Şeriat
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 21 Aralık 2018
Beş yıl kadar önceydi, büyük bir tv’nin açık oturum programına davet edilmiştim. Televizyoncular öyle programlara zıt fikirli kimseleri davet ederler, tartışma ve kavga çıksın, reyting patlaması olsun diye. Bendeniz şahsen saldırganlıktan hoşlanmam ve yapmam… Her neyse, davetliler içinde Ergenekon bir hanım profesör de vardı. Reklâmlar için oturuma ara verilmişti, sohbet ediyorduk, hanım profesör “Ben de Müslümanım ama Şeriatı istemiyorum…” dediydi.
Onun kültürü Şeriatın ne olduğunu bilmeye yeterliydi ve o çok saçma ve çelişkili bir laf etmişti.
Açın ciddî sözlükleri, Şeriatın manasına bakın. Şeriat Kur’ândan ve Sünnetten çıkartılmış dinî hükümlerin topuna verilen isimdir. Namaz şeriattır, oruç, zekât, hac şeriattır. İslâm dininin ve şeriatın hükümleri başlıca şu fasıllara ayrılır:
Bu hükümlerin hepsi de müctehid alimler, fıkıhçılar tarafından Kur’ân-ı Kerîmden, Peygamber efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetinden ictihad yoluyla çıkartılmıştır.
Gerçek başkentimiz İstanbul’da tarih boyunca
yapılmıştır.
Ahmed Cevdet Paşa bu ikinci kanunun birincisinden çok üstün olduğunu yazar.
Mecelle şeriata dayalı bir kanundur. Başında yüz maddelik bir
(temel prensipler) kısmı bulunmaktadır.
benim elimden gelse bütün liselerde bu Kavaid-i Külliyeyi ders olarak ehliyetli öğretmenler vasıtasıyla okuttururum.
Ben Müslümanım deyip de şeriata karşı olmak din ile, iman ile, dindarlık ile bağdaşmaz.
bu ülkede dinsiz Müslümanlar değil,
çıkartmıştır.
Bunu bir Hıristiyan olan
(Osmanlı devletinde Hariciye Nazırlığını yapmıştır) bile kabul ediyor. (İslâm Hukuku Nazariyatı Üzerine bir Etüd adlı Fransızca kitabında Diyanet bu kitabı 1950’lerde tercüme ettirip bastırmıştı ama şimdi nedense yayınlamıyor…)
Zamanımızda bir kısım reformcu, değişimci, yenilikçi ilâhiyatçılar Kur’ân, Sünnet ve Şeriat hükümlerinin bir kısmının bugün geçerli olmadığını,
iddia ediyor.
Osmanlı devleti Şeriata dayalı bir devletti. Tarihte onun ayarında bir devlet daha vardır. Roma imparatorluğu.
Cumhuriyet devrinde telif edilmiş, şeriat yani İslâm hukuku ile ilgili en büyük ve en değerli kitap
(ilk baskısı altı cilttir)
adlı muhalled (kalıcı) eserdir.Bu kitabın birinci baskısı İstanbul Üniversitesi tarafından yapılmış ve başına rektör Ord.Prof. Sıddık Sami Onar ile Prof. Hüseyin Nail Kubalı ve Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu tarafından birer önsöz yazılmıştır.
Sıddık Sami bu önsözünde “Geleceğin kanun vâzıları (kanun yapanlar) hazırlayacakları kanunları bu kitaptan çıkartacaklardır” diye yazmıştır.
Şeriat hukuku, fıkıh ilmi bir bahr-i bî-pâyandır.
Sıddık Sami dindar değildi, belki Müslümanlığı bile şüpheliydi ama gerçeği itiraf etmiştir, çünkü o büyük bir hukukçu idi.
Şeriatın yanında beşerî hukuklar, Bahr-i Muhit’in yanında küçük bir göl gibi kalır.
DAR ve zor yolu seçeceksin. Çilesiz kurtuluş olmaz. Yükseklere doğru yürüyeceksin. Sakın dünyayı yüklenme, dar patikalardan tırmanamazsın.
Gevşeme, gaflete düşme, oyalanıp durma.
Tayınına razı ol. Dar yolda mükellef ziyafet olmaz. Biraz ekmek, biraz peynir ve bir desti su neyine yetmez. Yarısını altına, yarısını üstüne sereceğin bir çuldan fazlası gerekmez.
Geniş yoldan inme. O yol aslında çıkmaz sokaktır.
İhtiyaçlarını çoğaltma.
Lüks ve pahalı binitler dar yolda ilerleyemez.
Yükseldikçe semayı daha iyi göreceksin, ufuklar açılacak önünde. Göklere bak, orada sana ötelerden gönderilmiş bir mektup göreceksin, onu oku. Aşağıdan okuyamazsın onu.
Hafifü’l-haz ol.
Ey deveci!.. Bunca yüklü deveyi o dar yoldan nasıl geçireceksin?
Aşağıdaki ovadaki hırgüre ve şamataya bak, tebessüm et.
Yükseklerde para gerekmez, cebindeki son mangırları alçaklara doğru at.
Aşağıdan sesler geliyor. Mecnunlar binlik tesbihlerle zeheb zeheb zeheb çekiyor. Elf zeheb… Elf kere elf zeheb…Zeheb zeheb zeheb.
Şen, şakrak, şuh kahkaha sesleri duyacaksın. Bunlar dünya mecnunlarının kahkahalarıdır.
Onlar geniş yollardan geniş ve düz ovalara indiler ve dünya nimetlerine nail oldular. Helâl haram ayırt etmediler. Altın ve gümüşü yığdılar, yığdılar. Baksana nasıl yiyorlar? Yedi mideyle…
Ovanın geniş yollarında muhteşem dabbeler uçar gibi gidiyor. Dabbelerde mağrur ve kibirli kesan. Meskenler ne kadar müzeyyen ve şaşaalı. Hela ve banyo muslukları altın kaplı. Firavun’un debdebesi bunlarınkinin yanında sönük kalır. Yiyin, gezin tozun, zemini titretircesine yürüyün ey topraktan yaratılmış ve toprağa dönecek fâniler.
Ovada ne kadar çok sarhoş var… İçki sarhoşu, mal ve zenginlik sarhoşu, riyaset sarhoşu, gurur sarhoşu, ün ve alkış sarhoşu…
Zengin cenazeleri toprağa verilir verilmez miras kavgaları başlıyor.
Zenginler gülüyor, fakirler ağlıyor.
Altın sesi, kadın sesi, kadeh çınlamaları. Ye ye ye, iç iç iç…
Dar yollardan ulaşılan yükseklerde bunlar yok.
Kemik yok, köpek yok, müzeyyen hane yok, altın gümüş yok.
Hırgür yok, kavga yok…
Dünya ovası iki padişaha dar gelmiş, yukarıda kırk derviş bir kilime sığmış.
Sonsuzluğa giden dar yol… 30 Mayıs 2010