Sersemletilen Yığınlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Çarşamba
Halk yığınları kasıtlı ve maksatlı olarak mı sersemletildi, aptallaştırıldı, şaşkın hale getirildi; yoksa bugünkü zekâ özürlülüğü istenmeden, farkında olmadan, kötü bir niyet bulunmadan mı meydana gelmiştir. Bu konuda ben birinci tezin doğru olduğunu iddia ediyorum. Evet, yeni nesillerimiz, halk yığınlarımız kasıtlı olarak kültür ve zekâ bakımından bozulmuştur.
Bir ülkedeki bütün nüfusun âlim, fazıl, bilgili, kültürlü olması, yüksek mâlumata sahip olması gerekmez. Yeterli sayıda vasıflı insan olursa devlet, millet, ülke işleri yürür. Olmazsa bir yığın bozukluk olur, toplum dağılır, çürür, sonunda vahim krizler meydana çıkar.
Dışımızdaki düşman güçler ve onların içimizdeki yardakçıları on milyonlarca Türkiye’linin sersemletilmesi, afyonlanması, zekasını işletemez hale gelmesi için yıllardan beri şeytanca çalışmışlardır.
Toplumu bozan büyük güçlerden biri büyük medya, diğeri bozuk ve vasıfsız eğitim sistemidir.
Şer güçleri bu ülkede nice zamandan beri, toplumun temel yapısı ve çekirdeği olan aile müessesesini çürütmek, yıkmak için çalışıyor.
Türkiye’yi ayakta tutan, Türkiye’deki çeşitlilikleri bir çimento gibi birleştiren İslâm dini de bazı düşman güçler tarafından saldırıya uğramış, zayıflatılmıştır.
Büyük gazeteler, büyük televizyonlar yıllardan beri lüks, israf, aşırı tüketim, zevk ü sefa, içki, fuhuş propagandası yapıyor.
On milyonlarca halka sen de tüket, sen de ye iç eğlen, sen de gez toz, sen de başka milletler gibi bol para harca deniliyor. Ancak, madalyonun öteki tarafı unutuluyor. Çok harcamak, çok tüketmek, lüks bir hayat sürmek için çok çalışmak, çok kazanmak gerekir. Türkiye, çok çalışıp, çok üretip, çok kazanmadan çok tüketmek istediği için bugünkü büyük krize, vahim iflasa sürüklenmiştir.
Nüfus ve yüzölçümü bakımından çok büyük bir ülkeyiz. Maddî imkânlarımız da çok, lakin yıllık gelirimiz 185 milyar dolar, fert başına düşen para da yılda iki bin küsur dolar. Daha düne kadar Rus emperyalizminin pençesinde inleyen Balkan komşularımız bile bizden daha zengindir. Bizi bugünkü âciz, fakir, müflis hale hangi hain ve beyinsizler getirmiştir?
Komşularımızda buğday ekiliyor da bizde niçin kendimize yetecek kadar ekilmiyor, üretilmiyor? Komşularımızda hayvancılık yapılıyor da, bizde hayvancılık niçin ve nasıl öldürülmüştür?
Yirmi sekiz yıl önce Kıbrıs’ı aldık, Türkleri yok olmaktan kurtardık. Sonunda ne oldu? Rum bölgesi zenginleşti, kalkındı; Türk bölgesi iktisadî bakımdan çöktü. Birkaç yıl önce Kıbrıs Türk bölgesine gitmiştim. Portakal ve meyve bahçeleri bakımsızdı. Sebzecilik yapılmıyordu. Rumların çalıştırdıkları bakır madeni terk edilmişti. Rumlardan kalan büyük turistik oteller çürümeye, çökmeye mahkum edilmişti. Lefkoşe’nin Türk bölgesinde hareketsizlik, cansızlık görülürken; yüksek bir binanın tepesinden bakıldığında Rum bölgesinin hareket ve faaliyet içinde olduğu görülüyordu. Hayat bir yarışma ve mücadele değil midir? Rum bölgesi kalkınır, zenginleşir, çalışırken Türk bölgesi niçin geri kalmış, fakirleşmişti? Türkiye’de ve Kıbrıs’ta birtakım adamlar ve kadrolar bu sorunun cevabını vermekle mükelleftir.
