Cuma

 

Bazı partilerde milletvekili adayları tesbit edilirken büyük gürültülere, çatışmalara, kızılca kıyamete, hattâ silahların çekilmesi ve patlaması gibi olaylara hazır olmalıyız. İsviçre’deki, İngiltere’deki, Norveç veya Almanya’daki siyaset ile bizdeki siyaset arasında dağlar kadar fark bulunmaktadır. Bizde siyasî sahada arivizm genelleşmiştir, birtakım arivistler (ikbal avcıları) ortalıkta cirit atmaktadır.

Geçen seçimlerden biliyoruz. Birisi milletvekili olmak için trilyonlar harcıyor. Dört yılda alacağı maaşlar ve yolluklar bu masrafı karşılamaz. Adama sorarsanız “Benim içim millet, memleket ve devlete hizmet için cayır cayır yanıyor da onun için işimi gücümü bırakıp vekil olmak istiyorum…” gibisinden edebiyat yapıyor. Onun haline, mazisine, sabıkalarına, ahlâk ve karakterine bakıyorsunuz; hiç de hizmet edecek bir yapıya sahip değildir. O halde amacı nedir? Rant yemektir rant!..

Demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün gerçekten hâkim ve mevcut olduğu medenî, dengeli, sağlıklı ülkelerde nüfuz ticareti, rant yemek, yolsuzluk yok mu? Olmaz olur mu? Bu gibi suçlar -fahişelik gibi- insanlığın en kadim mesleklerindendir. Lakin oralarda böyle şeyler marjinal kalmakta, limitini aşmamaktadır. Bizde ise rantçılık, kokuşma, soygun, yolsuzluk, hortumlama, talan, devlet ve belediye bütçelerini yağmalama gibi suçlar ve ahlâksızlıklar, bir toplumun kaldırabileceği sınırları aşmış, genelleşmiş; tahrip edici, batırıcı ve bitirici bir tufan haline gelmiştir.

On milyonlarca halk sadece yalancı bir edebiyatı işitiyor ve okuyor. “İçim hizmet aşkıyla yanıyor… Memleketin durumu çok kötü, bunu önlemeye çalışacağım… Seçilirsem şöyle yapacağım, böyle yapacağım…” Madalyonun arka tarafında ne yazılı olduğunu bilen yok. Medyanın vazifesi halk yığınlarına, okur-yazarlara, gençliğe siyasetin bu ikinci tarafını bildirmektir ama bu da yapılmıyor. Çünkü bizdeki büyük medya da kokuşmadan, bozulmadan nasibini almıştır. Öyle genel yayın müdürleri, öyle medya ağır topları vardır ki, transfer ücretleri 250 bin, 500 bin, hattâ bazen bir milyon dolardır. Aylık maaşları onbeş, yirmi, otuz bin dolardır. Böylesine yüksek maaşlar alan, muazzam servetlere kavuşan medyacıların, halka gerçekleri anlatmak yerine, velinimetleri patronlarının menfaatlerini kollamayı tercih edeceklerini sezmek zor bir tahmin olmasa gerek.

Yetmiş seksen büyük şirket, holding, banka, uluslararası ticaret ve finans kuruluşuna sahip bir medya baba-patronu, uluslararası sularda dalgaları yara yara, etrafına beyaz köpükler saça saça, enginlerden gelen serin rüzgarları teneffüs ede ede rakısını ve viskisini yudumlarken Türkiye’nin siyasetinin ana hatlarını çizmeye çalışıyor, halkın itibarını kaybetmiş olan bir baba politikacının tekrar seçilip memleketi “bir güzel idare etmesi” için çareler ve çözümler düşünüyor.

Bizdeki bugünkü düzen partileriyle, bugünkü seçim sistemiyle, ülkenin bir numaralı siyasî, sosyal, kültürel gücü haline gelmiş büyük medya ile sağlıklı ve isabetli seçimlerin yapılıp da ülkenin ehil, layık, temiz idarecilere kavuşacağını sanmak safdillikten başka bir şey olmaz.

Şu partilerle ilgili kanun ve nizamlara bakınız. Parti değil, sanki aşiret veya derebeylik sistemidir. Genel başkan ne kadar yıpranmış, ne kadar kirlenmiş olursa olsun onu yerinden etmenin, koltuğuna başka birisini getirmenin imkanı yoktur.

