11 Kasım 1998 Çarşamba günlü yazı çıkmamıştır..

 

“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” deniliyor. Bu söz doğrudur. Çünkü gerçek şeyh rehberdir, kılavuzdur, yol göstericidir, mürşiddir. Böyle bir kişi zâhir ve bâtın işlerinde Peygamber aleyhissalatü vesselamın bu devirdeki vekili ve halifesi durumundadır. Kendisine tâbi olanı doğru yolda yürütmeye çalışır; onun dünya ve âhiretinin mâmur olması için himmet ve gayret gösterir.

Ancak, şeyh sanarak gerçekte şeyh olmayan bir kişinin peşine düşen de farkına varmadan şeytanın kılavuzluğunu kabul etmiş olur.

Gerçek şeyhin özellikleri nelerdir?

O, Kitabullah’a, Şeriat’a, Peygamber’in sünnetine, bağlıdır. İhlaslı ve müstaqim bir Müslümandır. İcâzeti ve ehliyeti vardır. Ucu Resûllerin seyyidi olan Efendimize kadar ulaşan bir silsilenin bugünkü halkasıdır. Beş vakit namazı kılar, mâruf ile emreder, münkerden alıkoymaya çalışır.

Şeriat’tan ayrılan kişi şeyh olamaz.

Her devirde olduğu gibi zamanımızda da, şeyh kılığında birtakım müteşeyyihler (şeyh taslakları) zuhur etmiştir. Bunları şeyh sanıp da bağlananlar hapı yutar. Çünkü bu kişiler bağlılarını kaz gibi yolar, inek gibi sağar. Onları aldatır, oyalar, afyonlar, zarara ve ziyana uğratır.

Hakikî bir şeyhe bağlanmak büyük bir saâdettir. Yalancı bir şeyhe bağlanmak ise azim bir felâkettir. Bir şeyh bulup ona bağlanmak, onun terbiyesi dairesine girmek bir nasip meselesidir. Hakikî şeyhler mukaddesat vergisi toplamaz. Onlar, Peygamber Efendimiz

(Salat ve selam olsun ona)

ve geçmiş asırlarda yaşamış sâlih selefler gibi dünya zenginliklerinden, maddeden uzak dururlar. Peşlerine düşen insanlardan para sızdırmazlar.

Geçen yüzyıllarda yaşamış tarikat uluları, pîrler Rahman’ın veli kullarıydı. Menkabe kitaplarında bunların hizmetleri, himmetleri, kerametleri, yüksek ahlâkları, faziletleri, dindarlıkları yazılıdır. Sahte ve yalancı şeyh taslakları ise şeytanın velileridir.

İslâm tarihinde birtakım sapık şahıslar ve fırkalar tarikatı, tasavvufu, evliyayı, şeyhleri, mürşidleri inkâr etmişlerdir. Bu bir aşırılıktır. Bir Arap ülkesinde, kutsal bir şehirde basılmış bir ilmihal kitabında şöyle yazılıydı:

“Soru: Veli kaç türlüdür? Cevap: İki türlüdür, Rahman’ın evliyası, şeytanın evliyası. Soru: Tarikat ve tasavvuf velileri hangi türdendir?

Cevap: Onlar şeytanın evliyasıdır!”

Ne kadar insafsızca, ölçüsüz ve haksız bir hükümdür bu.

Ben, evliyaullah için böyle galiz konuşan bozuk mezheblilerin kendi kralları için

“Celâletü’l-Melik el-Muazzam…”

dediklerini ve yazdıklarını biliyorum.

Celâlet… Melik… Azamet…

Bunlar Hak Teâlâya mahsus isim ve sıfatlardır.

Hükümdarlarına böyle hitap eden sığ fikirliler, Allah dostları büyük Müslümanlara ne galiz şekilde hakaret ediyorlar.

Maalesef İslâm dünyasında böyle ifrata ve tefrite kaçmalar olmuştur, olmaktadır.

