Şeyler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Pazar
filminde, ülkemizin tanınmış bir
ailesine mensub bir hanım şöyle diyor: “Ahiret var mı, cennet ve cehennem var mı?.. Bilmiyorum, bu konuda bir inancım yoktur.”
Bir insanda ahiret, hesap, kitap, cennet cehennem inancı olmazsa tamamıyla dünyaya, dünya hayatına, dünya menfaatlerine, dünya zevklerine dönük olur.
Şeylerin hepsinin ahiret konusunda inançsız olduklarını söyleyemem, onların da kendilerine göre bir dinleri vardır, içlerinde ahirete, dünya hayatında yaptıklarından dolayı hesap vereceğine, iyilerin cennete, kötülerin cehenneme konulacağına inananları bulunabilir.
Şeyler Müslümanları ve Türkleri sevmezler. Müslüman görünürler, Türk görünürler, o kadar.
Onların temel ilkelerinden biri şudur:
Zahiren (dıştan) benzer görünürler, fakat içten benzemezler.
Bir kısım Müslümanları ve Türkleri kendilerine benzetmekte gerçekten çok başarılı olmuşlardır.
Onların hayat felsefelerinin birinci maddesi, mümkün olduğu kadar fazla ranta, kazanca, servete, zenginliğe sahip olmaktır. Bu mal ve zenginlikler lüks, konforlu, zevkli, sefalı, kendilerine göre iyi bir hayat sürmektir. Bir insan ne kadar dünyalık edinmişse, ne kadar zengin olmuşsa, ne kadar “iyi” yaşıyorsa Allah onu, o nisbette mükafatlandırmış demektir.
Peki bu rantlar, bu gelirler, bu zenginlikler hep dürüstlükle, doğrulukla, ahlâka uygun olarak, meşru şekilde mi elde edilmelidir? Bu hususta pek ince düşünmezler. Bu mülk onların babalarının çiftliği, atalarının mandırası gibidir, istedikleri gibi yiyebilirler.
Şeylerin zâhirî Türklükleri, Müslümanlıkları hepsinde aynı değildir. Bazıları Türkçülüğün, milliyetçiliğin fikir babalığını, bayraktarlığını, önderliğini bile yapmıştır. Bazıları ise, Türk görünerek Türkçülük düşmanlığı yapabilir.
Onların bir kısmı “bir ayaklarıyla Yakubîlik dairesine, öteki ayaklarıyla İsmailîlik dairesine bastıklarına” inanır, içlerinde Cuma’ya giden, oruç tutan, haccedenler bile vardır. Ancak bu Müslümanlıkları tek ayaklıdır; iki ayakları da İslâm’da değildir.
Şeyleri anlamak o kadar kolay ve basit bir iş değildir. Bu konuda büyük tarihçilerden, büyük fikir adamlarından, büyük sosyologlardan, büyük araştırmacılardan ders alınmalıdır ki, birazcık anlaşılabilsin. Onlar sır içinde sırdırlar.
Kesinlikle homojen bir yapıya sahip değildirler. Kendi aralarında büyük ailelere, kabilelere, mezheblere ayrılmışlardır, bunların bazısı birbirinden kopuktur, hatta aralarında düşmanlık ve şiddetli anlaşmazlık olanlar da vardır.
Şeylerin içinde bir tane çoban, bahçıvan, işportacı, küçük esnaf, simitçi bulamazsınız. Ellerinden geldiği kadar çocuklarını ülkenin ve dünyanın en parlak okul ve üniversitelerinde okutmuşlar; yabancı dillerle, kültürle, çeşit çeşit hünerlerle güçlü ve üstün kılmışlardır. Böylece ülke çapında köşe başlarını, stratejik mevkileri, önemli makam ve kurumları işgal etmişlerdir.
Ancak bu demek değildir ki, bulundukları makam ve mevkilerde sadece kendi liyakatleri, ehliyetleri ve hak edişleri ile bulunmaktadırlar. Birbirlerini tutarlar, o vazifeye Türklerden ve Müslümanlardan daha ehil ve daha layık biri olsa bile ona verdirmezler, kendilerinden olanları, yani Şey olanı getirirler,
Ülkenin en yağlı rant kemiklerini Şeyler yer; orta veya az yağlı küçük kemikler de
bırakılmıştır. Bu da, bir sistemdir, bir felsefedir.
Şeylerin bir kısmı cennete, cehenneme, ahirette verilecek hesaba iman etmez ama onların dünyada yalancı cennetleri, yalancı cehennemleri, gayr-i adil hesap kitapları vardır.
Gerekirse hoşlarına gitmeyenleri, kendilerini rahatsız edenleri, saltanat ve hakimiyetlerini sarsmaya çalışanları dünya cehennemlerine atarlar. Bu konuda gayet insafsızdırlar, hiç merhametleri yoktur.
O kadar cin fikirli, tedbirli, tedariklidirler ki,
düşüncesiyle, İslâm’ın en yüce makamına kendilerinden, bir ayağı Yakubîlikte, bir ayağı İsmailîlikte bir Emir’ül-müminin adayını hazır bekletirler.
Peki, çoğunluğu teşkil eden Türkler ve Müslümanlar Şeylerin hakimiyetinden, hegemonyasından, kolonyalist sisteminden kurtulabilirler mi? Böyle bir kurtuluş nazarî (teorik) olarak mümkündür. Lakin bugünkü şartlar altında, pratikte mümkün değildir. Bu konu çok su kaldıran bir hamurdur, bu sütunlarda açıklanamaz. Hürriyet ve bağımsızlık liyakat isteyen iki büyük değerdir. Layık değilsen, ehil değilsen hür ve bağımsız olamazsın. Kuru şikayetlerle, ağlamakla, inlemekle,
demekle zincirleri kopartmak mümkün değildir. Hür ve bağımsız mı olmak istiyorsun? O halde bilgi ve kültür konusunda sen onlardan daha yüksekte ve daha güçlü olacaksın, çünkü bilgi kuvvettir. Sadece bilgi ve kültür de yetişmez. Ahlâk ve fazilette üstün olacaksın. Şeylere benzemeyeceksin. Sanatta, estetikte, güzellikte, insanlıkta vasıflı, güçlü ve üstün olacaksın.
Bunu da unutmayalım. Oğuz Türklerinin ne suçu, ne kabahati var ki, böyle bir yasağa, ambargoya çarpılmışlardır? Böyle bir protokol eşitlik prensibine aykırı değil midir? 26 Temmuz 2004