Kıbrıs Türk bölümü her hususta Rum bölgesinin gerisindeymiş ama bir konuda, bir hususta ondan çok ileriymiş. O da cep telefonuymuş. Ah bizde güçlü sosyologlar, antropologlar olacak ki, cep telefonu ve benzeri medeniyet oyuncakları konusunda ciddî kitaplar yazsınlar, geri zekalılığı rezil ü rüsvay edip yerin dibine batırsınlar. Japonya’da, GüneyKore’de, Taiwan’da bizdeki gibi yaygın, lüks, israf, saçıp savurma, caka satma, gurur kibir, şatafat merakı ve ibtilası olsaydı o ülkeler bugünkü kalkınmış dereceye yükselebilirler miydi?
Japonya’nın büyük otomobil patronlarından Toyota Firması sahibi zat Tokyo’da, yüz metre karenin altında küçük bir dairede oturuyormuş. Bizdeki çürük çarık, montaj, geri teknolojili, taklit otomobilleri üreten patronlar ise saraylarda, Boğaza nâzir şahane köşklerde, Petrodolar arablarınkini aratmayan lüks ve ihtişamlı meskenlerde oturuyor. Bizi bu lüks, israf, caka, gösteriş bu hale getirdi.
Aydın ne demektir? İlimle, irfanla, kültürle, ahlâkla, faziletle, vatanseverlikle, insanlara yardımcı olmak aşk ve şevkiyle nurlanmış kişi demek değil midir? Bizim aydınlarımız bunca bozukluk, çürüme, tahrip, kriz karşısında ne yapıyorlar? Acaba Türkiye’de gerçek mânâda aydın yok mu?
İkinci Meşrutiyet devrinde Batı’ya dönük, aydınlık felsefesini benimsemiş zümrenin idealize ettiği tip Tevfik Fikret’ti. Fikret oğlunu okuyup yetişmesi için Amerika’ya göndermiş, onun için “… bize kucak kucak nur getir” diye şiirler yazmıştı. Sonunda ne oldu? Haluk orada Hıristiyan papazı oldu ve bir daha Türkiye’ye dönmedi.
Sovyetler Birliği batıncaya, Marksizm iflas edinceye kadar Türkiye okumuşlarının büyük kısmı Marksist-Leninistti. Ülkemizi, halkımızı, devletimizi o ideolojinin kurtaracağını, yücelteceğini sanıyorlardı. Marksist sistem çöktükten sonra bu zümre eski günahlarına ve hatâlarına tevbe etmedi, bukalemun gibi renk değiştirdi; demokrat, laik, seküler, çağdaş oldu. Eskiden Marksizm adına İslâm’la, Müslümanlarla mücadele ediyorlardı. Dönüş yaptıktan sonra demokrasi, laiklik, çağdaşlık adına. Değişen fazla bir şey yoktur. Türkiye’yi bu kafalar mı yüceltecektir?
Sürü sepet aydın geçinenlere, aydıncıklara, aydın karikatürlerine ve müsveddelerine bakıp da Türkiye’de yeterli sayıda aydın bulunduğunu sanmayınız. Gerçek aydın o kimsedir ki, kendisi ateist bile olsa bu halkın, bu ülkenin, bu tarihin dinine, mukaddesatına, kimliğine savaş ilan etmez ve saldırmaz. Gerçek aydın kötülüklere karşı mutlaka muhalefet eder, gerçek aydın, on milyonlarca halk fakr u zaruret içinde inlerken kara para babalarından onbinlerce dolar aylık alarak onlara şakşakçılık yapmaz.
Maalesef Müslüman kesimde de aydın kıtlığı vardır. Bundan bir çeyrek asır önce bu ülkede birtakım hızlı, esip tozan, kasıp kavuran radikal İslâmcılar vardı. Ne oldu onlar? Aradan geçen zaman içinde onların da bir kısmı sebeplendi, zenginleşti, semirdi ve sahneden çekildi. Gerçek aydın ve olgun Müslüman olsalardı, böyle mi yaparlardı? 19 Aralık 2002