Perşembe

(1)

Şifahî kültürlü kişi, isterse ülkenin en parlak üniversitesinden diplomalı olsun, soyut

(mücerret)

kavramları anlamaz.

Birtakım kavramları bilir görünür, onları cümleleri arasında kullanır, fakat bilmez. Meselâ siyaset, devlet, hukuk, insan hakları terim ve kavramlarını sık sık kullanır. Ona,

“şuraya otur, şu kağıdın üzerine bunların beş on satırlık anlamlarını, târiflerini, açıklamalarını yaz”


deseniz, çuvallar, saçma sapan, geri zekâlıca, kırık dökük bir iki laf yazar, rezil olur.

(2) Şifahî kültürlü adam

kitap ve ciddî makale okuyamaz.

Okumaya kalksa sonunu getiremez. Zaten bunlardan birşey de anlamaz. Şifahî kültürlü kişi, nâdiren kitap satın alır ama kitap okuyamaz. O, yazılı metin olarak; uyduruk, fasafiso bulvar gazetesi yazılarını anlayacak bir kültür seviyesindedir.

(3)

Şifahî kültürlü kişi televizyon seyretmeyi çok sever.

Hattâ bazen gürültülü patırtılı bir açık oturumu dört beş saat seyretmekten usanıp bıkmaz. Lâkin bir şey anlaması mümkün değildir.

Zaten böyle programların fazla ilmî, ciddî, kültürel tarafı yoktur.

İstisnaî olarak olsa bile bizim şifahî, anlamadığı için bir hisse kapamaz. Oturum ne kadar tartışmalı, kavgalı, gürültülü olursa o kadar zevklenir. Hele kavga çıkarsa çok hoşlanır, bayılır.

(4)

Şifahî kültürlü kişi

anadilini yazılı–edebî seviyede bilmez ve kullanamaz. Üç yüz kelimelik sokak, pazar, günlük iletişim Türkçesiyle konuşmaya, meram anlatmaya mecbur ve mahkumdur. Lisan ve kelime hazinesi çok dar olduğu için ufku, kafası, aklı da dardır.

(5)

Şifahî kültürlü kişi

konuşurken ve nâdiren yazarken

çok kısa cümleler

yapar, âdeta şizofrenik, yani kopuk kopuk fikirler ileri sürer. Aslında zeki de olsa kötü eğitim, kötü çevre yüzünden zekâsı körleşmiş olduğu için zekâ özürlü seviyesine düşmüştür.

(6) Şifahî insanın

edebiyat, tarih, mantık, psikoloji, ahlâk, metafizik, estetik, sanat tarihi, sosyoloji kültürü ve birikimi yoktur.

Bu ilimlerin üç satırlık tariflerini bile yapamaz. Mesela mantığın, en basit mânasıyla “Doğru düşünmek; doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etmek ilmi ve tekniği olduğunu” bilmez. Bilmez ama konuşurken “mantıklı… mantıksız…” gibi laflar etmekten de vaz geçmez.

(7) Şifahî kültürlü adamın evinde büfe, vitrin, buzdolabı, bazen bar, bulaşık ve çamaşır makinası, televizyon, bilgisayar ve daha bir sürü elektrikli veya elektronik âlet ve eşya bulunur ama kütüphane yoktur. Bazı çok zengin şifahîlerin lüks ve şahane evlerinde büyük bir salonun duvarlarını tavanlara kadar kaplayan, kıymetli ağaçtan yapılmış vitrinli kütüphâneler vardır ve bunlara antikacılardan alınmış altın yaldızlı, maroken ciltli, ebru yan kağıtlı lüks ve eski kitaplar konulmuştur. Okumak için değil, dekor için…

(8) Şifahî’nin aylık bütçesinde yemek, yakıt, giyim kuşam, içki, fuhuş, gezip tozma, zevk ü sefa için bölümler, tahsisat vardır ama kitap, kültür, sanat, kaliteli tüketim bölümü yoktur.

(9) Şifahî’nin düşünceleri buz veya kum üzerine yazılmış yazılar gibidir, sebatı yoktur.

(10) Şifahî bir defada otomobiline yüz- yüz elli milyon liralık benzin koydurur ama ayda bir kitapçıya gidip elli milyonluk kitap almayı lüzumsuz görür.

(11)

Şifahî kültürlü kişi zengin olursa hedonist bir ahlâk sistemine batar ve zevk ü sefaya dalar.

Onun en büyük değerleri para, iyi yemek, iyi giyinmek, lüks yaşamak, seks, gösteriş ve tantanadır.

(12)

Şifahî kültürlü politikacı

ve büyük bürokrat genellikle arivisttir. Ülkesinin, halkının, devletinin menfaatinden önce kendi şahsî çıkar ve nüfuzunu düşünür.

