Şifâhî Toplum Batağı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Çarşamba
Bir ülkenin, bir milletin, bir devletin üstünlüğü, medeniyet derecesi, hattâ medenî veya bedevî oluşu; yazılı-edebî lisanıyla, o lisanla ortaya konulmuş olan ciddî, ilmî, hikemî kitaplarla ölçülür.
Lisan, fikir, yazı, kitap; sanayiden, asfalt yollardan, uçak ve otomobillerden, süslü ve konforlu meskenlerden önce gelir.
Türkiye çeşitli sebeplerden dolayı yazılı bir toplum değil, şifahî (sözlü) bir toplumdur. Bu yüzden batmıştır, batmaktadır, her geçen gün daha kötüye gitmektedir.
“Anayasa ve bazı kanunlar değişirse… Yeni seçimler yapılırsa ülke ve halk kurtulur…” Bunlar, âmin demeye değmeyecek ucuz, kolay, işporta işi kuruntular ve temennilerdir. Böyle boş ümitlerle oyalananlara şaşılır ve acınır.
Bu ülkenin hakikî sahipleri olan Müslümanlar hem kendilerini, hem de ülkeyi ve devleti kurtarmak istiyorlarsa bütün güçleriyle şifahî bir toplum olmaktan çıkıp yazılı bir toplum haline gelmek için çalışmalıdır.
Türkiye şifahî bir toplumdur ve Müslümanlar bu ülkenin en şifahî kesimidir. Manzara ortadadır:
– Müslümanlar, basın serbest olduğu halde gazete, dergi, kitap konusunda karşıtlarıyla yarışamıyor.
– Müslümanlar fikirlerini, görüşlerini, çare ve çözümlerini, tekliflerini genellikle yazıya dökemiyor.
– Müslümanlar edebiyat, tarih, sanat, düşünce alanlarında son derece zayıf ve yetersiz kalmışlardır.
Bu ülkenin ve Müslümanların şifahî bir toplum haline gelmesinde en büyük menfi rolü bugünkü eğitim sistemi ve üniversiteler oynamıştır. Türkiye’yi Tevhid-i Tedrisat zihniyeti batırmıştır. Ülkeyi binlerce, onbinlerce okul binası ile donatmak, o binaların içine öğretim kadroları, öğrenciler koymak, ders kitapları hazırlayıp onları milyonlarca talebeye okutmakla iş bitmiyor. Eğitimde esas olan kalitedir. Kaliteli eğitim veremiyorsan hepsi boştur, hattâ aleyhe netice verir.
Bir ülke, bir millet, bir devlet eğitimiyle yücelir veya batar.
Eğitimin ana vasıtası cebir, geometri, fizik, kimya gibi pozitif fen ilimleri değil yazılı ve edebî lisandır. Bir ülkede böyle bir lisan yoksa o ülke batmaya mahkumdur.
Efendiler! Açık konuşuyorum: Bu ülke tekrar zengin edebî-yazılı Türkçe’ye dönmediği takdirde kriz daha da büyüyecek ve sonunda çok büyük felaketler olacaktır.
Bir Türkiyeli, bildiği Türkçe kadar vasıflı ve üstündür. Ne kadar Türkçe biliyorsun göreyim, senin kim olduğunu söylerim…
Tabiî ki, bu kural halk kitleleri için değil; idareciler, okur-yazarlar, seçkinler, üst tabaka içindir.
Şu yetmiş milyonluk ülkeye en azından bir milyon okumuş, tahsilli, kültürlü, iyi yetişmiş, geniş ufuklu vatandaş lazımdır. Bunlar olmazsa hiçbir şey olmaz.
Halkın bir kısmının okuma yazma bilmemesi, okulsuz kalmış olması önemli değildir; önemli ve hayatî olan eğitimin, okulların kaliteli olmasıdır.
