faaliyetleri hakkında fikir edinebilir.
Yeryüzünde Müslüman bulundukça zikrullah yapılacaktır. Tekkeler kapatılsa bile şu yeryüzü bir mescid, şu gökkubbe bir tavandır, ehl-i iman, ehl-i tevhid, ehl-i kıble her yerde ibadet, taat, zikir ile meşgul olabilir. Bizim dinimizde Katolik dininde olduğu gibi, ibadet edebilmek için bir mekânın kilise tarafından takdis edilmesi gerekmez.
Din istismarının, tasavvuf sömürüsünün, semâ bezirganlığının önüne geçebilmenin birinci çaresi Müslümanlara dinî teşkilat kurma hürriyeti ve imkânı verilmesidir. Laik devlet din işlerini bizzat idare edemez. Din işleri, tasavvuf ve tarikat işleri; üniversiteler gibi özerk olmalıdır. İslâmî makamlar, dinî ve tasavvufî faaliyetleri, din ve Şeriat hükümlerine göre kontrol etmelidir. Aksi taktirde bir sürü kötülük yapılacak, din ve tasavvuf istismar edilecek; bu fenalıkların zararı da Türkiye’ye olacaktır. 27 Aralık 2002