(13) Bir insanın

hem, lise veya üniversite tahsili yapmış olması

, hem de şifahî kültür kısır döngüsü içinde kalması hem kendisi, hem ülkesi için büyük bir talihsizliktir.

(14) Zengin şifahî adam kanaatli, mütevâzı, alçakgönüllü olamaz. Para onu azdırır. Nice yıllık emektar eşini, çocuklarının annesini bile suyu sıkılmış bir limon gibi atar ve onun yerine güzel ve fingirdek bir karı edinmeye bakar.

(15) Zengin, kodaman, tanınmış Şifahî’nin kendisine faydası yoktur. Nerede kaldı ki, memleketine, topluma, halka, devlete, insanlığa yararı olsun.

(16) Fazla okumamış tabakaların şifahî kültürlü olması tabiîdir, bir sakıncası yoktur ama hem okumuş, hem yükseklere çıkmış, hem de şifahî kalmış. İşte bundan korkulur.

(17)

Şifahî kişi bilmediği, uzman olmadığı konularda işkembe-i kübrasından konuşup durur, kesin hükümler verir, cart curt eder.

En fazla futbol ve siyaseti sever. Futbolda ne kadar ciddî ve tutarlıysa siyasette de o kadardır. Bazıları da, Diyanet’e Dinayet diyecek kadar kör câhil olmalarına rağmen din konusunda mutlak müctehid gibi hüküm verir, eser savurur.

(18) Okumuş şifahî bazen

zeki olabilir ama asla akıllı olamaz.

(19) Şifahî kültürlü yığınlar serbest seçimlerde gizli oy kullanırlar. Seçimden bir müddet sonra dizlerini döğer, keşke elim kırılsaydı da oyumu onlara vermeyeydim derler.

(20) Kültürlü, edebî, medenî, yazılı toplumlarda, ülkelerde bazı ilmî, edebî ve ciddî kitaplar on binlerce, yüz binlerce, hattâ milyonlarca satabilir ama aynı miktarda nüfusa sahip şifahî toplumlarda faydalı bir kitap bin adet bile satılamaz.

(21) Şifahî bir toplum içinden

Nobel

kazanan biri çıkmaz.

(22) Bir ülkeyi, bir milleti, bir devleti batırmak mı istiyorsunuz, onu şifahîleştirmeniz yeterlidir, başka bir kötülüğe hâcet kalmaz.

(23) Şifahî toplumlarda kötüler ve şerirler çok cesur, çok gözükara, çok amansız olur; iyiler ise pısırık, mıymıntı, âciz vaziyette kıvranır.

(24) Şifahî toplumun fakirliği bir belâ, zenginliği birkaç kat şiddetli başka bir belâdır.

(25) Medeniyetin temeli, ana vasıta ve âleti yazılı-edebî lisandır. Şifahî toplum medenî değil, bedevî ve vahşidir.

(26)

Gerçek ve vasıflı bir eğitimin ana gayesi şifahî okur yazarlar yetiştirmek değil; yazılı, medenî, kültürlü bir toplum oluşturmaktır.

Cahil ve şifahî yığınlara sadece okuma-yazma öğretirseniz, okuma-yazması olmayan cahil bir toplumu, okur-yazar cahil bir toplum haline getirmiş olursunuz.

(27) Zenginleşen, kodamanlaşan bir Şifahî’yi azmaktan ve kudurmaktan koruyacak tek güç samimî dindarlıktır. Dindar değilse, yahut samimî dindar değilse o artık bir canavar olur.

(28) Bir ülkenin halkının yüzde biri (bugünkü nüfusuyla Türkiye’de 700 bin kişi) yazılı-edebî kültüre sahip olur, dünya standartları seviyesinde lise bilgileriyle mücehhez bulunursa, ülkenin yüzde ellisi okuma-yazma bilmese bile yine de sağlıklı ve dengeli bir yapıya sahip olur, ilerler, yükselir. Binde, hattâ on binde bir yazılı kültür ile bir ülke ayakta duramaz.

(29)

Türkiye için yazılı kültürün kıstaslarından biri şudur:

Batı Türkçesinin en büyük ve klasik şairi olan

Fuzulî divanını, anlayarak, zevk ve haz alarak okuyabiliyorsa

o adam edebî-yazılı kültür sahibidir.

Okuyamıyorsa derdine yansın.

Ömer Seyfettin’in basit Türkçe ile yazılmış hikâyelerini, sadeleştirilmiş ve değiştirilmiş Türkçe ile okuyabilen kişiye ben okumuş da demem, yazılı kültürlü de demem! 21 Mart 2003