Bazı tasavvuf ve tarikat mensupları da, kendi şeyhlerini haddinden fazla yükseltiyor. Peygamber’in adı anılınca alçak sesle

“hû”

diyenler, kendi şeyhleri ve pirleri zikredilince pek yüksek sesle hû demektedir. Tıpkı

bir takım şiilerin Hazret-i Ali’yi Peygamber’den üstün, Hazret-i Hüseyin’i de Hazret-i Ali’den üstün görmeleri ve daha fazla sevmeleri gibi.

Şeyhler de birer insandır. Onlardan da günah sadır olabilir. Peygamberler gibi ismet

(günahtan korunmuş olma)

sıfatına sahip değillerdir.

Şeyhler her şeyi bilmez.

Allah’ın kendilerine verdiği bilgi, keşif, keramet kadar bilirler, ötesini bilmezler.

Zamanımızda tarikatların kapatılması yüzünden hakikî mürid ve derviş de kalmamış gibidir. Öyle adamlar görüyorum ki, kendilerini derviş sanıyor, tafralarından yanlarından geçilmiyor. Halbuki her türlü noksanlık onlarda var.

Gurur, kibir, kendini beğenmişlik, nefs-i emmâresine uyma, gıybet, çok konuşma, çok yeme, çok uyuma ve daha nice yamuk işler.

Böyle dervişlik olur mu? Yunus Emre, “Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir” demiş.

Çağdaş, dinden uzaklaşmış, câhil kalmış kesim, kötü ve sahte şeyhlere bakarak, İslâm, tarikat, Şeriat konusunda kötü intibalar ediniyor. Yalancı şeyhlerin dine verdiği zararı kâfir veremez.

Bu devirde hakikî şeyh var mıdır? Elbette vardır. Dünya, böyle muhterem ve hayırlı kimselerden hiçbir zaman hâlî (boş) kalmaz. Ancak böyle şeyhler kendi reklamlarını yapmaz, farfaracılık ve demagojiden uzak dururlar. Onlar ün, alkış, halkın rağbeti gibi şeyleri sevmez ve bunlara talip olmazlar. Onların katında övgülerle yergiler birdir. Allah’a yöneliktirler.

Hakikî şeyhler din istismarından ateşten kaçtıkları gibi kaçarlar. Günlük siyaset çalkantılarına bulaşmaz; holding sahibi, anonim şirket müdürü gibi ticaret, para işleriyle uğraşmaz. Velhasıl, gerçek şeyh bulunursa onu sevmek, nasihatini dinlemek gerekir. Sahte şeyhlerden de bucak bucak kaçmak icab eder.

Yazıklar Olsun!

Hali, vakti, geliri, serveti müsait olmak şartıyla okumuş, kültürlü, yüksek tabakadan, yüksek tahsilli, önder ve lider mevkiinde bulunan ileri gelen Müslüman şahsiyetlerin kaliteli özel kütüphâneleri bulunması gerekir. Bu gibi kişiler yeni neşriyatı takip etmek, her ay kaliteli kitapların bazısını satın almak, şahsî kütüphânesine koyacağı eserlerin bazısının ciltlerini bu konuda usta olan kimselere iyi malzeme ile ciltlettirmekle mükelleftir.

Meselâ zengin ve okumuş aydın bir Müslüman her ay yirmi otuz kitap almalıdır. Bunların on kadarına maroken

(kaliteli deri)

cilt yaptırmalıdır. Ciltlerin yan kağıtları ebrulu olmalıdır.

Önemli Müslüman şahsiyetlerin ve aydınların özel kütüphanelerinde sanata, kültüre, mimarlığa dair Türkçe ve yabancı dillerde renkli, lüks kitaplar mevcut olmalıdır. Böyle kitapların fiyatı ucuz değildir. Yüksek tabakadan, serveti olan bir Müslüman bir kitaba elli milyon, yüz milyon vermekten çekinmemelidir.

Ben, maddî imkânı ve geliri yeterli olduğu halde kitap almayan, kütüphâne sahibi olmayan, kitap okumayan, kitabı sevmeyen, kitaplarla haşir neşir olmayan, kitaba önem vermeyen birtakım küçük büyük adamlara yazıklar olsun diyorum. 12 Kasım 1998 Perşembe