Bizim son yetmiş beş yıllık eğitim, okuma yazma seferberliğimiz; okuma-yazma bilmeyen câhil bir toplumu, okuma-yazma bilen câhil bir toplum haline getirmek olmuştur. İstisnâlar olabilir, onlar kuralı bozmaz.
Okuma-yazma bilen, okul görmüş câhiller, hiç mektebe gitmemiş câhillerden daha cahildir.
Bir eğitimin iki temel unsuru vardır:
– Uluslararası çağdaş dünya seviyesinde olacak. Mesela Fransa liselerinde ne kadar felsefe okunuyorsa, ne kadar millî edebiyat ve tarih okunuyorsa, bizde de o kadar, o seviyede okutulacak, öğretilecek. Japonya, Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi Asya ve Doğu ülkeleri bunu başarmışlar, hattâ Batı dünyasını geçmişlerdir.
– Millî kimlik ve kültür. Türk eğitiminde en zayıf olan taraf budur. Lise mezunu olan herkes asırlarca önce yazılmış millî edebiyat kitaplarını anlayarak okuyabilmelidir. Türkiye’de böyle bir şey mümkün değildir. Çünkü lisan terörle, zorlama ile değiştirilmiş ve bozulmuştur. Ayrıca yazı da değiştirildiği için, yeni nesiller 1928’den önce yazılmış ve basılmış kitapları, arşiv belgelerini, mezar taşlarını, bina kitabelerini okuyamamaktadır. Türkiye halkı toplumsal hâfızasını kaybetmiştir.
Bir ülkenin aydınları, seçkinleri, yüksek tabakası üniversitelerde değil, liselerde yetişir. İngiltere’yi İngiltere yapan Eton kolejidir.
Okullar, bilhassa liseler sadece bilgi vermekle kalmamalı, aynı zamanda ahlâk ve karakter terbiyesi de vermelidir. Ahlâksız bilgi ve kültür fazla bir işe yaramaz.
İyi ve kaliteli bir eğitim sistemi yeni nesillere kişilik kazandırmalıdır.
Türkiye’de demokrasi bir türlü rayına oturamıyor. Çünkü, demokrasi ancak güçlü ve köklü bir burjuva sınıfı ile ayakta durabilir. Türkiye’de böyle bir sınıf yoktur.Türkiye her geçen gün kırsal kesim, gecekondu, taşra, varoş kültürüne kaymaktadır. Son yirmi yıl içinde bir takım vurgunlarla zengin olmuş, trilyonlara kavuşmuş, hattâ bazısı katrilyoner olmuş kimseler zihniyet, kültür, kişilik bakımından gecekondu ve varoş sınıfına dahildir. Türkiye’de çok az sayıda, son derece yetersiz miktarda medenî, şehirli, yüksek, vasıflı bir zümre vardır. Zenginleşmek başka, kültürlü olmak başkadır. Türedilerle, sonradan görmüşlerle, kara para sahipleriyle, haramyiyicilerle ne maddî, ne de kültürel ve mânevî kalkınma olur.
Müslüman kütle bütün gücüyle, bütün gayretiyle kültüre, eğitime, yazılı-edebî lisana, ilmî araştırmalara, sanata yönelmelidir. İslâmî hizmetler için toplanan milyarlarca dolar cami, şadırvan, meşruta inşaatına, birtakım cemaatçilik ve tarikatçilik faaliyetlerine değil, kaliteli ve üstün Müslümanlar yetiştirmeye harcanmalıdır.
Beş yıldan beri ülkemizdeki başörtüsü krizi, her geçen gün şiddetlenerek devam ediyor ve bu zaman zarfında Müslümanlar, dünya kamuoyuna seslerini duyurmak için mükemmel bir İngilizce broşür bile yayınlayamamışlardır. Çünkü şifahî toplum durumundadırlar; şifahî toplumlar vasıflı, tesirli, mükemmel yazılı çalışmalar yapamaz. 10 Ekim 2002