Seçim sistemimiz de son derece bozuk ve sakıncalıdır. Önümüzdeki seçimlere (yapılabilecek mi acaba?) yirmi küsur parti girecekmiş. Bu kadar parti bolluğu olur mu? Sadece Dönmelerin bile birkaç partisi var. Sırası gelmişken, Dönmelerin homojen, müttehid, mütesanid bir yapıya sahip olmadıkları, aralarında âile ve aşiret gerginlikleri bulunduğunu tekrarlayayım. Şu anda birtakım kodaman, kocaman, ünlü, anlı şanlı, bayraklı Dönme adamlar ve kadınları birbirinin kanını içecek şekilde rekabet ve çekişme halindedir.

Seçim sistemimiz, bazı partilerin birleşip ittifak yapmasına, müşterek listeler hazırlamasına izin vermiyor.

Bugünkü siyasî yapı içinde, bugünkü partiler ve seçim kanunu karşısında Türk milletinin elleri ve kolları bağlıdır. Demokrasiden yararlanamıyor, sadece ona mâruz kalıyor.

Bizde, herkesin bildiği gibi, devletin dışında ve üstünde bir de “Derin Devlet” vardır. Bunun künhünü, mahiyetini, içyüzünü kimse bilmez. Ama böyle bir güç olduğunun herkes farkındadır. Bu derin devlet kimlerin kontrolundadır? Gayesi nedir? Derin devlet Türkiye’de statükoyu, bir ideolojiyi, belli güçlerin hâkimiyetini sürdürmek istiyor. Bu siyaset ve strateji Türkiye için bir selamet yolu mudur?

Bazı partiler, seçim zamanı çok büyük miktarda para harcayacaktır. Bu değirmenin suyu nereden gelmektedir? Kaynağını bilmem ama seçimi kazanmak için yüzlerce trilyon harcayanlar, kazandıkları takdirde harcadıkları parayı kat kat çıkartmak için çalışacaklardır.

Dikkat buyurursanız düzen partileri millete kesin söz vermiyor. “Yapacağız… edeceğiz…” kabilinden lastikli vaadler, ileride tevil edilmesi kolay laflar… Türkiye gırtlağına kadar kokuşmaya batmış, bizim düzen partilerimiz millete “Kokuşmanın kökünü kurutacağım, af veya zamanaşımı falan dinlemeyip bütün suçluları yakalayıp cezalandıracağım, Çankaya’daki kriz gününde birilerinin vurmuş olduğu beş milyar doların hesabını soracağım, batan bankalardaki otuz milyar doların faturası millete ve devlete çıkarıldı, onu da yiyicilerden alacağım…” gibi kesin, açık seçik vaadlerde bulunmuyorlar. Mideleri saçı bitmedik yetim hakkıyla dolu birtakım adamların halka karşı “Saçı bitmedik yetimlerin hakkını yedirmeyeceğim…” edebiyatı yapması ne kadar gülünçtür.

Halkımız önümüzdeki seçimlerde isabetli oy verip de ülkeyi selamete çıkartacak bir iktidar getirebilecek midir? Bu konuda pek ümitli değilim. Vatansever, doğrucu, iyi, ahlâklı ve faziletli bir medya olmadan selamet olmaz. Gırtlağımıza kadar Bizans entrikalarına batmışız. Bu şartlar altında selamet yolu bulunmaz. On yıllardan beri on milyonlarca halk şeytanî propagandalarla, bozuk bir ideoloji ile, Türkiye’yi babalarının çiftliği, Tekelistan’ları olarak gören bir şebekenin telkinatıyla, aldatıp afyonlaması ile sersemletilmiştir.

Geçen seçimlerde halkın kimleri seçtiğini gördük. Sonradan milyonlarca insanımız başını yumrukladı, döğündü durdu. “Biz böyle kötü bir idareye layık değiliz” denildi. Bu şikayetçiler, bozuk idareyi kendilerinin seçtiğini unutmuşlardı.

Siyasî parti tutmayı, futbol kulübü tutma şekline getiren bir toplum demokrasi nimetinden yararlanamaz. 24 Ağustos 2002